Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ankara notları

Aylar varki “angaraya” ayak basmıyoruz. Mecburiyet olmadıkça epeyce uzak duruyoruz. Emiryaman Köyünde, kâinat sofrasındayız. Kuşlar korosundan nameler dinliyor, kainat sofrasından sunulan ikrama şükrediyoruz.

İhtiyaç oldu “Angaraya” indik. Ankara Adliyesinden çıkarken eski bir vekil, Angarayı dolaşmak konusunda ısrar etti. Kıramadık. Mamak istikametine yöneldik.

ANANI ÜNÜVERSİTEYE ALACAKMISIN Cebeciye, Siyasal’ın önüne gelince 28 Şubat’ın ucube hükümetinin Milli Eğitim’in başına getirdiği Metin Bostancıoğlu ile yaşadığımız hadise aklıma geldi. Siyasal’ın önünde bir heykel varmış. Her ne dense dönemin üniversite yönetimi var olan heykelde değişiklik yapmaya karar vermiş. Değişiklik yapılmış. Değişikliğe de açılış yapılıyor. Tüm üniversite yönetimi orda. Metin Bostancıoğlu ve onun hukuk dan hocası da. Heykel açıldı. İkramlar var. Metin Bostancıoğlu’na.. “Şu an burada aynı mekândayız. Bana bir sınırlama yok. Hatta aynı ikramı hep beraber tüketiyoruz. Zaman oluyor başbakanlar, cumhurbaşkanı ile beraber oluyoruz. Bir sıkıntı yok. Yazan benim. Ağır konuşan benim. Sizin rijit dediğiniz gazetede çalışan ben.. Ben erkek olduğum için bir sınırlama yok. Ancak, evde hiçbir şeyden haberi olmayan, yazmayan, hatta olur olmaz şeyleri okumayan hanım gelse “başörtüsü” nedeniyle buralara almıyor, üniversite kapısından içeri almıyorsunuz. Bunun mantığı var mı? Şeklindeki soruma karşı, “benim anam da başörtülü idi. Babaannem Kur’an okurdu” diye başladı anlatmaya.. “Peki anan okumak için gelse üniversiteye alacakmışsınız?” diye hemen soruyu yapıştırdım. Misafirler, çevresindeki yalakalar ve dahi hocası huzurunda bu sorularla karşılandığından renkten renge giren Bostancıoğlu, “Bak güzel kardeşim bunlar burada ayak üstü konuşulacak konular değil” demez mi? “Hay hay. Benim için fark etmez. O zaman buyur şuraya oturup konuşalım. Burada istemez isen makamında da olur. Ancak tüm buradakilerde yanında olsun. Hocanızda hukuk adına hakem..” Tabi ses yok. Ve heykel açmanın “erdemi” ile mest olarak gülücükler içindeki bakan ve şürekâsı mosmor bir eda ile kaçarcasına araçlarına kendilerini attılar.. ………….
“İSLAM BİR KÜLDÜR.. TÜRK İSLAMI OLMAZ” Cebeci Şehitliği yakınına geldik. O yıllarda İslam tartışılıyor. Güya İslam’ın kainat çapındaki bütünlüğünü hazmedemeyenler “Bizde İslamız ama Türk İslami isteriz “diyorlar. Her kafadan bir ses. İslam içindekide konuşuyor, dışındakilerde. Hele İslamla hiç alakası olmayanların sesi daha gür çıkıyor 28 Şubat’ın resmi ideologları ile yeknesak davranıyor. Zira dönemin başbakanı Mesut Yılmaz'ın, "Dinimizin ithal Arap ve Acem karışımı gerici zihniyetlerin etkisinden kurtarılması gerekir."sözlerinden sonra, Hava Kuvvetleri Komutanı İlhan Kılıç, Gaziemir'de "Türk Müslümanlığı"ndan bahseden bir konuşma yapar. Kılıç konuşmasında, "Güzel dinimizin çağdaş Türk Müslümanlığının rengini karartmak isteyenlere önem ve fırsat vermeyin" sözleri dinde reform tartışmalarını yeniden gündeme taşır. Zaten, İlhan Kılıç, bir cenazede Kur’ân’ın aslını okuduktan sonra, mealinide okuyan hocaya "Arapçasını anlayamıyoruz, Türkçesi okundu ne kadar güzel oldu." diyerek zaten okunmakta olan Kuran meallerini yeni bir uygulamaymış gibi göstermişti. Bunu fırsat belleyenlerde “Türk Müslümanlığı “diye atışa geçmişti Bunu birisi durdurmalı. Ama kim? Hava Şehitlerini anma günü var. Kalkıp gittik. Giriş halka açık. Ancak sadece akredite basına yol var. Allah’a şükür bizde Allah’dan gayrisine “akreditemiz yok”. Eeee. Nasıl olacak? Allah kerim. Niyet halis. Akıbet hayır olur inşallah deyip çıktık yola… … Cebecide ki Şehitliğe varıp, göğüslerinde “akredite” olduklarını gösteren tek elden çıkmış isimlikleri ile gazetecilerin arzı endam ettiği alana durduk. Hoş gazeteciler tanıyor da. Resmi görevliler bizi bilmez. Kılıç “paşa”, konuşuyor. Bir albay gelip yanaştı. “Nerden geldiniz? diye sordu. “Yol”dan geldim dedim Nasıl geldiniz sorusuna da “yürüyerek” cevabını aldı. Özel araba ile gitmek bizim için olur şey değil. Taksi ile gelmek de mümkün değil. Gazetenin idare merkezi Strazburg caddesinden tabi ki yürüyerek gittim. Beni ya saf ya da anlamaz zanneden albay, gitti fakat yeniden geldi. O sırada Şehitlik’de törende olduğumu öğrenen Haber Müdürü Kamuran Akkuş, heyecanla ikide bir arayıp “paşa ne konuştu “ diye soruları ile beni bunaltıp duruyor. Albay tepemde. Ya misafirler tarafına vatandaş olarak otur ya da. Demeye getiriyor. Ve “Hangi kurumdansınız? “ sorusuna. Ben gayet ciddi.” Ne kurumu ne isi? Bizim o işlerle işimiz olmaz. Bak paşa konuşuyor. Kendisine söylerim ha..” deyince çekti gitti bir daha da yanıma gelmedi. Konuşma ve Okunan Kur’anın Türkçe tercümesinden sonra şehitlik gezilerek kabirler ziyaret edildi. Artık gitme vakti geldi.. “Paşa “ vazifesini yapmış olmanın hazzı içinde gidecek gayri. “Paşam, bu günlerde bir tartışma var. Acem, Arap Türk İslami olur mu?” Millet “acem” lafını duyunca bir tuhaf oluyor. O yüzden midir bilmem ama “Paşa” cevap olarak. “Hayır… İslam bir küldür. Acem, Arap vs İslami olmaz. İslam bir bütündür. ” diye cevap verdi. Bu cevap da yetti Cevabın ajanslardan duyulmasıyla birlik de gözünü, kafasını kışlaya çevirerek sözde beyinlerini işletenler” hizaya geldi. O günün şartlarında “İslam”a yönelik yapılan çirkin sldırılar bitti. “cim” Türkiyesinin “Necip medyası” hiç değilse İslam’ın bütünlüğü konusunda kuluçkaya yattı. Demek ki “kılıç” darbesi gerekiyormuş. Hey gidi günler hey. ………. O Günlerde yapılan cumhurbaşkanlığı tartışmaları da ayrı bir olay..

