Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '09

 
Kategori
Felsefe
 

Anlamak gideni... Ve gelmekte olanı...

Anlamak gideni... Ve gelmekte olanı...
 

Suların sesini dinle şimdi...


Birer birer sayabilirsiniz değil mi?

Ya ikişer ikişer?

Dilerseniz, biner biner sayarak, 200.000.000’a dek saymayı deneyin…

Biraz zaman alır...

Yani her saniyede bir tane bin saysanız yaklaşık: 200.000 saniyenizi alır ki bu da: 3333 dakika veya 55, 5 saat ya da başka bir deyişle: 2, 5 gün demektir.

Biliyor muydunuz? Dinozorlar şu yalancı dünyada tam iki yüz milyon yıl yaşadılar. Dile bile zor değil mi?

Hangi yıldayız şu an? Miladi takvime göre: MS. 2009.

Ateşin keşfi?

Tekerleğin keşfi?

Konuşabilmenin keşfi?

Yazının keşfi?

Sanat?

Savaş?

Dostluk?

Paylaşım? Esaret? Hürriyet?

Yani benim güzel kardeşim, günümüz insanının bilinen tarihi topu topu 5 bin yıllık…

Hani biner biner sayıyorduk ya…

Beş saniye sürüyor 5.000 diyebilmemiz. 1, 2, 3, 4, 5… Tıp!

İki…

Yüz…

Milyon…

Yıl… Yaşamıştı dinozorlar... Dinozorların şu yalancı dünyada geçirdikleri süreyle günümüz insanının bilinen tarihini karşılaştırdığımız zaman durum şu: Sıcak bir temmuz akşamında, burnunuza konan sineği kışlamanızla birlikte, sineğin burnunuzun ucunda geçirdiği süre kadar kısa!

İnsanoğlu dinamik bir yapıya sahip. Dünya dönüyor ve insanoğlu, adına hayat dediğimiz bu yolda yürüyüşüne devam ediyor.

Nereye doğru giden bir yürüyüş bu?

Mantık şunu der: Bir kapıyı kapatabilmeniz için gerekli olan tek şart kapının açık olmasıdır. İnsanoğlunun da, adına hayat dediğimiz bu yolda yürüyebilmesi için gerekli olan tek şartı yollarını inşa ediyor olmasıdır. Peki… İnsanoğlu yollarını inşa ederken, yolların insanları nereye götüreceğini nasıl belirliyor?

Rota, nasıl ve kim tarafından çiziliyor?

Rotayı ihtiyaçlarımız belirler.

Felsefe: İnsanoğlunun, ihtiyaçlarını edinebilmesi için düşündüğü çözümlerin tümüdür.

Kendi lafıma kendim güleceğim şimdi…

Kıkır…Kıkır…

Rotayı ihtiyaçlarımız belirler sözü ne kadar da romantik bir söz değil mi? İlk anda insana nasıl da doğruymuş gibi geliyor…

Oysa hayat, bilimsel gerçeklerin sürekli kazandığı kusursuz bir laboratuar ortamı değil!

(Hiçbir zaman steril olmadı hayat!)

Rotayı, GÜÇLÜ OLAN belirler…

Hayatın içinde şike var, parmak atma var, arkadan itme-önden çekme var, fiyat var, arz ve talep var, vitrinler ve kürkler var. Annemizin boyanıp tekrar babamıza satılabilme durumu var. En acısı ise: Hayatın içinde var…

Orta doğuda güçlü olan kim?

Avrupa’da?

Asya’da?

Amerika kıtasında… Dünyada?

Dünyanın bütün ülkelerinde yapılan istatistikler, dünyanın en sevilmeyen iki ülkesinin ABD ve İsrail olduğunu gösteriyor…

Üçüncü sırada ise AB var…

Ne garip değil mi? Bu… Dünyanın en güçlü ülkeleri, yani dünyanın rotasını belirleyen bu ülkeler aynı zamanda en sevilmeyen ülkeler…

Neden acaba?

Yanıtı çok basit:

Adil değiller…

Üzgünüm ama… Adalet de izafidir…

Bizim için adil olmayan ne varsa… Onlar için adildir :-)

Yani bizler:

Mesela, Venezüellalılar…

Mesela, Protestan Hıristiyanlar ya da Alevi Müslümanlar

Mesela Fenerbahçeliler

Kürtler Türkler Ermeniler…

Mesela işsi sınıfı…

Yani… Kim olursak olalım…

Kendimizi, hangi sosyal sınıfta ya da milliyette hissediyorsak hissedelim…

Güçlü olduğumuz an adil olamayız…

İlla ki bizden yana döner nalıncı keseri…

Bu yüzden ailemize sahip çıkmak isteriz.

Masum çocuklarımızın üstüne bu yüzden titreriz…

Şunu biliriz çünkü:

Kapının önünde vahşi bir hayat var!

Oysa evimizin bahçesine, göç yollarından yorgun bir turna inse…

O güzel bahçemizi, o turnayı avlamak için bir cehenneme çevirebiliriz…

Yani vahşi kapitalizmin karşısında aciz olan bizler, yaralı bir turnanın karşısında vahşi bir tilkiye dönebiliriz…

Hayat… Bileşik kaplar teorisine döndüğü gün adil olacaktır.

Yeryüzündeki bütün denizleri ve okyanusları düşünün şimdi:

Hepsinin aynı seviyede ve hepsinin dengede durduğunu göreceksiniz…

Bileşik kaplar teorisi :-)

Bileşik kaplar teorisinin oluşması, suların birbirine kavuşması ve bir denge dahilinde tümünün aynı kotta (sosyal statüde/zenginlikte) durabilmesi için ise ne gereklidir?

