Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '21

 
Kategori
Tarih
 

Ankara'nın Başkent Olması

Milli mücadeleye verdiği olağanüstü destek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı, bir milletin yeniden doğuşuna şahitlik eden güzel Ankara’nın Başkent oluşunun 98. yıl dönümü sessiz sedasız bir şekilde kutlandı.

Milli Mücadele sonucunda vatan kurtarılmış, yoksul, çaresiz, savaş yorgunu ama onurlu yeni Türk Devleti için İstiklal Savaşı yani tam bağımsızlık mücadelesi başlamıştır.

Tam bağımsız bir Türk Devleti için önce Saltanat kaldırılır. Lozan Barış Antlaşması imzalanır. İşgal Kuvvetleri İstanbul’u terk ederler. Kapitülasyonlara son verilir.

Misak-ı Milli sınırları içerisinde Kurtuluş Savaşına büyük destek veren Anadolu, artık genç Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi konumuna gelmiştir.

Lozan Konferansı görüşmelerinin başlaması üzerine yeni Türk Devletinin Başkentinin İstanbul olarak mı kalacağı veya yeni bir yer mi olacağı tartışmaları başlar.

Refet Paşa ve bazı milletvekilleri Ankara’nın başkent olmaya uygun olmadığı, İstanbul’un payitaht kalması gerektiğini ispat etmeye çalışırlar.

Ankara’ya karşı yaptığı muhalefetle tanınan Tanin Gazetesinden Hüseyin Cahit Yalçın ile Vatan Gazetesinden Ahmet Emin Yalman başkentin İstanbul olarak kalması gerektiğini savunanların başında gelir.

İstanbul basınında Ankara’nın başkent olmasına taraftar olan tek kişi Tevhid-i Efkâr’da yazı yazan Velid Ebüzziya’dır.

Velid Ebüzziya, yazısında İstanbul’un yüzyıllardır Başkent olması nedeniyle Anadolu’nun terk edilmiş ve harap halde bırakıldığını belirterek “Anadolu’yu İstanbul kurtarmamış ancak Anadolu İstanbul’u kurtarmıştır” diyerek Ankara’nın Başkent olması gerektiğini ifade eder.

Yeni Türk Devletinin başkentini neresi olacağı tartışmaları giderek hız kazanırken Ankara’nın yanı sıra Konya ve Kayseri’nin de Başkent olarak düşünülebileceği tezleri ortaya atılır.

Bu tezlerin sonucunda Konya’dan bir heyet Atatürk’ü ziyaret ederek Konya’nın Başkent yapılması yönündeki taleplerini dile getirirler. Bu talepleri dinleyen Atatürk, heyete hitaben “Biliyorsunuz Konya Anadolu Selçuklu İmparatorluğunun merkeziydi. Kayseri’de de Anadolu Selçukluları ve daha önceden hüküm sürmüş birçok medeniyetin eserleri vardır. Ama Ankara bu ücra vaziyetinden dolayı geçmiş asırlarda onlara nispetle yararlanamamıştır, mahrum kalmıştır. Biz de Cumhuriyet olarak Anadolu’nun bağrında Milli Mücadeleye başladığımız bu beldeyi Devlet Merkezi yapalım” demiştir.

Bütün bu tartışmaların sonucunda Malatya Milletvekili İsmet Paşa ve 14 Milletvekili tarafından imzalanan … “Devletin idare merkezinin yeni bir şekilde tesis ve gelişmesine bir an önce başlamak iç ve dış tereddütlere son vermek için alttaki kanun maddesinin kabulünü arz ve teklif ederiz.

  • Kanun Maddesi: Türkiye Devleti'nin İdare Merkezi Ankara Şehridir. (9 Ekim 1923)
 

Ankara’nın Başkent olması için İsmet İnönü ile birlikte Kanun teklifine imza atan 14 Vekilden biri de Çorum Vekili Ferit Törümküney’dir.

  • "Kanun teklifi, 13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edilir.

Ankara’nın Başkent olması ile birlikte sorunlar bitmeyecektir. Bu sefer de İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya,  Japonya gibi ülkeler Büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımama kararı alırlar.

