Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ocak '07

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Ankara’ dan Köln şehrine otobüsle üç günlük bir yolculuk

Ankara’ dan Köln şehrine otobüsle üç günlük bir yolculuk
 

2001 yılında Almanya’ nın kuzeyinde Baltık denizine sadece yirmi dakikalık uzaklıktaki bir kent olan Rostock şehrine Uluslar arası Gönüllü Gençlik kampına kabul edilmiştim.Bu kampı internette yoğun aramaların sayesinde bulmuştum. Türkiye’ de bu tip çalışma kamplarına aracı turizm şirketleri ile başvurabilirdim ama ben bizzat başvurduğum için 100 dolar gibi bir para kendi cebime kalacaktı. Kampa kabul edilmiştik. Ben o zaman 28 ve kardeşim Özgür 27 yaşında idik. Kamptan davetiyelerimiz geldi ve vizemizi Alman Konsolosluğundan aldık. Kültür vizesi olduğu için vize parasını almadılar ve o binlerce kalabalığın arasına bile girmeden vizeyi kolayca hallettik. İki hafta öncesinden Ulusoy otobüs firmasından Almanya için biletlerimizi ayırtmıştık. Salı sabahı Ankara’ dan İstanbul’ a hareket ettik.

İstanbul’ dan Ayrılış.......

Akşama doğru İstanbul’a vardık. İstanbul’da ilk dikkatimizi çeken yoğun bir nem havası oldu. Biletlerimizi aldık ama galiba bir problem vardı. Ulusoydaki şöför bize eğer üstümüzde belli bir miktarda döviz olmazsa Yunanistan sınırından geri gönderilebileceğimizi söyledi. Bununda sebebi ilk defa yurt dışına çıkmamız olduğunu belirtti. Biz haliyle bir telaş içine düştük. Salı akşamı saat onbir gibi İstanbul’ dan iki otobüsle Almanya’ ya doğru yola çıktık. Bizim otobüste toplam bir on kişi kadar yolcu vardı. Diğer otobüs de hemen hemen aynı idi. Saat gece üç gibi İpsala sınır kapısına geldik. Tam iki saat bekledikten sonra Yunanistan topraklarına girdik. Bu esnada ben çok heyecanlanmıştım. İlk defa bir başka ülke topraklarında yol alıyordum. Yeni yeni güneş yüzünü göstermeye başlıyordu. Burası da aynı Türkiye’ye benziyordu. İnsanları ve topraklarımız bir birinin İkizi gibi duruyordu. Yunanistan’da hemen hemen her iki saatte bir mola verdik ve yolculuğumuz çok rahat bir şekilde ilerliyordu. Elimde de bir avrupa yol haritası vardı ve ne kadar yolumuzun kaldığını bakarak tahmin etmeye çalışıyordum. Bu arada mümkün olduğu kadar uyumamaya bakıyordum. Saat öğleden sonra dört gibi Yunanistan’ın ünlü kaya kiliseleri olan Meteora ‘ya geldik .Orda bir yemek molası verdik. Ama ben çok şaşırmıştım. Burası resimlerdeki gibi yüksek bir yer olamamakla birlikte Kayaların üstünde hiç kilise falan da yoktu. Şaşırmıştım. Yolculuğumuzun bundan sonrası daha keyfli olmaya başlamıştı. Saydığım kadarıyla tam on sıra dağı otobüsle inip inip çıktık. Ve Yunanistan’da benim ilgimi en çok yollarda yüzlercesini göreceğiniz küçük küçük klübeler var ve hepsinin içerisinde Meryem Ananın resimleri var. Anladığım kadarıyla yolda kaza yapıp ölen kişilerin aileleri bu gibi şeyler yaptırıyorlarmış. Akşam saat dokuz gibi Yunanistan’ın deniz kasabası olan İguementsia şehrine girdik. Burdan feribotla İtalyaya geçeçegiz.Ve feribotun kalkmasına iki saat var. Yolda tanıştığımız birkaç arkadaşımızla şehri turlamaya başladık. Fazla uzaklaşmamak şartıyla şehri gezdik ve karnımızı doyurduk.

İtalya’ ya doğru.....

Saat onbir gibi feribotumuz İtalya’ ya doğru yol almaya başladı. İkinci sınıf güverteden bilet alındığımız için yerde yatmak zorunda kaldık. Matımızı sererek uzandık ve bir an sabah olması için uyuduk. Tabi o gürültüde ve sert zeminde uyulabilirse. Bu arada genelde dışardan yemek yememeyi tercih ediyorduk.Bunun esas sebebi para bakımdan hemde daha yolun başında hastalanmamak için. Ne olur ne olazdı. Bu arada sabah Italya’ya ulaşmadan önce gemide aldığım duş beni kendime getirdi. Sabah saat sekiz gibi İtalya’ya ulaştık. Ve tekrar otobüsümüze binip hep Adriyatik denizinin kenarından yol almaya başladık. İtalya’da Türkiye yi andırıyordu. En çok hoşuma giden şey yolun iki şeritli olup, yüzlerce kilometre uzunluğundaki yolun ortasında renga renk çiçeklerin var olması idi. İtalya’ya girip çıkana kadar bu çiçekler son bulmadı. Saat akşam yedi gibi Bologna şehrine girdik ve buranın kuzeyinden itibaren Alp dağları başlama başladı. Ne muhteşem dağlar. Ormanlarla kaplı ve tepelerinde şatolar var ve yüksek yamaçlarında şellaleler akıyor. Ama gittikçe karanlık çökmeye başlamıştı. Ve bu hiç istemediğim bu durumdu. Çünkü galiba Avusturya’yı gece geçecektik.

