Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '20

 
Kategori
Edebiyat
 

ANKARA'DA MEVSİMLER

 
"Madde 4-Sizin olmayan sözcükler size ihanet eder.
….
….
Madde 50-Herkes kendi aşkı adına konuşsun.”

Arayış içindeki insanların öykülerini dinlemeyi ve paylaşmayı sevmişimdir, çünkü paylaşmayınca hikayenin hakkını vermiyormuşuz gibi gelir. Kitaplığımda okunmayı bekleyen adı duyulmuş romanlar varken beni Ankara’da Mevsimler adlı roman hakkında yazmaya iten sebep bu olsa gerek: benliğe ulaşma macerası. Kahramanımız Özgür’ün de üniversiteye başlayan çoğu genç gibi yapmayı ve yaratmayı düşlediği şeyler vardır, bir yandan da yeni hayata alışmaya çalışmaktadır. Bir kasabadan çıkıp Ankara’ya geldiğinde sudan çıkmış balık kadar şaşkın olmasa da korkuları vardır. Odtü’de bir yıl hazırlık okuması gerektiğini kabullenmekle birlikte şehri keşfetmek ister. Ankara kendini ona önce kültür sanat konusunda tanıtır. Özgür daha önce adını duymadığı Mozart’ın, Bukowski’nin eserlerini öğrenir, resim sergilerine gider.
Özgür askerdeyken adını duyduğu yazarların romanlarını Ankara’da kolayca bulur. Odtü’ye gelince etrafta her sazdan çalan öğrenci olduğundan adapte olmakta zorlanmaz. Bazen de her Ankaralı gibi kendini Kızılay’da,
Sıhhiye’de dolaşırken bulur.

Özgür Ankara’da her mevsimin bir başka anlamı olduğunu görür. Sonbaharda yaprakların turuncusuyla kırmızısının aynı anda dökülürken oluşturduğu uyumundan büyülenir, karın bir doğal olaydan ötürü değil de sadece şehri güzelleştirme amaçlı yağdını düşünür. Bahar
ruhunu okşarken yenilenir, deniz olmasa da yazın Ankara’da kalmak ister. Ankara’nın ona hayal ettiğinden daha fazlasını vermek için uğraşması onu mutlu eder. Ne yazık ki çoğu insan gibi Özgür’ün de para sıkıntısı olur ve ek iş arar. İşte burada umutsuzluk sinyalleri çalmaya
başlar ve “Mezun olduktan sonra ne yapmam gerek?” sorusu cevabı endişelere bırakır. Özgür siyaset bölümünde yüksek lisansını yaparken tekrar üniversite sınavına girip tarih yazmayı hayal ederken bir yandan da para kazanması gerektiğinin farkına varır. Artık gençlik yıllarının heyecanı yerini yavaşça tekdüzeliğe bırakmıştır. Ara sıra arkadaşlarıyla vakit geçirmeye çıktığında kendisini başka biriymiş gibi göstermeye çalışır; çünkü insanlar felsefe ve tarihle uğraşanlardan uzak durduğundan çekinir. Çevresine baktığında yaşıtlarının evlendiğini, iş sahibi olduğunu görür ve kendince kız arayışına çıkar. Okulla ev monotonluğunda Demir Hoca’yla tanışıp gerek hayatla gerek alanıyla ilgili yeni bilgiler edinmesi hayatına renk katar. Bir süre sonra sonu yalnızlık olsa da kendiyle barışır. Dostu Nedim ile mektuplaşmaları da ona yol gösterir. Romanda yazarın takındığı gerçekçi dili sayesinde Özgür’ün duygularını hissetmekte zorlanmadım. Onun hayatın kurallarına dair kendince yasalar belirlemesi hoşuma gitti.

Hepimiz de biliyoruz ki hayatta hiçbir şey her zaman istediğimiz gibi olmaz. Bu yazıyı okurken bir anlık kendi hayatınızı düşünün. Gün oldu her şeyin bittiğine inandınız, yarın gelmeyecekmiş gibi hissettiniz. Gün oldu yalnız hissettiniz, kötü zamanlarınızda kimi arayacağınızı bilmeden bir beklenti içinde elinizi rehberde gezdirdiniz. Gün oldu diploma uğruna geceleri sabahladınız,  yerleştirme sonuçlarında adınızı listede görmeyi beklediniz. Gün oldu kirayı, faturayı nasıl denkleştireceğinizin hesabını yaparken sokakta insanlara denk gelmemek için yolunuzu değiştirdiniz. Gün oldu kahvaltı yapmadan bir simitle soğukta otobüsü beklediniz. Eminim birçoğunuz mezun olduğunuz alanla ilgili bir meslekte değil. Romanda yazarın da bu gerçeğe ve nedenlerine değinmesi gözümden kaçmadı.
 
Bildiğim bir şey var ki hiçbir şey için geç kalmadığımız. Bunu her yerde duyuyor, okuyoruz da peki, neden uygulamıyoruz? Neden hep erteliyoruz? Bu bakımdan romanda en sevdiğim şey kahramanımızın mutluluk yolculuğundan vazgeçmemesi oldu. Bizler de hep daha mutlu günler için uğraşmaz mıyız? Sanırım bu yolculukta edindiğimiz iyi kötü anılarımız olmasa yolun sonunda sadece mutluluğa ulaştık diye bu kadar mutlu olmazdık. Yazar bunu şöyle anlatmış: “Mutluluk ele geldiğinde dağılıp giden bir eski zaman kalıntısı gibidir. İnsan değişirken, tutunmayı düşlerken insandır. Dolayısıyla mutluluğu beklemek daha güzeldir mutluluktan.”
 
Toplam blog
: 6
: 130
Kayıt tarihi
: 25.09.20
 
 

Kültür- sanat, hukuk, siyaset, tarih, psikoloji, turizm, spor, Türk halk müziği ..