Prof. Dr. Gülnihal Bozkurt. Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivinden 21 Haziran 1924 tarihli bir belgeyi paylaşarak o dönemdeki Alman Elçisi Büyükelçi Rudolf Nadolny'nin sekiz sayfalık raporunu yayınlamıştır. Bu belgede Elçi aynen şöyle yazmaktadır:

"Soru şudur: Türk Hükümeti Ankara'da kalacak mıdır yoksa tekrar İstanbul'a döneceği hesaba katılmalı mıdır? Bu konunun diplomatlar ve işi çevreleri için önemi büyüktür ve denilebilir ki ana konuşma temasını oluşturmaktadır.

"Mustafa Kemal'in rejiminin sağlamlığı sorunu konusunda henüz bir fikrim yok, çünkü Türklerin şimdiki tutumlarını henüz yeterince gözlemedim. Ama ilk izlenimim, İstanbul'un eski konumuna gelmesi, ancak bir rejim değişikliği halinde mümkündür ve Mustafa Kemal'in hemen Boğaz'daki Sultan saraylarından birine geçmesini bekleyenlerin de isteğidir".

 "Türk Hükümeti'ni tekrar İstanbul'da görme isteği, her şeyden önce, Boğaz'daki güzel yaşam alanlarındaki hayatlarını Ankara'da bir evle değiştirmek istemeyen diplomatların hoşnutsuzluğundan kaynaklanmaktadır". 

"Ankara bugün, izninizle söylemeliyim, gerçek bir Asya-Türk çamuryuvasıdır. Normal bir Avrupalı için böyle korkunç bir yerde belli bir süre geçirmek, ancak herhangi bir zorunluluk altında mümkün olabilir.

Burada balçık ve samanla inşa edilmiş evlerde tahtakuruları ve koyun yağına kadar koyundan yapılmış her türlü yiyecek hâkim. Yakın bölgelerde kendi haline bırakılmış nehirlerin oluşturduğu bataklıklar çok büyük miktarda sivrisinek üretiyor ve bunun sonucu olarak tüm evlerde olumsuz yan tesirleri olan kinin tabletleri yemek saatlerinde değişmez ve sürekli biçimde alınıyor.

Çağdaş konfora sahip hiçbir ev yok. Temel ihtiyaç maddeleri çok ilkel dükkânlarda satılıyor. Bunun dışındaki maddeleri İstanbul'dan almak gerekiyor.

Civardaki doğa esas itibariyle bozkırdan, ağaçsız ova ve tepelerden veya yüksek kayalık dağ silsilelerinden oluşuyor. Harikulade çizgileri ve görünümleri var ama bitki örtüsü yok.

Hiç bir göl ve orman yok, sadece tepelerdeki birkaç ağaç doğanın olanca fakirliğine küçük, dostça bir renk getiriyor". 

Bu şartlar altında, Ankara'ya göç etmeyi münasebetsizlik olarak niteleyen ve hükümetin kısa ya da uzun bir süre sonunda tekrar İstanbul'a geleceği fikrine sarılmış olan diplomatlar bunun bir mucize olmayacağını savunuyorlar. Bazı diplomatlar, onların arkasında yer alan hükümetlerine ciddi politik sakıncalardan da söz ediyorlar.

Ankara'da bulunduğum süre içinde gerekli tedbirleri almak üzere, mümkün mertebe kesin bilgi almak için, konuştuğum herkesle Hükümet'in nerede olacağı sorunu üzerinde de sohbet ettim.

Hepsi de -ki çoğunluğu yanlarında aileleri olmadan Ankara'da yaşayan ve hüzünle Boğaz'daki yerlerini düşünen İstanbullu memurlardı, hiç tereddütsüz, bu sorunun sonunda ve değişmez biçimde Ankara lehine çözüleceğini belirtiyorlar.

En son, İsmet Paşa ile de bu konu üzerinde konuşma fırsatı buldum ve verilen kararı bana açıklamasını rica ettim. Hemen, açık, zeki ve nazik bir tavırla 'Türkiye'nin zorunlu yeniden yapılanmasını emniyet ve hürriyet içinde gerçekleştirmek istiyoruz. Bu yapılanma ancak millî Anadolu unsuruna dayanabilir. Bu nedenle İstanbul'a gitmiyoruz, Anadolu'nun merkezinde kalıyoruz.” dedi.

Öyle ki, İstanbul'dan ayrılmanın elbette yanlış anlaşılmalara yol açacağını, özellikle kasıtlı biçimde İstanbul üzerinde ısrar edileceğinin farkında olduklarını ve buna asla fırsat verilmeyeceğini, tüm Türkiye'nin İstanbul'dan daha üstün olduğunu' belirtti.