Bunun da yanıtı çok basit:

Suları birbirinden ayıran setleri, yıkabilmek gerekir…

Bu setleri, karşınıza küreselleşme adıyla dikerler,

Birbirinize kavuşmanızı liberalizmle engellerler…

Karakollarınızı basarlar, eğitilmeyin hep asker olun diye…

Futbol endüstrisini, el altı fuhuşu, 4 eşliliği desteklerler, uyanmayın diye :-)

Suyu olmayan köylere çamaşır makinesi verir, sonra yoksulluğun haczine gelir, beşte bir fiyata geri alırlar :-)

Onlara sadece gençliğiniz ve gücünüz gereklidir, o yıllarınızı sömürüp alıverirler ve cascavlak bırakırlar sizi… Bir türlü yetmez emekli maaşlarınız, hastaneler çiledir, sular zehir, nefes zehir…

Dinleyin şu acı soğanı…

Ne diyordu Kızılderili reis?

İçimizde sürekli kapışan iki kurda benzer iyilik ve kötülük…

Hangisini beslerseniz… O, kazanacaktır mutlaka…

Şimdi…

İçinizdeki kızılkurtları besleme zamanıdır…

Şimdi…

Etrafınızdaki tüm engelleri yıkarak, adalete kavuşma zamanıdır.

Gücü, tüm insanlığın hizmetine sunma zamanıdır…

Şimdi…

Oldukça geç kalmış olsak da…

Orta çağı, kapatma zamanıdır…

Şimdi…

Tıka basa dolu otobüslere binip işe gidebilmek için, birbirini ezen insanların,

Ucuz belediye ekmeğini alabilmek için sabah ezanından önce uyanıp, bin bir mücadeleyle 4 ekmek alıp, kuran kursuna gidecek olan bebelerine zeytin ekmeli kahvaltılar sumaya uğraşan bacıların zamanıdır…

Dandik krizlerden işsiz kalıp, intiharı düşünenlerin zamanıdır.

Şimdi, gerçek Adalet ve gerçek Kalkınma için

Sosyal bir devlet olabilme zamanıdır…

Sosyal devlet lafı ağızlarda sakız oldu değil mi?

Milyar dolarları ihale bahşişlerinden damlata damlata toplayanlar, sosyal devletten bahsediyorlar değil mi?

Bir gecede tüp gaza %20 zam yapanlar, garip gurebanın kaynayan çorbasıyla oynayanlar, sosyal devlet edebiyatı yapıyorlar değil mi?

Birkaç ayda doğal gaza %85 zam yapıp sonra da %15 ini geri alanlar size sosyal devleti inşa ettiklerini söylüyorlar değil mi?

En ağır vergi yükünü, en pahalı akaryakıtı, en büyük cari açığı, dünyanın en borçlu ülkesini yaratanlar, gencecik cumhuriyetin tam bağımsızlık ülküsüyle kurduğu ağır sanayileri küresel toplara satanlar, size sosyal devletten bahsediyorlar değil mi?

Terörü inşa edenlere Terörist…

Sosyal devleti inşa edenlere ise Sosyalist denir…

Şimdi korkmadan, setleri kırıp, denizleri birbirine kavuşturma zamanıdır…

Şimdi korkmadan, biz sosyal devlet istiyoruz deme zamanıdır.

Sosyal devleti size, son kullanma tarihi evveli asırda tükenmiş olan takkeli liboşlar değil…

Sosyal devleti size peştamallarından kan sızan, emperyalist işgallerin suç ortağı, takunyalı haçlılar değil…

Sosyal devleti size, vatan aşkıyla nabzı vuran pırıl pırıl sosyalistler verecektir…

Bu memleketin gencecik çocukları verecektir…

Onlar ki: Düğünlerinde takılan altınlarla kuyumcu dükkanı açanlar değil…

Babalarından aldıkları harçlıklardan arta kalan paralarla gemiler satın alıp armatör olanlar değil…

16 yaşında e-ticaret yapan först delikanlılar değil…

Süte mısıra ete popoya hülle katanlar değil…

Onlar ki:

Anacıkların-Kederli babacıkların, maaşlarının son kırıntılarıyla, dağlara dönmüş kredi kartı borçlarıyla, terminallerden otobüslere binerek üniversite okumaya giden yiğitlerdir…

Onlar ki:

Ellerine kına yakılarak, askere gönderdiğimiz, nedenini dahi sorgulamadan, sadece vatan aşkıyla, kirli savaşlarda kara toprağa verdiğimiz yiğitlerdir…

Onlar ki... Yangınlarla tükenen bu çağın üstünde, dünyanın dört bir yanından, toplumcu sürgünler veren filizlerdir…

Şimdi korkmadan sosyalizmi isteme zamanıdır…

Hemen… Şimdi…

Korkmadan…

Korkmadan…

Korkmadan…

Korkma…

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…

Blognot: Az önce, işçi çavuşum bana sıkma ikram etti. Sıkma, bazlamanın sıcakken içine tulum peyniri, çökelek ya da patatesli karışımlar konarak, dürüm haline getirilmiş şeklidir. Bana az önce gönülden ikram edilen bu sıkmanın ise içi boştu. Mahcubiyet içinde verdi, şefim bu yağlı sıkma, yarın da çökeleklisini getiririm dedi… Allak bullak oldum… Tam da bu yazının son rötuşlarını atarken… Ey hayat, adaleti taşımazsak sana, şu katıksız sıkmalar haram olsun topumuza… Boğazımıza dursun ham çökelek!

 
Toplam blog
: 153
: 1481
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

Tıka basa dolu bir adam değilim. Balığı gördüysem derine inerim. Uzun süre gölgede kalamam. Okuru..