MAKAM ADAMI ALIR GÖTÜRÜR AKP Kurcusu eski vekil anlatıyor. Abdullah Gül’ün 840 rakımlı tepeye oturduğu son cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi. Kızılcahamam’da AKP’nin İstişare toplantısı var. Çoluk çocuğumuzla ordayız. Cumhurbaşkanlığı için sayılan isimlerin başında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül var. Vecdi beyle de bizim 30 yıllık hukukumuz var. Oturduğumuz alana görevliler servis yapmıyordu. Vecdi bey hanımı ile oturuyor. Hemen koşup , kendi ellerimle iki kahve kapıp geldim. Vecdi bey ve hanımına ikram ettim. Kahveyi içtiler. Yan tarafta parti kurucusu ve sanat camiasından tanınan Yasemin Kumral var. Yasemin hanıma kahveye bakmasını rica ettik. Yanındakilerde “Yasemin Hanım, kahveye şöyle fala bakar. Böyle bakar. Senede bir bakar, pir bakar. Söyledikleri mutlaka çıkar” diye gaz verdiler. İslami sosyetenin fala bu derece yatkın olduğuna bu konuşmalarla şahit oluyordum Vecdi beylerde havaya girdiler. Kahve h-falına bakılmasına razı oldular. Yasemin hanım kendine has eda ile başladı fincanı incelemeye. “Yüksek tepe görüyorum. Çankaya gibi.. Bak bak oraya yürüyorsunuz. Ancak oraya çıkmak için önünüzde başka yüksek tepeler var onları da aşmanız gerek” diyerek fincandaki kahve telvesini yorumladı. Vecdi bey bir daha umutlandı. Ancak Abdullah Gül, engeline takıldı. Koca koca adamlar, makam önlerine serilince bir başka oluveriyorlar. ……………. Milli kültürden iz nerde Mamak belediyesine geldik. Görevliler eski vekili tanıyor. Öbür kapıda vatandaşa kimlik vs diye kök söktürülürken bu kapıda tanıdık olunca Ne kimlik ne de başka şey. Vatandaşa set olanlar burada itibarlılara post oluveriyorlar. İnsana değil, kalıba, kıyafete, görüntüye verilen değere, alçalmalara şahit oluyoruz. Bina büyük. Modern yapılmış. Gazi Şahin yaptırmış. Ancak bu seçimde Elmadağ’ında zor yer bulmuş. Bina ya çok para harcanmış ancak kimliksiz, kişiliksiz. İnsan kendi kültür değerlerini yansıtacak en ufak bir iz bulamıyor. Seçimlerde sizdeniz diye gelecek, milletin na mütenahi imkanlarını taşa toprağa, kuma, demire çimentoya gömeceksiniz. Miletlin kültüründen, kâinata bakışından hiçbir yansıma yaptırmayacaksınız. Yazık çok ama çok yazık.