Bundan sonra gelecek hiçbir hükümetin (kendileri ya da sonra gelen hükümetler olsun) tekrar Ankara'dan gidemeyeceğini, bütün güç ve enerjileriyle evlerin ve caddelerin yapımı hamlesine girişmelerinin de bunu gösterdiğini, beş yıl içinde oldukça modern bir şehir yaratmayı ümit ettiklerini yabancı temsilciliklerin mümkün olan en kısa sürede buraya taşınmalarının da amaca çok uygun olacağını söyledi.

Ankara'nın modern bir şehir olarak gelişmesine gelince, ben esasen böyle büyük bir değişikliğin belli bir müddet içinde gerçekleşmesine imkânsız nazarıyla bakmadığımı belirtmek istiyorum.

Hava, yaz ve kış arasındaki büyük isi farkları nedeniyle çok hoş değilse de katlanılabilir. Toprak ise hemen tamamen kırmızı balçık. Bu nedenle verimli mahsul için yeterli yağmur da alıyor. Tabii ki bu ancak esaslı bir ıslahla mümkün olabilir.

"Türklerin taşınma daveti sorunu uzun bir süre daha düşünmeyi gerektirmektedir. Kanaatimce şimdilik planlarımızı değiştirmeye gerek yoktur" diyecektir Alman Büyükelçi.

Emekli Büyükelçi Bilâl N. Şimşir ise Ankara’nın Başkent Oluşu adlı eserinde bu konu hakkında şöyle yazar:

İngiltere, Fransa ve İtalya ortak karar alarak Büyükelçilerinin İstanbul’da ikamet edeceğini, ancak Ankara’da bir irtibat memuru bulundurma kararı aldıklarını, gerekli bulunan hallerde Büyükelçi’nin Ankara’ya gidip döneceğini belirttikleri notayı Türk Hükümetine verirler.

Buna karşılık Türk Hükümeti de, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras imzasıyla her üç hükümete Ankara’nın başkent olduğunu, yabancı elçilerin başkentte oturmaları gerektiğini bildirmekte ve bu konuda ödün verilmesinin söz konusu olmadığını karşı nota ile hükümetlere iletir.

Artık her dört devlet arasında nota savaşları başlar. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın inadı bir türlü kırılamaz.

1925 yılının başında Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çekoslovakya, Danimarka, Fransa, Almanya, Macaristan, İtalya, Japonya, Yugoslavya, Hollanda, İran, Romanya, İspanya, İsveç, ABD ve İngiltere Büyükelçileri İstanbul’da otururken Ankara’da ise yalnız Afganistan, Sovyetler Birliği, Polonya ve Yunanistan Elçilikleri bulunmaktadır.

Türk Hükümetinin Büyükelçilik binası için arsa tahsisi yapacağını, vergi ve harçlardan muaf tutulacağını açıklaması ile birlikte bazı Ülkeler Elçiliklerini Ankara’ya taşıma kararı alırlar.

Temmuz 1928’de yeni Fransız Büyükelçisi Kont de Chambrun İstanbul’a gelir. O yıl Atatürk, Ankara’dan kalkıp yaz tatilini geçirmek için İstanbul’a gelmiştir. Yeni Fransız Büyükelçisi, Atatürk’ün İstanbul’da bulunmasını fırsat bilip güven mektubunu orada sunuvermeyi arzu eder.

Atatürk bunu kabul etmez. Türkiye’nin başkenti Ankara’dır ve güven mektuplarının başkentte Cumhurbaşkanına sunulması gerekir.

Tatilde olduğu için Atatürk hemen Ankara’ya da dönmez. Fransız Büyükelçisi Chambrun güven mektubunu Atatürk’e sunabilmek için sonbahara kadar beklemek zorunda kalır.

Zaman geçtikçe bu üçlü ittifaktan önce İtalya, sonra da Fransa, Büyükelçiliklerini Ankara’ya taşıma kararı alırlar. İngiltere artık yalnız kalmıştır.

Atatürk, 1929 yılında İngiliz Büyükelçisi’ne de dolaylı bir ders verir. İngiliz Büyükelçisi Clerk, İstanbul’da oturmakta ve İngiltere’nin millî günü demek olan kralın doğum yıldönümü davetlerini de İstanbul’da vermektedir.

3 Haziran’a rastlayan doğum günü resepsiyonunun İstanbul’da verilmesinin siyasal anlamı da vardır. İngiltere, Türkiye’nin başkentini tanımıyor ve İstanbul’u hâlâ payitaht gibi görmektedir.

