Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '22

 
Kategori
Anılar
 

Anıları kurtarmak

BİZİ ZAMAN YENECEK. VE ANILAR KALACAK…

GECE rüyama girdim ve telaş içinde sordum bana: 'Anılarımı kurtardın mı?...' Belki basit ama unutamadığım anılarım vardır benim de. Gökteki yıldız kümeleri gibi belli belirsiz ama çok sık yanıp sönen... Herkesin ancak duyguları boyunda sahip olabildiği, yaşamın o kenar süsleri. Anılar. Bana ait ya da benim de dinlediğim, tanık olduğum, başkalarına ait olanlar... Bellekte, düşlerde, sözlerde soluklanabilirler. Ama onları yeniden yaşamak; asla! Yıllar geçtikçe özlersin ama aslında özlediğin biraz da 'kendin'sindir. Özlediğin bu kadar kirlenmemiş dünyadır. Bu kadar çirkinleşmemiş insanlıktır. Tüm bunlar, bizler yaşlandıkça özlenirler, özlendikçe 'ulaşılması imkansız' laşır ve sonunda iyice uzaklaşırlar. Onları ancak düşünerek yaşatabiliriz. Özdeyiş ne der: 'Yaşlanmaktan korkma. Yeter ki yaşlan; hiçbir zararı yok!” Yaşlanmaya çevredeki insanlarda gitgide çoğalan duygu eksikliği de eklenince... Eveeet! Anılarımı tek tek kurtarmak zamanı gelmiştir artık. Nasıl mı; onu sonunda söylerim… İçtiğim kola, “meyan kökü” kokuyordu. Omzumuza da kapaklarından rütbe takardık.

“GÜZEL ANILARI BİRİKTİR. GELECEK SANDIĞIN GİBİ İYİ DEĞİL” / M. Zurner

ÇİKOLATA vardı elimde. Yoğun yağlı, çürük fındık ezmesinden habersiz, içeriğinde “E” bilmem 'kaç yüz'ler olmayan. Tad bırakan... “Birkaç” gün limon kabuğu ile şekerin bekletildiği buzlu limonata gıcır gıcır 'duralex'lerden yudumlanırdı. Rakı bardakları ayran içilmiş gibi dururdu boşalınca; perde perde ve bembeyaz. Vıcık çamurda boğuşan futbolcular izlerdik. Paramız azdı; 'duhuliye'den. Tam ayak bileği seviyesinden. Hem de cumartesi-pazar, iki lig maçına çıkarlar ve çoğu sezon boyu sakatlanmazdı. Fakir profesyoneller. Bir kaleci, hakemi uyararak topun çizgiyi geçtiğini söylemiş ve takımı da, saydırdığı o golle küme düşmüştü. O zaman yaşanan aşklardan en unutulmazları bugün bile yaşatılıyorlar. Şimdikiler ise, paparazzi tanıklığında ve gece kulüplerinde açılmış bir şişe viskinin ömrü kadar. Alaska - frigo'lu sinemalarda “filme ilaveten renkli miki” anonslu (Walt Disney) çizgi filmler gösterilir, pazarlarda eğri büğrü, hormonsuz meyve-sebzeler beklerdi. Robot marketler olmadan, kalkıp çocukluğuma selam veren önlüklü, sevecen mahalle bakkalları vardı.

“ANI BAHÇELERİNDE ÜŞÜMEK SICAKTIR” / Özdemir Asaf

ÇEVRE DE iyi bir anı olarak kaldı. Oysa gölgeler bile yeşildi. Denizler balıksız olunca, martılar çöplüklere kondular. Koylar yok edildi. 'Balık Çiftlikleri' yaratarak 'Kültür Balıkları' ürettiler. 500 yıllık ağaçları kesip on dört günlük 'sözde fidan' diktiler. Sonra da kestik ama yerine de yenisini koyduk diyebildiler. Bir deee! Bir basketbol maçında ayak bileğim kırılmış, alçılarımla evdeydim. Öğretmen annem, okuldan dönüp anahtarı ile kapıyı açınca şaşkınlık geçirmiş. Ayakkabısının teki kaybolmuş bir konuğum olduğunu tahmin etmiş. Dakikalarca evde diğerini aramış kadıncağız, yanımıza gelmeden. Bir anlam verememiş. İçerideki ziyaretçi ise, sabahları iskelede gazete aldığım tek bacağı olmayan bayi idi. Tanışıklığımız olmamasına ve evimizi bilmemesine karşın, gelenden geçenden müşterisinin devamsızlığını araştırıp sorar. Öğrenince de o anlamlı ziyaret gerçekleşir. Hem de koltuğunun altına sıkıştırdığı, dilediğini yazabilen üç farklı günlük gazete ile...  İskeleden (trafik tek yönlü olduğundan) hem de yokuş yukarı yaklaşık 2.5 km. kadar tek bacak yürümesi ise 'başka bir hem de'!

