Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ankara'da yerleşmek mi?!

Ankara'da yerleşmek mi?!
 

Emeklisiniz, ömrünüzün son kalan kısmını sakin, huzurlu, güvenli; düzenli, tertipli ve hesaplı bir yerde geçirmek istersiniz; değil mi?

Belki bir sahil kasabasında ya da bir yayla kasabasında; kim bilir belki de saydığımız özelliklere sahip, aynı zamanda sağlık sektörünün gelişmiş olduğu bir şehirde yaşamak istersiniz. Öyle ya… Huzur arayan yaştasınız ve Allah gecinden versin; hastalık da ölüm de bizler için.

Elbette birkaç seçeneğiniz vardır. Fakat bu seçenekler arasında Başkent Ankara varsa sakın haaa… Hemen vazgeçin derim.

Aklınıza hemen su meselesi geldi; değil mi? Hayır alâkası yok. Hem ne olacak yani… Her gün işe giden ve toplu taşıt araçlarına binen kişi değilsiniz artık, emeklisiniz; her sabah duş almak zorunda değilsiniz. Açık söylemek gerekirse ne yeni evli ne de gençsiniz… Hani ya? Hafta da dört beş yıkanmalar falan… yok öyle bir şansınız.

Mesele şu: Ankara, toplu yaşam kurallarının ayaklar altına alındığı sahipsiz bir şehir olmuş artık.

Haftanın yedi günü sabah saat 7:00; “Simiiitçiyyyy…!”

Hele bir de karşı apartmanda huysuz bir çocuk varsa yandınız. Onu tahrik etmek, anasını babasını simit almaya ikna etmek için aynı noktada avazı çıktığı kadar bağırır. Çoğu zaman da stratejisi geçerli olur. Bir gün adam gına geldi: “Yeter yahu! Biraz da git başka yerde sat simidini” dedi. Aldığı cevap: “Ne yani terörist mi olalım, kapkaççı mı olalım? Simit satıyoruz işte”. Adam lahavle çekip camı çarparak kapattı. Ne yapsaydı yani…

Haftanın altı günü (“Niye altı günü?” derseniz haftada bir gün semt pazarı da ondan) hoparlörlü kamyonetlerle seyyar satıcılar ve eskiciler gelir. O canhıraş ses hangi hoparlörden çıkıyor, kaç Watt’tır bilinmez; kamyonetin neresine saklandığı da bilinmez.

Saat 8:00; “Hurdaaaaacııııııııı!”. Kurulu saat mübarek, hiç şaşmaz; mahallenin George Bernard Shaw’u.

Saat 8:30; “Dirilit, dirilit: Dirilit dirilit (sütçünün havalı kornası).

Saat 9:00; “Sebzeciiiiiii! Abla Domateeeeesss geldi, patlıcaaaan geldi, bibeeeerr geldiiii…” Aslında hıyar da geldi, diğer sebzeler de; meyveler de. Ben burada tek tek çığırmaları yazmayayım.

Saat 9:30; “Patateesss, soğaann! Abla goca goca patateesss! Güccücük soğaaannn!”

Sebzecinin tezgâhı, saat 11:00’ kadar açık. Öğlen yemek arası. Öylen sonu birkaç sefer daha yapacak; evlerde akşam sofrası kuruluncaya kadar.

Hafta sonları bir başka alem… Cuma akşam sandalyeler dizilir sokak arasına… kına gecesi var. Ya oğlan evi ya kız evi… Bir yerlerde de aynı hazırlıklar var demektir. Ayaklı kabinler kurulur, ses düzeni sınanır; “Aloo, birki, birki; ses ses…. “ Sonra… saat 24:00’e kadar mahalleyi ya terk et ya da katlan. Mevsimin en sıcak günleri; camları da kapatamazsın…

Tabi, yetkililere başvuracaksınız…

Zabıtayı arasınız; aldığınız cevap: “Valla ne diyeyim beyefendi; haklısınız. Başa çıkamıyoruz. Geçende bir düğüne gittik; 150 kişi başımıza üşüştü. Bu düğünü engellemeye kalkarsanız kan akar dediler. Biz de bir şey yapamadık. Şimdilerde bir eğitim programı başlattık. Toplumu eğiteceğiz (…) Siz en iyisi mi (!) bir de 155’i arayın”.

