Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '10

 
Kategori
Basketbol
 

Ankara Arena’daki Türkiye

Ankara Arena’daki Türkiye
 

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası C Grubu Türkiye - Yunanistan Maçı 31 Ağustos 2010 - Ankara Arena


Evvelki gün bir ay öncesinden aldığımız biletle Ankara Arena’daydık oğlum ve en yakın arkadaşı ile birlikte. Dünya Basketbol Şampiyonasının Ankara ayağından bahsediyorum. Üçüncü gündeyiz ve biz Türkiye-Yunanistan maçının kritik önemini tahmin ederek bu günü seçtik. Türkiye önceki iki maçını galibiyetle aştı ve bu maç söylendiğine göre 30 yıldır yenemediğimiz, basketbolda bir ekol sayılan ve artık dost olmasını gönülden umduğum eski düşman ülkenin takımına karşı. Üçüncü günün ilk iki maçı pek de kalabalik olmayan seyirci önünde adeta sıradan maçlar havasında oynanıp bitiyor. Saatler maç vaktine yaklaştıkça salon canlanmaya sanki uykudan uyanmaya başlıyor. Bu geçen sürede nasıl tıklım tıklım hale geldiğini anlayamıyor insan. Öncelikle Ankara Arena için birşeyler söylemekte yarar var. Modern görüntüsü insanı ilk bakışta etkiliyor. İki kademeli seyirci bölümüyle ve tepedeki dev ekranıyla Ankara’ya yakışan bir spor salonu olmuş.

Arkitera internet sitesinden edindiğim bilgiye göre yapının mimarları Dr. Mimar Kerem Yazgan, Dr. Mimar Begüm Yazgan ve Y. Mimar Derya Çavuş. Projenin inşaat alanı ise 55.000 m2. Daha detaylı bilgi ise Arkitera.com dan edinilebilir. http://www.arkitera.com/p399-ankara-arena-cok-amacli-spor-salonu.html?year=&aID=2714. Salonla ilgili söylenebilecek tek olumsuzluk ise merkezi bir yerde olması nedeniyle yaratacağı trafik ve otopark sorunu. Ancak sonuçta 19 Mayıs Stadyumu ve Atatürk Spor Salonu ile birlikte o bölge Ankara’nın spor merkezi olarak planlanmış zamanında. Bu durumunda da park ve trafik sorununu bu verilerle çözmek gerekiyor kaçınılmaz olarak.

Salonun içinde organizasyonun da önemi nedeniyle mükemmele yakın bir düzen işliyor. Yiyecek-içecek mekanları modern bir AVM görüntüsünde. Tuvaletler keza öyle. Kapı girişlerinde bozuk paralar ve pet şişelerin kapakları olası kötü protesto girişimlerine karşı alınıyor. Koltuklar numaralı ve her zaman size yerinizi göstermeye hazır görevliler işlerini titizlikle yapıyorlar. Sonuç olarak Türkiye’ nin üstlendiği bu organizasyonun Ankara ayağı başarılı. Bunları anlatırken aklıma çocukluğumuzun Ankara Atatürk Spor Salonu’ndaki maçlara ücretsiz giriş maceralarımız geldi. O yıllarda sokak sporunda futboldan basketbola terfi etmiştik.

Daha sonraları Türkiye’nin bu sporu toplumca daha çok sevip benimsemesine efsane Koç Aydan Siyavuş yönetimindeki milli takımın Efe Aydan’lı kadrosunun 1981 yılında Sofya’da Balkan Şampiyonu olması yol açmıştı. Türkiye işte en son o maçta Yunanistan’ı mağlup ederek Balkan Şampiyonu oldu. Maçın hikayesi ise Salsa Basket isimli internet sitesinden gururla okunabilir.

http://salsabasket.blogspot.com/2009/12/yigiter-ulug-ile-nostalji-11-ilk-ve-son.html

