Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '18

 
Kategori
Blog
 

Anka Kuşunu Gördüm

Anka Kuşunu Gördüm
 

Ağustos akşamının ılık, hafif esintisi eşlik ediyordu bana, masama oturduğumda. Heyecanlı parmaklarımın her biri klavye tuşlarının üzerinde sabırsızlıkla gelecek komutları bekliyordu.

Parmaklar klarnetin kalak bölümüne benzer. Klarnette ses bek bölümünden girer ve baril, üst gövde, alt gövde derken o büyüleyici nağmeler kalak bölümünden kanatlanır ve kulaklarımıza gelir konar. Yazı ise önce zihnimizde kurgulanır. Kurgu tek başına yetmez tabi ki. Kurgulanan yazı gönül kazanlarına alınır ve kaynatılır. Ne kadar çok kaynatırsak o kadar gönlün aroması işler yazıya. Zihin ve gönül aşamalarından sonra sıra yazıyı uçurmaya gelir bedenden ve ruhtan dışarı. Parmaklarımız, o an gelene kadar okşamaktadır her bir klavye tuşunu, o an geldiğinde art ardına hiç şaşırmadan basarlar harfler üzerine, kendi içinde anlamsız olan her bir harf kül misali bir araya gelir ve kelimeler haline gelerek korlaşır. Korlaşan kelimeler bir araya gelir ve alev alan Anka kuşu kanatlanır ruhumuzun derinliklerinden. Parmak uçlarımızdan süzülür ve yol alır yeni yuvasına. O Anka kuşu artık bizim değildir. Ona seslenen her bir okuyucunundur.

Tam hikâyemi yazmaya başlayacakken hiç farkına varmadan yukarıdaki paragrafı yazıvermişim. Yine tam başlayacakken ılık ılık esen rüzgar ve günün yorgunluğu bir olup uykumu çağırmışlar; o da seve seve geldi. Göz kapaklarıma dayanın diye sitem etsem de dayanamadılar. Son hissettiğim yanaklarım klavye tuşlarına dokunurken çıkardıkları klik sesi. Sonrası kısa, tatlı bir uyku.

Gözlerimi açtığımda yüksek sıra dağların omuz omuza vererek gözün alabildiğine uzandıkları bir ülkedeydim. Adı Svaneti’ydi bu ülkenin. Ulu dağların arasından gelin gibi süzülen şelaleler, binlerce metre yüksekte buzul gölleri gözlerimi kamaştırıyordu. Kimsecikler yoktu etrafta. Ne bir insan, ne bir hayvan. Ters yüz olmuştu zihnim. Ben biraz önce evimin bahçesinde hikâyemi yazmak için bilgisayar başında değil miydim? Korkuyordum. Eğer rüyadaysam bir an önce uyanmalıydım. Keskin bir uçurumdan kendimi aşağı bırakırsam ya da bir göle atlasam uyanırdım galiba. Daha önce rüyalarımda defalarca tecrübe etmiştim bunu. Çok düşünmeden bıraktım kendimi uçurumdan boşluğa. Yer çekiminin karşı konulmaz gücü karşısında bayılmışım. Ayıldığımda hemen etrafımı kontrol ettim fakat evimde değildim. Kızıl turuncu renklerden oluşan ufka doğru havada uçuyordum. Tam belimden beni bir şeylerin kavradığını fark ettim. Dikkatle baktığımda bunun bir pençe olduğunu anladım. Korkum yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Yavaşça gözlerimi yukarı kaldırdım ve bana bakan iki devasa göz gördüm; göz bebekleri turuncuydu. Ardından arşı titretircesine bir çığlık duyuldu, bana bakan iki gözün bitişiğinde dev bir gagadan çıkıyordu bu ses ve bana sesleniyordu: ''Hadi serbest bırak beni.''

İrkilerek uyandığımda nabzımın şiddetle attığını ve anlımın boncuk boncuk terlediğini fark ettim. Gördüğüm rüya zihnimden silinmeden hemen bilgisayarımı açtım ve ‘’Svaneti’’ kelimesini arattım. Svaneti’nin Gürcistan’da bir bölge olduğunu ve bazı mitolojik efsanelere göre buranın Anka kuşunun ülkesi olduğunu öğrendim. Evet, bana seslenen o kuş Anka Kuşu’ydu.

Ben daha kurgulamadan, yaşadıklarım çoktan bir hikâyeye dönüşmüştü bile. Gönül kazanımda da kaynamış ve sıra son aşamaya gelmişti; yazımı uçurmaya. Parmaklarım aşkla vurmaya başladı klavye tuşlarına, her bir harf kül misali bir araya gelip kor halinde kelimelere dönüştü. Kor kelimelerim bir araya gelip alev alan cümlelere, cümlelerim asil bir Anka’ya dönüştü ve bu kez ben haykırdım:

''Serbestsin artık! Haydi kanatlan ANKA…''

Saygıyla... 28 Ağustos 2018 - Denizli / Özkan SARI

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..