Saat akşam onbir gibi Avusturya’ya ulaştık. Ama artk her taraf karanlıktı. Bu esnada gerçekten ne zaman Avusturya’ya girdik bilmiyorum. Çünkü sırıır kontrolü olmadığından direk olarak yol alıyorduk. Aslında Avusturya’dan gece geçtiğimizin farkında değildik taki yemek molası için bir mola yerinde durana kadar. Burası benzinlik istasyonundaki lokanta idi. Yılbaşından çıkmış gibi duruyordu. Her tarafı çam ağaçları ile ile süslü lokantada sadece çorba içmekle kaldık. İyiki de öyle yapmışız. Çünkü buradaki fiyat neredeyse bizin sırdan bir lokantada içebileceğimiz çorbanın abartısız on katı fiyatta idi. O fiyattaki çorbayı bir daha herhalde bir yerde zor bulurduk. Saat gecenin onikibuçuğu civarındaydı .Etraf bayağı bir serin olmaya başlamıştı. Alplerin o temiz ve soğuk dağ havasını içime çekmek çok hoşuma gitmişti. Burası Avusturya’nın Innsburck şehrinin yakınında olan bir küçük kasabanın yakınındaki benzinliğin lokantasın olduğunu ve tam olarak yerimizin neresi olduğunu otobüsle yol alınca yoldaki levhaya bakınca anladım.

Tuna nehrine yaklaşıyoruz....

Haritaya bakınca Avusturya’dan yarım saat sonra çıkacağımızı ve bir iki saat sonrada Almanya sınırları içerisinden geçen Tuna nehrinden geçeceğimizi tahmin ederek gecenin karanlığında yol almaya devam ediyorduk. Otobüste hemen hemen çok az insan olduğundan dolayı herkes isteği gibi isteği yeri almıştı yani iki koltukta bir kişi oturuyordu. Yinede rahattı. Sonunda Almanya’ya giriş yaptığımızı anladım. Çünkü yolun sağ köşesinde Almanya’ya girişi gösteren küçük bir levha vardı o kadar. Ve sonunda Almanya’da idik. Saat gece yarısı bir gibi Almanya’ya giriş yaptık. Salı Akşamı yola çıkmıştık ve Perşembe gecesi Almanya topraklarında idik. Evet İki saat sonra nihayet Tuna nehrine geldik. Bu arada ben uyumamak için kendimi zor tutuyordum. Mutlaka tuna nehrini görmeliydim. Ama malesef bu benim için bir hayal kırıklığı olacaktı. Nehrin üstünden geçerken ve haritadaki konumumuza bakarken burasının gerçekten Tuna nehri olup olmadığından o kadar emin değildim. Çok ufak bir nehirdi bu. Ben çok büyük bir şey beklerken bir o kadar büçük bir şey karşıma çıkmıştı. Herhalde kaynağına yakın bir yerden geçtiğimden dolayı nehrin debisi bu kadar az geliyordu. Olsun yinede Tuna nehrini görmüştüm. Ve uykuya daldım...

Almanya’da sabahın ilk ışıkları...

Saat sabahın dört buçuğu uyandığımda otobüsümüz durduğunu fark ettim. Burası Münih şehrinin yakınındaki bir yerde. Avrupa daki ülkelere işletmesi olan otobüs firmaları bir adla bir organizasyon kurmuşlar ve belirli noktalarda birleşerek yolcu alışverişinde bulunuyorlardı. Örneğin bir yolcu Berlin’e gitmek isterse ama otobüsü başka farklı bir bölgeye gidiyorsa o şehre gidecek olan başka ülkenin otobüsüne biniyor ve para vermeden direk olarak oraya gidiyor. Yani karşılıklı gidilecek şehirler göre yolcu değişimi yapılıyordu.Bizim otbüsümüz Stutgard’a gidiyordu ama bizim gidecegimiz şehir direk olarak Köln olunca bizi o şehre gidecek birkaç Türk yolcularla Yugoslovya’nın Köln şehrine giden otobüsüne bindirdiler. Saat sabah gün ışırken yola çıktık. Almanya yemyeşildi.Her taraf küme küme ormanlarla kaplı idi. Nerdeyse hiç toprak yok gibiydi. Çünkü gözünüze çarpan sadece orman ve ormanını içerisinde süzülen yollar. Kimi zaman tek şerit kimi zaman çift şerit halindeki yollar. Saat on Cuma on gibi Köln şehrine girdik. Ve durduğumuz son durak çok ama çok hoşuma giden Köln Kadetrali idi.

 
Toplam blog
: 30
: 2026
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

1973 Sivas doğumlum. 1998 yılında ODTÜ Fizik bölümü, 2005 yılında Anadolu Üniversitesi işletme bö..