Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '07

     
    Kategori
    Eğitim
     

    Anlamsız sözler

    Anlamsız sözler
     

    Günlük yaşamda sık sık duyduğumuz bazı kelimeler veya deyimlerin gereksizce kullanıldığını düşünmekteyim. Büyüklerin nasihat vermeleri doğaldır. Ancak, aynı şeylerin günde 5- 10 kez tekrarlanmasının hiçbir yararı görülmemiştir.

    Özellikle, televizyon kanallarında boy gösteren konuşmacılar; mankenlikten transfer sunucular, bazı entel aydınlarımız, bazı medya mensupları gereksiz denecek sözcükleri rahatlıkla kullanırken, bunun farkında olmadıklarını sanıyorum. Bu hatalarını kendilerine hatırlatan birileri olsa “ sahi ya” diyeceklerinden eminim.

    Örnek verelim şimdi; Sunucu, sorusuna kendi yorumunu da katarak konuşmacıya herhangi bir konuyu soruyor. Konuşmacı mikrofonu kaptığı gibi döktürmeye başlıyor; “ çok doğru söylüyorsunuz sayın…, ” diye söylemine şevkle devam ederken bizim sunucu altta kalır mı hiç; (aynen öyle, doğru, çok doğru, hım, evet…, ) şeklinde onay yağdırıyor.

    Bunun tersi de oluyor. İki zıt fikirli konuşmacı ekranda boy gösteriyor. Birisinin ak dediğine, diğeri illa kara diyecek ya; “Efendim, …olmuştur, …gerekir, …bu yapılmalıdır…” dediğinde, ötekisi hemen araya girerek; “ kesinlikle size katılmıyorum, çok yanlış, …siz bunu bilmiyorsunuz, …” diyerek karşı tarafa gol attığını sanıyor.

    Asıl golü, seyirci veya izleyici atıyor, bıyık altından tebessüm etmiyor tabi, içinden basıyor kalayı, “hay sizin gibi aydının…” diyerek, bu kanaldan başka bir kanala çekirge gibi zıplayıp duruyorlar. Bu seyirciler “doğrunun” ve “yanlışın“ çoğunu bir arada görmeyen insanlar olduğundan, sıkılıyorlar, daha düzgün bir kanal arıyorlar, tek doğru ve tek yanlışın geçerli olduğu ortamlara gidiyorlar.Bu da işin başka bir boyutu.

    “Evladım üşüteceksin, giy şu kazağı, oğlum dersine çalışsana, …vb” nasihatı günde 5 posta işiten genci evde tutana aşk olsun.

    İki ahbap oturur kahvede tavlanın başına, etrafta da masraf artırıcı taraftarlar, zarlar atılır, her sayı için bir laf söylemek zorunda olan oyuncular başlar atışmaya; zar denilen kemikler büyük bir gürültüyle yuvarlandıktan sonra sayılar okunur, (5 ve 3) sayısı geldiğinde oyuncu homurdanarak “ pencü- se, severler güzeli gencü-se” demek zorunda. Diğer oyuncuya sıra gelir, sayılar (3- 3) gelmiştir. Bu kahraman oyuncumuz şöyle bir gerinir ve “ dü-se, ver amcana bir buse” diyerek intikam alır. Seyirciler basar kahkahayı.

    Sanki laf kıtlığı var, bu sayılar gelince bu sözler söylenmek zorunda, yoksa kural hatası yapılır ve oyunun mağlubu olunur. Akıllı insanlar bu oyunu da böyle oyuncuları da sevmez, çeker giderler.

    Bir de at yarışlarında söylenen şu sözcükler; “ yürü be oğlum, kim tutar seni” her yarışta söylenmek mecburiyetinde. Bu sözler olmasa atlar koşmayacak sanki. Başka bir cümle kurmak çok mu zor? Genlerimizde, düşünmek diye bir tanım yok sanki.

    Bu şabloncu düşünce, şabloncu eğitim sistemimizin ürünüdür. Doğru veya yanlış’ın azı, çoğu olmaz. Biraz doğru, az yanlış denilmez. Güneş ne doğar nede batar. Ama biz öyle zannettiğimiz için, bu şekilde söylüyoruz. Bu yazıyı okuyanların da bana hak vererek, “çok doğru” dediklerini işitir gibiyim.

     
    Toplam blog
    : 1
    : 784
    Kayıt tarihi
    : 17.02.07
     
     

    Bir özel şirketten emekliyim. Üniversite mezunuyum. İşletme Ekonomisi uzmanıyım. Evli 2 cocuk sahibi..