Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Anlamak ve anlaşılmak üzerine ....

Basit iki kelime gibi gelsede, biraz düşünülünce bu iki kelimenin içerdiklerinin büyüklüğü görülebilinir.. Nasıl mı? Düşünelim..

İnsan, diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde (anne, baba, çocuk, sevgili, eş, dost, arkadaş, akraba vb) karşısındaki insanın, kendisini yansıtan bir ayna olduğunu çoğu zaman farketmiyor. Hepimiz aslında farkında olarak veya olmayarak tüm ilişkilerimizi; ANLAMAK VE ANLAŞILMAK temelinde şekillendiriyoruz. Karşımızdaki insandan bize yansıyan davranış ve düşünceleri bitmek bilmez bir çabayla anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Ve tabi ki o kişiye verdiğimiz düşünsel, davranışsal yanıtlarla da anlaşılmayı bekliyoruz..

ANLAMAK.. İnsanoğlu ilkçağlardan bu tarafa, aslında sadece kendi türüyle değil, diğer canlılarla doğayla, dünyayla, evrenle ve kendi varlığı da dahil olmak üzere etkileşimde bulunduğu hemen herşeyi anlamlandırmaya, niye, neden, niçin sorularına yanıt bulmaya, kısacası anlamaya çalışmıştır.

Peki insanın bu çabasının sebebi nedir? Niye anlamaya çalışırız?

İnsan doğası, varlığının hem fiziki (bedenen) hemde ruhi ( manevi) anlamda sürdürülmesi, yaşaması üzerine kuruludur. Varlığın fiziken devamı noktasında insan, barınak, yemek, giyinmek vb ihtiyaçlarının istikrarlı bir dengede giderilmesine odaklıyken, ruhi varlığın devamı; en yakınındaki ailesinden başlayarak, genişleyen bir çerçevede toplumsal anlamda iş, sosyal, özel vb ilişki modelleri içindeki iletişimlerle, etkileşimlerle sağlanır. İnsan, bu devamlılık sürecinde içinde varlığını sürdüreceği ortamları, iletişime gireceği insanları belirlerken, tercihini daima dengeli, istikrarlı, güvenilir, anlaşılır olandan yana yapar. Çünkü insan, anladığı oranda belirsizliği, bilinmezliği, korkularını giderir ve varlığının devamına dair, kendini güvende, rahat hisseder. Bu sebepledir ki; insan (farkında olarak veya olmayarak) anlamaya,anlamlandırmaya çalışır süregen bir biçimde..

Peki anlamak, anlamaya çalışmak nasıl bir süreçtir insan için?

İnsan için bu süreç; maddi, manevi, fiziki emek (inanç, zaman, çaba, sabır, empati, fedakarlık vb gerektiren) ve gereğinde kendine özeleştirsel, objektif yaklaşımı da içeren bir süreç. Tabi ki bu noktada, insanın anlamak istediği kişiye veya olaya atfettiği önem, değer oranında bu süreç şekilleniyor. Anlamaya çalıştığımız kişi veya olay, bizim için önemli, değerli ise, bu noktada verdiğimiz emek o oranda fazla, süreç o oranda zor ve yorucu ve tabiki anlaşılmak isteğimiz, beklentimizde aynı oranda yüksek oluyor.

ANLAŞILMAK.. Bu istek anlama, anlamaya çalışma sürecinin kaçınılmaz bir parçası insan için. Çünkü insan, anlamak adına vermiş olduğu emekle, karşısındaki varlığa değerli, özel, güvenli bir etkileşim ortamı sağlamaktadır. Bu ortamda kendi varlığını da yaşatmak, değerli ,özel ve güvende hissetmek ister ki; bunun da tek yolu anlaşılmak isteğinin giderilmesidir. Varlığımız için bu o kadar önemlidir ki; çoğu zaman karşımızdaki kişinin, bizi anlamadığını bilsek dahi, o kişinin bunun için çaba sarfettiğini, emek verdiğini, anlamaya çalıştığını görmek bile yeterli olacaktır.

Tabi ki burada şöyle bir soru geliyor akla; iki insan birbirini bütününde, her durum ve şartta anlayabilir mi? Yani yüzde yüz anlamak ve anlaşılmak zemininde bir ilişki, etkileşim şekli mevcut olabilir mi?

Bence hayır. İnsan olarak hepimiz kendi yaşam süreçlerimizde, aileden başlayarak içinde bulunduğumuz, varolduğumuz ortamlarda ve hayatın bize getirdikleriyle, kendimize özel varoluş şekillerini barındıran kimlikler, kişilikler geliştiririz. Bu varoluş biçimleri, insansal bazı temel değerler noktasında benzerlikler gösterseler de, ayrıntılarda her insan için tek, biricik, kişiye özgüdür. Ve iletişimlerimizde, etkileşimlerimizde, ilişkilerimizde de kaçınılmaz olarak, geliştirdiğimiz bu modelleri kullanır, olayları, kişileri, yaşamı bunlar üzerinden değerlendirmeye, anlamaya çalışırız, anlaşılmak isteriz. Dolayısıyla her insan karşısındakini anlamak ve anlaşılmayı beklemek noktasında, ne kadar iyi niyetle çaba sarfederse etsin, kendi varoluş dinamiklerinden tamamen sıyrılması, karşısındaki insanın varoluşsal sürecinin üzerinden birebir ona yaklaşabilmesi, anlayabilmesi bütününde mümkün değildir. Aynı oranda karşısındaki kişiden de bunu yapmasını beklemesi gerçekçi olmaz.

Peki anlamak ve anlaşılmak; insanın toplumsal, sosyal, iş, özel vb neredeyse tüm yaşamında bu kadar belirleyici bir zemin oluştuyorken, insan olarak varlığımızı en iyi anladığımız ve anlaşıldığımız etkileşimler içinde yaşayabiliyorken, bütün bunlara rağmen bir insanı ve o insanın da bizi yüzde yüz, bütününde anlaması mümkün değilken ne yapabiliriz?

Bence yapılacak tek şey, kendi varlığımıza yaklaşılmasını istediğimiz şekilde karşımızdaki insana yaklaşabilmek, o insanın varoluşsal süreciyle geliştirdiği kimliği, kişiliğini gözönünde tutarak, o süreçler üzerinden, o insanı anlamaya çalışmak, anlaşılmaya dair beklentimizi de bu düzeyde tutmak. Bunu başarabildiğimiz takdirde; o kişiyi kısmen anlasak veya hiç anlamasak bile, samimi, gerçek çabamız, karşımızdaki insan için yeterli olacak, ''anlamaya çalıştı'', ''elinden geleni yaptı'' olumlu düşünceleri ve duyguyla bize, varlığımıza yaklaşacaktır.

Görünen o ki; eğer ki anlaşılmayı bekliyorsak, istiyorsak; bir adım (gerekirse ilk adımı) atmalı, samimi, gerçek bir çabayla anlamaya çalışmalıyız. Sizce de öyle değil mi?     

 

 
Toplam blog
: 4
: 1427
Kayıt tarihi
: 12.06.12
 
 

İzmirde yaşıyorum... Dermatoloji uzman doktoruyum. İnsana, doğasına, varoluş biçimlerine, insan p..