Atatürk, İngiltere’nin bu tutumuna bir son verme zamanı geldiğini düşünmüş olmalı ki Türkiye’deki yabancı misyon şeflerini 1 Haziran 1929 günü, Ankara’da, Çankaya’da yeni köşkünün bahçesinde garden-partiye çağırır.

Büyükelçi Clerk şöyle diyor: “...Bu davet (Atatürk’ün daveti) beni pek zor bir durumda bıraktı. Daveti reddetmek elbette imkânsızdı.

Daveti kabul etmek ise majestelerinin (kralın) doğum günlerini kutlamak için her 3 Haziran günü verdiğimiz geleneksel garden-partimizi düzenlememe imkân bırakmıyordu.

Çünkü 2 Haziran akşamı Ankara’dan ekspres tren yoktu... Cumhurbaşkanının partisinden erken ayrılıp doğruca istasyona koşamazdım. Bunu göze almak, Türkleri en duyarlı yerlerinden rencide etmek olurdu. Ülkenin başkenti Ankara’ya bundan daha açık saygısızlık olamazdı.

Bu durumda, istemeye istemeye, yıllardan beri sürdürdüğümüz uygulamadan ayrılmağa ve majestelerinin doğum günü resepsiyonunu İstanbul yerine Ankara’da düzenlemeye karar verdim.

Böylece, İngiliz inadı kırılmış, yemini bozulmuştur. İngiliz Büyükelçisi, istemeye istemeye de olsa Türkiye’nin başkentini tanıyarak, resmi davetini orada yapmak durumunda kalmıştır. Ankara’daki bu ilk İngiliz resmi resepsiyonu pek başarılı geçmiş, Büyükelçi bundan pek hoşnut kalmıştır.

Türk Hükümeti de bu resepsiyonu “İngiltere’nin bir iyi niyet gösterisi” olarak görmüş ve bundan memnun kalmıştır. Atatürk, ince bir düşünceyle, İngiliz Büyükelçisi’ni hem Ankara’ya getirmeyi, hem de onun gönlünü fethetmeyi bilmiştir.

Sabahtan Protokol Müdürünü, akşam yaverini gönderip büyükelçiyi kutlamış, İngiliz Kralı’na iyi dileklerini iletmiştir. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Bandosunu da İngiliz Büyükelçisi’nin emrine vermiştir. Bir Büyükelçi için bunlar az şeref, az övünç kaynağı değildir.

Bir kaç ay sonra İngiliz Büyükelçisi Londra’ya şunları yazar: “...Ankara artık kesinlikle Türkiye’nin başkentidir ve kordiplomatik gitgide buraya temelli olarak yerleşmektedir. İkametgâhların elektrik, yol, su, gaz gibi maddi şartları artık İstanbul’daki kadar iyidir, hatta daha da iyidir. Ama tiyatro, müzik, kitap, golf vb. gibi alanlar yazık ki pek kıttır.

Hayat pahalılığı İstanbul’dakinden daha yüksektir. Bununla birlikte, Ankara artık Türkiye’de görevli misyonların temelli evidir. Evet, Ankara’ya karşı direniş, burada noktalanır. Tarih, Ocak 1930’dur."

İşte dünya devletleri Ankara'nın Başkent olmasını zorla da olsa kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Diğer yandan, Ankara Başkent olduktan sonra, Cumhuriyet’in hemen başlarında gerçekleştirilen imar ve şehircilik uygulamaları yanında, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yaşanan atılımlarla yüzyılların ihmali sonucunda tecrübe ettiği geri kalmış Anadolu şehri görüntüsünden hızla çıkarak, tüm dünyanın hayretle izlediği ve saygı duyduğu modern bir başkent niteliği kazanmıştır.

Başkent Ankara’nın modern görünümüyle hem Anadolu’daki diğer şehirlere örnek olması, hem de dünyanın sayılı başkentleri arasında yer alması başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’i kuran kadrolar için bir onur mücadelesi olmuştur.

“Ankara, merkez-i hükümettir ve ebediyen merkez-i hükümet kalacaktır.”

                                                                  Mustafa Kemal Atatürk

 

 
Toplam blog
: 7
: 564
Kayıt tarihi
: 15.07.19
 
 

1982-88 yılları arasında Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulunda okudum. Mezun olduktan son..