…………. Server Vakfındayız. Orada bir dergi çalışması yapıyorlar Çalışmanın öncülerinden Salih ve İbrahim beylerle konuşuyoruz. Dergi çalışmalarından, kültür konularından bahsediliyor. Bana da yaptıkları bir dergi vermek istiyorlar. Fakat derginin ismi? Yayıncıları milli kültür ocağında pişmiş, milletin geleceğine, gençliğin fikri şekillenmesine dair söyleyecek sözleri var. Var da.. Milli kültür açısından bir duruşları da olamamalı mı? Derginin simi, bırakın münevverler arasında her hangi bir Anadolu kahvehanesinde söylense milletin yüzü kızarır. Bu nedenle , önce siminizde meymenet yok. Bunu götürüp kütüphaneme koymaya hicap duyarım. Ankara Büyük Şehir belediyesi, halktan aldığını halka vermek ve rehabilitasyon açısından çok büyük hizmette bulunuyor. O hizmetin verildiği yerlere konan isim, rezalet. O yüzden ben oralara “Aile Merkezi” diyorum, diyerek dergi ikramlarını çevirmek durumunda kaldım. Milletimiz neyin nerde konuşulacağını bilir. Bazı kelimeleri özel yerlerde kullanır. Biz ne yapıyoruz? Hem de resmi isim verdikleri için Körpecik ağızlarda mahrem sözcükler dolaştırılıyor. Tertemiz sıcak aile yuvasından çıkan su gibi saf Anadolu çocuklarının karşısına “Aile …. merkezi” levhası dikiliyor, beyinlere pespayelik nakşediliyor. Dergi çıkarıyoruz . Adı “Edebiyat bilmem nesi” Arkadaş “ Edebiyat Meydanı “de, “Edebiyat ocağı” başka şey de. Kökümü kesildi güzelim Türkçenin. Yıllar yılı Ecevit’in sanristçe uydurukçasına direnen millet, belirli imkanları ele geçirince ne oldum delisi mi oldular ki, hassasiyetleri uyuştu. Mamak’a belediye sarayı yapılıyor, Hem de Milli Görüş geleneğinden gelenlerce.. Kimlik ve kişiliksiz ucube bir yapı. Ankara Büyük Şehir Belediyesi Belediye iyi hizmet üretiyor. Hizmet verdiği alanın ismi rezalet. Aydınlar yön verme adına dergi çıkarıyor ismi garip Hiç omurgamız, duruşumuz olmamalı. Yapılanı kabullenerek madem bizimkiler öyle münasip görmüş diye kabullenelim mi? Neyse ki muhataplarım ince ruhlu insanlardı da anlayışla karşıladılar. NE OLUYORUZ? Bir ”tele kulak “ yaygarası aldı gidiyor. Memleket çalkalanıyor, devlet yapısı “tele kulakla” sarsılıyor. Sokaktaki vatandaş tedirgin. Bir arkadaş hastalanmış. Bırakın konuşmayı. “Artık yemeye içmeye dikkat ediyorum.Her getirileni yemiyorum.Allah günah yazmasın çöpe atıyorum. Yiyeceklerle adamı yavaş yavaş öldüren, sakat bırakan virüs, mikrop veriyorlarmış. Gelen gideni eledim. Herkesle rahatça görüşmüyorum. ”diyor. Ne hale geldik. Nasıl olmasın ki Hakimler;” Bizi dinlediler” diyor. Bir başkası dinlenenler hakim kararı ile gerekçesini sunuyor. Başvekil “Bende dinlendim” demez mi? Bir bakan , Hem de adaletin başına geçirilen kişi, -Anadolu şehirlerinden birinde ismi cismi bilinmezken- “İl Başkanı idim. ABD’li konsolosluk görevlileri ile konuştum. O konuşmayı bana dinlettiler” diyebiliyor.(Acaba, siyaseten yükselmesinde o konuşmanın tesiri olmuş mudur?.. Olmuşsa orası daha vahim ya) Kurumların birbirini dinlediği söyleniyor. Öyle bir hal almış ki sokaktaki vatandaş da dinlenip, izlendiğini söylüyor. Panik ve korku memlekete hakim. İnsanlar belli yerlere ulaşmışsa konumlarını yitirmemek için en yakınları ile bile görüşmüyorlar. Angaraya son inişimde Adliyeden birlikte çıktığımız, siyasetçi ve dava vekili “Şu an bizi de dinliyor olabilirler” diyor. Diyorum ki hiç önemli değil.Dinlesinler. Belki öğrenecekleri vardır. Eskiden gazetecilik yaparken telefondaki muhatabıma, acele etme. Yavaş yavaş anlatıyorum. Belki de arkadaşlar not alırken zorluk çekerler. Notlarını tam alsınlar. Sıkıntı yaşamasınlar. Arkadaşlar bilmiyorsa öğrenirler diye söze başlayıp. Tane tane anlatırdım. Dinleseler ne olur dinlemeseler? Siz doğru oldukça neden korkarsınız* Evet.. Kamu imkanlarını kullanırken. Siyaset yaparken. Eşiniz, arkadaşınız, aileniz için konuşurken doğru olacaksınız. Heç bi şey olmaz. “Telekulakédan korkanlar, birde milletten, Allah’tan korksalar işler daha doğruya gider. Eski dönemlerde ilahi mesaj gereği, her şeyiniz kayda anlıyor. Zananı gelice hesaba çekileceksiniz. O kayıtlar tek tek önünüze gelir” dendiğinde dudak bükenler. Bunlar uydurma diyenler. Şimdi “Telekulakla” neden paniklediniz… İnsan oğlu, basit metotlarla sizi izlerde Kainatın yaratanı boş mu bırakacak??