Demedim değil, dedim: Kardeşim siz toplumu ne kadar sürede eğitmeyi hedefliyorsunuz söyler misiniz? Bakın ben de size bir tavsiyede bulunayım: Siz en iyisi mi yasaların verdiği görev, yetki ve sorumlulukların nasıl yerine getirileceği konusunda önce kendinizi eğitiniz.

155’i arasınız: “Bizim sorumluluğumuz saat 23:00’dan sonra başlıyor. Haa… eğer silah atıldıysa müdahale ederiz; izinsiz havai fişek atılıyorsa yine müdahale ederiz.”

Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti Ankara’da günlük yaşamdan küçük kesitler.

Beysbol sopaları ile adamı ve karısını araçlarından çıkartıp dövmeye teşebbüs… Neymiş? Çinçin mahallesini dağıtmışlar mış… Siz siz olun başınızı camdan dahi uzatmayın. İçeriye kapanın; dışarı çıkmayın. Her yerde bela kol geziyor; sakın haaa.

En işlek sokağın ortasında bırakılmış trafiği tıkayan bir araç önünüze çıkarsa sakın korna çalmayın; trafiğe yol versin diye aracın sahibini de aramayın. “Ne yani müşteri alış-veriş yapmasın mı?” diye esnaftan meydan dayağı yiyebilirsiniz. En iyisi mi alttan alın, kişisel haklarım diye horozlanmayın; sakın haaa.

Belediye otobüsünde, dolmuşta bağıra bağıra konuşanlar olabilir. Siz siz olun karışmayın; sakın haaa.

Sokağın ortasından yürüyün daima. Gelen araç korna çalacaktır. Çalmasa bile motor sesini duyar kısa süreli kaldırıma çıkarsınız. Ama kaldırımda yürümeye devam ederseniz, başınızdan aşağı ne dökülür ne silkelenir bilemezsiniz; Sakın haaa.

Bir zamanlar İstanbulluların, şimdilerde Ankaralıların da dediği gibi biz taşralıyız; taşrada büyüdük, çalıştık, emekli olduk yaşamaya özlem çektiğimiz Başkente geldik ve yerleştik. Geldiğimiz taşrada bile bize ilk öğretilen şey, başkalarının hakkına hukukuna özellikle komşuya saygı idi. Hangi ses tonunda konuşacağımız bile tembihlenmişti. Kaldı ki tozlu sokaklarda oynarken bağırmak, çığırmak; komşuları rahatsız etmek… ne haddimize.

Gerçek Ankaralılara sormak isterim: Sahi Ankara hep böyle idiydi de biz mi yanıldık. Biz mi hata ettik gelip Ankara’ya yerleşmekle.

Eğer hata ettiysek başkaları da aynı hataya düşmesinler isterim.

“2872 Sayılı Çevre Kanunu”, “5326 Sayılı Kabahatler Kanunu”, “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”… hepsi de çok güzel. Hele bu yönetmelikteki “Stratejik gürültü haritaları ve buna bağlı olarak hazırlanan eylem planları”… ne kadar da şık değil mi?

Uygulayamadıktan sonra… niye çıkartırla ki bu yasaları? Avrupa birliği alış-verişte görsün.

Emekliler!

Eğer Başkent’e yani Ankara’ya yerleşmeyi düşünüyorsanız; sakın haaaa…

Siz en iyisi mi bir haftalığına misafirliğe gelin, sonra bir defa değil, bin defa düşünün.

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..