Şimdi dönelim asıl konumuza. Saatler maç başlangıcına doğru geri sayarken, salonun coşkusu yavaş vavaş yükseldi. Takımlar sahaya çıktığında ise doruktaydı. Yunan takımı sahada göründüğündeki olumsuz tezahuratı saymazsak seyircinin olgunluğu beni çok mutlu etti. Yunan milli marşı sırasında tam bir sessizlik sağlandı diyebilirim. Arkasından on bin kişilik koronun son derecede başarılı bir performans ile milli marşımızı seslendirmesi yaşanmaya değerdi. Salonun en iyi bölümlerinin birisinde yer alan yaklaşık elli altmış kişilik Yunanlı ateşli taraftar grubu tüm güçleriyle takımlarını desteklemeyi hiç bırakmadılar. Tıpkı hep geriden gelen ancak maç boyunca galibiyete ulaşma şansını hiç yitirmeyen takımları gibi. Ancak salonun, gücünü bu ateşli seyirci grubunun sesini bastırmak için kullanması dışında herhangi olumsuz bir tavrın olmaması da dikkate değerdi. Umutsuzluğa kapıldıkları bir ara bu altmış kişinin seslerini bastıran salona karşı arkalarını dönerek protesto gösterisi yapmaları dahi herhangi bir taşkınlığa yol açmadı. Bu sahne ise bana tüm zamanların en çok izlenen filimlerinin başında gelen Cesur Yürek filminin bir savaş sahnesinde İskoçların İngilizlere karşı benzer ama çıplak yaptıkları eylemlerini hatırlattı ve eğlendirdi.

Tüm bunlardan ayrı olarak yılların getirdiği basketbol kültürüyle Ankara seyircisinin milli takımın performansındaki rolünün altını kalın bir çizgiyle çizmek gerekmektedir. Her ne kadar bu tür spor karşıılaşmaları insan psikolojisine yansıması yönüyle, antik dönemim gladyatör dövüşlerinin kodlarını taşısa, zaman zaman fanatizme ve şovenizme kurban gitse de, alt beynini kontrol etmeyi öğrenmiş insanlarla birlikte yaşandığında ve dozunda kaldığı sürece hayatın renkli bir yönü. İşte o gece Ankara Arena’yı dolduran on bin seyirci ulusal takımlarıyla birlikte Türkiye’nin gurur veren bir tablosunu oluşturdular. Yunan milli takımının işi çok zordu çünkü seyirci altıncı oyuncu olarak sahadaydı. Bu birliktelikten doğan enerji maç boyunca tüm olumsuzluklara ve iniş çikişlara rağmen milli takımın hep önde gitmesini sağladı kanımca.

Geleceğe dair umutlu döndük çocuklarla birlikte evlerimize, Ankara Arena da yaşadığımız Türkiye sayesinde. Son olarak bugün başlığını görünce okuduğum Yılmaz Özdil’in “13. Dev Adam” başlıklı yazısının da konusunu oluşturan kişiye değinmeden edemeyeceğim. Bogdan Tanjevic, adı yıllardır milli takımla anılan Karadağ’lı Sırp Koçumuz. Sene başında ortaya çıkan hastalığı nedeniyle aldığı tedeavinin son seansını şampiyona nedeniyle ertelediğini biliyordum. Ancak alınması gereken son seans tedavinin ne derecede kritik bir faktör olduğunu Özdil’in yazısından öğrendim. Şöyle özetlemiş bu durumu Özdil “Doktoru almış onu karşısına, basketbol diliyle anlatmış, “dört faulle oynuyorsun, üstelik, sahadaki iki hakem de satın alınmış, seni oyundan atmak için fırsat kolluyor, beş faulle hayattan ihraç olman an meselesi, karar senin” demiş...Bizi tercih etmiş. Kendini ertelemiş. İlaçlar yüzünden bazen yürüyecek enerjisi bile olmuyor ama, “sadece basketbol değil bu” diyor, “Türkiye için bayrak meselesi... Şahsi konuları düşünecek vakit değil, gidemezdim” Ne diyebilirim ki? Gönül doluluğuyla ve insanca sürdürülülebiliyorsa yaşam, ne milliyet ne de din farkı aynı amaca doğru birlikte yürümenin önünde engel olabiliyor. Bunun örnekleri tarihte hep vardı bugün de var olmaya devam edecek. Mesele bunların farkına varıp kılavuz edinebilmekte.

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..