HER SOKAKTA BİR ANIMIZ VAR, GÖRÜNCE GÖZLERİMİ ISLATAN…

BÜYÜK kentlere gelen mütevazi spor ekipleri, yörelerinin ün yapmış ürünlerini maçtan şık ambalajlar içinde seyirciye atarlardı. Geçenlerde ise spor salonunda konuk oyunculara tuvaletten musluk söküp attılar! Ve meclis! Gençliğime denk gelen yıllardan birisinde, oturumu yöneten başkan vekili ile o anda konuşma yapan milletvekili tartışmaya başlamışlardı. Vekil, yüksek bir kürsüdeki başkana sinirle şöyle seslendi: -'Bir marangoz hatasından ötürü orada oturuyorsunuz!' Bu sözler, havayı günümüz meclisinin yumruklaşma ortamına getirirdi. bile asla böyle bir çirkinlik yaşanmamıştı. Vekil özür diledi, başkandan: -'Beyefendi! Bir marangoz hatasından ötürü orada oturmuyorsunuz.' İşte böyle. İnsanın elini yumruk yapıp sallaması kolay. Beyinlerini yumruk gibi kullanan insanlar da bulurdunuz bol bol! Son olarak da seneler önce yaşanmış bir 'anı'nın anlatıldığı günün anısını anlatayım. Bu örnek, ait olduğu kişi için çok çok özel. Yazıda yer alması nedeninin özeti şöyle olsa gerek:

“GÜÇLÜ DAYANAĞIMIZ, ANA BABA EVİNDEN KALAN HATIRALARIMIZ” / Dostoyevski

BİR insanın, “gençliğindeki” normal dışı bir davranışını, yıllar sonra çok zeki ve 'abartı derecesinde kibar bir ifade' ile sahiplenmesi! Bir sabah serviste kahveler içilmiş, tamamı genç beylerin oluşturduğu ortama bol neşe ve espri egemendir. Öyle bir an olur ki; söz çapkınlığa kilitlenir. Zaman da gerilere gider ve en yaşlı olduğundan 'Baba' denilerek hitap edilen saygıdeğer beyefendi ağzından bir sır kaçırır ki; aman da aman! Ne mi? Gençliğinde, sık erkek arkadaş değiştiren bir genç kızın, bir süre sonra kendisinden 'normal dışı bir ilişki' talebinde bulunduğunu söyleyiverir. Hınzırca bir kıyamet kopar. Onun yüzü ise, krem renkli takım elbisesini süsleyen aksesuarları göğüs mendili ve boynundaki fularıyla bir renk; “bordo” olmuştur utancından... Mini kalabalığın baskısı, artık dayanılmaz noktaya ulaşmıştır. 'Ne yaptın baba, ne yaptın? Sen ne dedin peki?' Herkes susar. Kahve fincanına konan sineğin ayak sesleri işitilecektir neredeyse. Terlemeye başlayan 'baba' yutkunur, önüne bakar ve toprağın en alt katına girmişçesine fısıltıyla yanıtlar: “Kendisini kıramadım; efendim!...”
ÇİÇEKLERİ
düşünmeden koparır, balığı denizinden ayırırsanız; ağacı gövdesinden parçalar, kuşların kanatlarını kırarsanız; doğruyu söyleyen insanların ağzının payını kıyameti kopararak verdiğinizi sanır, gerçekleri anlatanlara da “bak seni ne yaparım” naralarını atarsanız… Ben de doğallığın yaşattığı “anılarımı kurtarırım.” Nasıl mı? Bir daha onları hiç anmayarak. Evet!... Tıka basa doldurduğum gün görmüş yüreğimden, teker teker, hüzünle silerek… Ve gizlice hıçkırıp… Sessizce ağlayarak!... Koca adam! / Levent Üsküdarlı

BUGÜN 19 MAYIS / Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “NUTUK” unun daha başında, hemen girişinde, sözlerine “1919 Mayısı’nın ondokuzuncu günü Samsun’a çıktım” diyerek başlıyor. Okumak için bir ya da iki sayfa bile yeterli. Bir daha okudum. Bir daha okuyun.

 

 

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..