Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '09

 
Kategori
Deneme
 

Anlatabilsek-2

Anlatabilsek-2
 

"TEK BAŞINA UÇMAYI ÖĞRETEBİLSEK..."


Anlatmak için anlamaya; dinletmek için dinlemeye; yalnız şâir olmak ya da iki güzel söz satmak için değil, hafızayı geliştirmek, yeni yeni hayâller kurabilmek için şâiri ve şiiri öğrenmeye; diyalog kurmak, dünya tanımak, problem çözmek, meselelerde söz sahibi olmak için çok okumaya; sevilmek için sevmeye; bilmek için araştırmaya; başarı için ter dökmeye ve başkasının başarısına destek olmaya; sayılmak için saymaya; takdir edilmek için takdire; şükran duyulmak için teşekküre; gülümsenmek için gülümsemeye; aranmak için hatır sormaya; selam verilmek için selam vermeye ve nihayet, insanlarla karşılaşmak için “insan” olmaya gayret göstermemizin şart olduğunu gösterebilsek, anlatabilsek…

Gelişmek için, duygu ve düşüncelerimizin somutlaşmış ifadesi olan kelimelere ihtiyaç duyduğumuzu, kelimeleri de ancak kitaplarda keşfedip, onların sayesinde dünyamızı anlamlandırdığımızı; kelime dünyamızın çemberi genişledikçe, hayatı yorumlama, paylaşma, kabul etme, kendimizi ve tecrübelerimizi kabul gördürme yeteneklerimizin gelişeceğini öğretemedik. Her kitapta başka bir dünyayı keşfedeceğimize; böylelikle, başkalarının bin bir zahmetle gittiği yolun kestirmelerini fark ederek, kendi hayat yolumuzda sık sık çıkmaz sokaklara sapmadan, sıçramalar yapabileceğimize gençlerimizi inandıramadık. Elimizde tuttuğumuz, kokusunu hissettiğimiz, içindeki cümleleri not ederek düşündüğümüz kitabın yaptığını; testin, televizyonun, fotokopilerin, ana temadan kopmuş parça parça CD’lerin, başkalarının okuduklarının özeti olan internet sayfalarının eşdeğerde karşılayamadığını kanıtlayamadık.

Bu hakikatleri, önceleri bilerek anlatmamakta, zaman geçtikçe anlatamamakta haklı da olabilirdik. Biz bu yollardan geçerken yorulmuş, yıpranmış, susamış, aç kalmıştık. Bizim elimizden tutan bu derecede mükemmel teknolojik imkânlar da yoktu. Neden, çocuklarımız yorulsundu? Hayatı, öyle sanal ve öylesine görsel hale getirdik ki, çocuklarımız artık gerçek dünyayı algılayamıyor. Bakıyor ama göremiyor; ezberliyor ama bilemiyor; düşüncelerle ve oyuncaklarla oynuyor ama kendi oyununu ve oyuncağını, kendi düşüncesini üretemiyor; hayâl meyâl fark ediyor ama yüreğinin derinliklerinde hissedemiyor; deneyip yanılamıyor; susayamıyor; susamayı, açlığı bilmeyince farklı tatları, lezzetleri tadamıyor. Elinin altından bir şeyler kayıyor ama tutamıyor; tutamayınca, kıymetini bilecek –varlığında sevinecek sahip çıkacak; yokluğunda hasret duyacak, mücadele edecek- değerleri kalmıyor. Şimdiki nesil, bir şey için istekle, arzuyla yanmıyor.Oysa ki; “sanal ve maddî zenginlik sabun köpüğü gibidir, bir müddet sonra kaybolur gider.” Biz, bunu biliyorduk…

Gerçek dünya kanlı canlıdır. Emek ister, çaba ister. Gülmek, ağlamak, ihtiyaç duymak, bir şey için savaşmak, bazen her şeyden vazgeçebilmek, başkalarını fark etmek, kendini fark ettirmek ister. Bütün bunların yeniden gerçekleşmesini sağlayabilmek, çocukları ve gençleri fark etmek ve gerçek hayatı "bizlere" fark ettirebilmek için neye ihtiyacımız var?

Bu sorunun cevabını vermeden önce, yüreğim aklıma araya girmek istediğini söyledi: ”Ama hiç olmazsa, “mış gibi” yapanların herkesi kandırabileceklerini, asla kendilerini kandıramayacaklarını anlatmışızdır. Çünkü, her şeye rağmen aramızda “hamdım, piştim, yandım” diyebilenler / diyebilecek olanlar çoğunluktadır” deyiverdi. Yüreğim söz alınca aklım karıştı birden… Bir zaman sonra anladım ki, buraya kadar aklım sorunu ortaya koyarak, bu gelişmelerin çaresi nedir diye sormuş ve kendince çözümler üretmiş. Birden irkildim… Şu ana kadar ben de, matematik hesaplar, teknik çözümler peşindeymişim. Olan biteni daha yeni fark ettim. Kısa bir sessizlik oldu… Ardından, içimden bir ses; “sorunun cevabını sandığımız gibi sizin aklınız ya da benim aklım değil, gerçek bir yürek vermeli” dedi. (Sanki, aklımın ve yüreğimin ilk defa uzlaştığı ortak bir bildiriydi bu?..) Ve sözüne devam etti:

“Pişen, yanan; pişiren, yandıran bir yürek… Cevap; bizim gibi yolu şaşıranlarda, aklı ve yüreği çelişenlerde, akıl yürek kavgasıyla yarı yolda kalanlarda değil, bizden önce yolu tamamlayanlarda… Gelin, çocuklarımızı da yanımıza alıp bir yüreğin yanına gidelim. Mevlânâ’nın dostu Şems-i Tebrîz’e kulak verelim”: (Görelim, akıl ve yürek bir arada neyler?)

“Şems’e sordular: En büyük bilgi nedir?

Şems cevapladı: En büyük bilginin, yani bilgeliğin üç işareti vardır: Söz, fiil (hareket) ve olgunluk. Söz, okumuş kimselere aittir; fiil, itaat edenlere, olgunluk ise erenlere… Kuru dal suyun üstünde yol alır; kuşlar havada uçar, ermişler ise bir gecede dünyanın bir ucundan bir ucuna geçebilirler.”

Ah keşke anlatabilsek… Hayır, anlatmasak; sussak… Her şeyi, her an, her yerde hep konuşmak, ispatlamak telaşına düşmesek… Sükût içinde, bir gecede ya da bir hecede dünyanın bir kalbinden bir kalbine geçebilsek…İşte, bunu yaşayıp, yaşatabilsek… Çocuklarımızı sırtlayıp onları akıl ve yürek diyarlarına uçurmak yerine, “onlara bu diyarlarda, tek başına uçmayı” öğretebilsek…

Unutmayalım ki, hem biz hem de çocuklarımız zekâ seviyesi yüksek, fakat yakıt ikmâli (!) ile hareket eden –ve bu yüzden, hep maddî yakıtlarla beslenmesi gereken– birer robot değil, İÇİNDEKİ ATEŞİ HİÇ SÖNMEYEN BİR YÜREK TAŞIYAN, VARLIĞI SONSUZLUĞA UZANMIŞ BİRER İNSANIZ.

(Affedin!.. Bu, bir bayram coşkusuydu!)

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..