……….. ESNAF Ulus, Kızılay mıntıkalarını dolaştım. Necati bey, Sakarya caddelerini turladım. Balıkçıoğlu, Menekşe, Ülküalan gibi köklü çarşılara göz attım Eski tanıdık simalar kaybolmuş. Yerlerine gelenler, türedi cinsinden “resmi esnaf.” Zira Angara’da esnaf yapısı da değişmiş. Hem esnaf hem kimyası değişmiş Kalanlarda yıların yükü ile değişmiş. Esnaf, diğerkamdı. Esnaf güler yüzlü idi. Esnaf, insana yine gelmesi gereken kişi diye bakardı. Onu varlık olarak görür, birlikte yaşayacağını, birlikte var olacağını bilirdi. Şimdi cebindeki parayı almaya bakıyor. Para olarak görüyor. Çoğu da zaten parayı görmüyor. Vatandaşın plastik kartlarına değer verip otak olduğu banka ile karını bölüşüyor. Esnaf, yüze gülmüyor. Yüzü gülmüyor. Sattığı malına sahip çıkmıyor. Eskiden malına sahip çıkar, müşteri memnuniyetini sağlardı. Şimdi ise bir çokları hukuksal kazanımlara rağbet ediyor. Vatandaşı zora itiyor. Yerinde kalan can çekişiyor. Sermaye edinip gidenler plazalara taşınmış. Ancak ne plazalardakiler nede yerinde kalıp hasiyet mücadelesi yapanlar memnun. Zira “Angara, avm denen bu kadar sayıdaki plazaları kaldırmaz “diyorlar. Umutla, heyecanla plazalara gömülen sermayeler uçmak üzere. Çünkü birçokları boşalıyor. Bazı akıllı davrananların yaptığı gibi, esnafın yükü azaltılmaz ise bir esnaf kepenk kapatınca onu diğerleri takip ediyor. Panik, plazaya kilit vurduruyor.

17 Kasım 2009
 
Toplam blog
: 40
: 874
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Hayata Elektronik teknisyeni olarak başlayan Çavdar, her kim  ne hal üzere gördü ise  öyle bilini..