Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '19

 
Kategori
Felsefe
 

Anlamak Gerek 50

50

El mantığı kolektif işleyiş üzerinde kişisi sahiplik iradesiydi. Bu irade kolektif iradeyi susturmuştu. El mantığı başta olmayandı. Ama başta olanın yerine kondu. Ne getireceği ne götüreceği hesaplanamayandı. Bilinemeyendi. Gerçek olanın yerine kişi özneli anlayış ve anlatımları koyan tuzak söylemlerdi. Ancak vaatleri ile kişilere cazip gelen anlatım ahitleriydi.

 

El ile yapılan ahit demek, kolektif irade yerine özelleştiren kişi sahipli iradeyi koymak demekti. Kolektif sistemi enfekte etmekti. Kolektif mülk, kimi kişilerin mülkü olmuştu. Sahipliği olmayanların yoksulluğu açlığı sefaleti ortaya çıkmıştı. 

 

Sefaleti olanlar çalışıp ürettiği halde sırf kolektif üretim aracı sahibi olmamaları yüzünden insan bin bir hal içindeydi.

 

Üretim kesikli ve sürekliydi. Şu hâlde özelleştirme de sömürü de kesikli sürekliydi. Erdemlerimiz El e El mantığına göreydi. Yani kişisi sahiplerin sahiplik amacına göreydi. Onlar kolektif mülkiyeti tuzaklarla çalıp ele geçirmişlerdi. Ama sen kolektif hakkını kaybetsen de erdeminden ötürü çalmayacaktın.

 

Erdemlerin seni kolektif olmayan mülkün korunmasına ve mülk sahibine saygıya davet ediyordu. Başlangıç içinde oluşan kolektif anlayışta, mülkü koruma işi erdemlerden ötürü değildi. Zorunlu, karşılıklı yükümle, kendilikle olan iş bölüşümüydü.

 

Oysa şimdi tuzaklar nedenle kırılan kolektif bağlar; erdemle, iman akdiyle sarsılmaz iman ile dolaşarak yerine konmak isteniyordu. Neyin kaybedildiğini, kaybedilenlerle de ne olmazlıklarına ortaya konulduğu görüldü.

 

Kolektif bağ gibi olmazların yeniden yerine konması gerekiyordu. Hem özel mülk kutsallığı hem özel mülkün ortaya konup savunulması sürdürülmesi sürekli kılınma sömürüsü için kolektif bağ gerekiyordu. İşte bu çelişkiydi.

 

Bu çelişkiyi ya zorla ya kişileri sisteme ve kendisine yabancı kılmakla bir arada tutacaktınız. Zor kullanmak zorbalıktı. Zalimlikti. Zorbaca ahitti. Kişileri sisteme yabancılaştırma işi de zorba ve zalim olana karşı acıma ve merhamet olan iman ve inanıcı ahitti. Cebir yapan inanmalar da ahit içine ustaca gizlenmişti.

 

Köleci sistem ikisini de bir arada kullanıldı. Birinin yetmediği yerde ikisi birden kullandı. Anlaşılmasın diye insanı kendisine ve sisteme yabancılaştıran iman ahdi sistemin en başına kondu. İman ahdi birleştiren değildi. İman ahdi üreten ilişki hiç değildi.

 

Ama sefalet nedenle dayanışan benzer amaçlar bir araya geliyordu. Sefil olanlar emek gücü sömürülmekle çalışanlar üretenlerdi. Üstelik inancı iman ahdi olanlardı. İşte iman dışındaki nedenle bir araya gelenler, iman gücü sayesinde bir araya gelip üretenler türünde verilen algı yanılsaması burada ortaya konuyordu. 

 

Sömürülenler de sefaleti bu inançları üzerinde sorgulamakla ana konudan tümden uzaklaşıp kendisine ve sisteme yabancılaşıyordu. Mülk sahibine olan ibadet ve tapım; yabancılaştırma süreci ile bir perde daha gizlendi. Karartıldı.

 

Şimdi karartılma içinde gizlenene, gaip olana, gaip alemine; yabancılaşmaya saygı ve ibadet istemi (tapımı) erdemdi. Bu gaip algısını oluşan bu yabancılaştırmayı oluşan nedenle; çalışmak ibadettir, diyordu.

 

İyi ama mülk sahibi olmakta muktedirlikti. Egemenlikti. Hüküm sahipliğiydi. Faziletti. Hamiyet ilikti. Yardım severlikti. Beylikti. Efendilikti. Ağalıktı. Yönetim ve iradeydi. Lütuf etmekti. Çekinilen korkulandı vs. Çalışmak ibadettir diyen buna değinmiyordu. Bir araya geliş ibadete ve biat ahdine yatkınlık oluyordu. İbadet te çalışma oluyordu, Tersinden de çalışma ibadetti. Yabancılaştırma sömüren için saadetti.

 

Bu yaklaşımlarla tarihten, tarihsellikten, kolektif bilinçten eser kalmamıştı. Zaten istenen de buydu. Cehaletti, bilmezlikti. En önemli kolektif mirastan biri olan depo edilmiş kolektif bilgi üretenlerden saklanmıştı.

 

İman ahdi olan köleci ahit en temel yabancılaştırma söylemli, ahitti. İman kolektife karşı olmakla daha baştan gizliyordu. Gerçekleri gizliyordu. Kalp içinde olanı, kalplerde olanı, bencilce olanı gizliyordu. Üreten irade sahibi gerçekliğin, emek değiş tokuşu olan ittifak ahdi yerine; mülk sahibi olacak kişiyi irade sahibi kılmakla gerçeği gizliyordu.

 

Böylece ilk iman ahdi olan anlaşma gizlenen bir bencillik içinde çıkarı gözetme ile bencilleşip hem tuzağa düşürme hem de tuzağa düşmekti. Bu nedenle El kendisine; tuzak kuranların en hayırlısı, diyecekti. Bu ilk aşamada iman ahdi yapan kişiler birinin sahipliğine inanmaktan çok bencillikleri için kendi seçilecek olmalarına inanmakla bir araya geliyorlardı.

 

Gizlemenin ikincisi buydu. Kendi sahipliğini, kendi eğriliğini doğru görmekle bir araya gelenler bu bir araya geliş duygusunu iman ahdinden sanılıyordu. Bu üçüncü yanılmaydı. Üçüncü gizlemeydi. Ve üçüncü yalandı. 

 

Dördüncü yalan olan bu tutum içlerinde gizli olanı izole monarşin yapı içinde dışa vurmaktı. İşte bu durumda da Atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Efendi ve köle mülk sahibi ve mülkten yoksunluk ortaya çıkmıştı. Kolektif güç efendinin eline geçmişti. Kolektif güç ve üreten güç, ibadet olmakla; mülk sahibi efendiyi saygılı olmaya dönüşmüştü.

 

El ile başlayıp hala sürmekte olan bu özelleştirme işi iyi huylu tutumdu. Köprünün altında çok sular geçmişti. Şimdi ahlaklı ahlaksız vardı. Ahlakçılar insanı imana, iman ahdine; kurtuluşa çağırıyorlardı. Daha çok iman demek, daha çok sömürüye yatkınlıktı. Daha çok bilmezliğe yolsuzluğa batmaktı. Sömürü sefalet, zulüm ayyukaydı. Ezme de ezilme de erdemdi.

 

Bu durumda feryatta olanları kurtuluşa çağıranın, insanlara vaat gününü sayıp dökenin; kendilerini vaat gününe, hesap gününe dair uyarıcı, sakındırıcı sayanların; Yahya gibi vaazı olanların, İsa gibi ben vaftizciyim diyenlerin bini bir paraydı. Erdem sizi töreye itaate çağırıyordu. İyi ana baba olanlar da zaten töre olanı öğretiyordu. Töreyi de irade sahipleri söylüyordu.

 

İrade sahipleri de kolektif güç üzerinde mal mülk sahipleriydi. Mal mülk sahiplerinin töresi de kolektif güç üzerinde mal mülk sahipliklerini korumaktı. Bizim erdemimiz de töreye göre olunca, töremiz de efendilere göreydi. Şu hâlde töreye teslimiyet göstermekle iyi ana olma iyi baba olma süreci de köleci ve sömüren düzene hizmetti.

 

Sistem başka türlüsüne izin vermiyordu. İyi analık babalığa izin vardı. Ama kolektif güç diyen ana babanın, ana ve babalığına izin yoktu. İmanlı olmak yerine emek, emek gücü, emekten yanaşlık dediğinizde hoş olmuyordu. Bu tür söylem iyi ana baba kapsamına hiç girmiyordu. Sakıncalıydı. Kader, kime şikâyet edeyim seni; diye şarkı söylerseniz hiçbir sakınca yoktu. Ben feleğin çarkına çomak sokarım, derseniz cıs olurdunuz.

 

Sistem sizi her yönden sarmala alıyordu. Sistem uyarıcılar ağzında evlatlara da: analık babalık hakkını gözet, diyordu. İyi ananın töre, gelenek dediği yerde evlat; emek, emek gücü, dediğinde hayırsız evlattı. Vaazların yeterli olmadığı yerde de iyi analığımızı her gün evladın başına kakış yapmakla, "saçımızı süpürge etmekle" analığımızdan dem vuruyorduk. Yani bizler nankör evlatlar olmakla hep azarlanırız.

 

Biz de saçını bize süpürge yapan anamıza karşı; Özge’nin anasına babasına bak, sizin gibi mi?  Siz ne biçim bir ana babasınız diye nispet yaparak evlatlığımızı iyi ana babaların yüzlerine vururuz. Bu durumda da düzenin ideoloğu olan uzmanlar deveye girer. Her ailenin, her çocuğun başkasıyla kıyaslanamaz bir gelişme çizgisi var, öğüdünü alırız… Uzmanın bu konuşmasıyla toplumsal gerçeklik biyolojik düzeye indirgenmekle kömür gibi kararırız. Yüzümüzde zeytin karalığındaki ışılama da kalmaz.

 

Dahası iyi analık iyi babalık tanımlı bu tür yobazlıklar içinde kalıp; toplum uhdesinde olası gerekip te özelleştiren irade nedenle köleci sistemin üzerimize yıktığı sistemin tüm köleci çelişkilerini bu gibi köleci öğreti olan anlayışların içinde kalmakla; sistemin çelişkilerini iyi analık, iyi babalık, iyi evlatlık hakkı üzerinde sorgulanırız.

 

 
Toplam blog
: 418
: 104
Kayıt tarihi
: 26.11.10
 
 

26 yıllık sınıf öğretmenliğinden sonra emekli oldu. Şiir çalışmaları ve deneme türü olan, toplum ..