Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '14

 
Kategori
Söyleşi
 

Anne, "Ocak çok ısındı"

Anne, "Ocak çok ısındı"
 

Yüzlerin gülmediği, alın terinin toprakla buluştuğu,  kömür tozlarının insanları savurduğu, yaşamın karalara bağladığı Soma’da şimdilerde ocaklarında yas var. Anaların elleri ölen evlatları için havada... İsyan kimeydi? Tanrıya mı, yoksa maden ocaklarında önlem almayanlara mıydı? Eğer isyan Tanrı’ya olsaydı, Tanrı hiçbir zaman kullarına “İnsanlara birbirinizi öldürün, yaptığınız işlerde önlem almayın, işinizde hilekârlık yapın, doğayı kirletip, dere kenarlarına ev yapın veya eksik malzeme kullanarak evleriniz depremde yıkılsın” demezdi…

O bir anne… Yaşamında hem de üç kuşak madenci görmüş bir anne… Babası,  kocası ve oğlunun maden ocaklarının tozlu tenlerini yıllarca temizlemiş… “Hakkını helal et” sözcükleriyle her sabah yerin metrelerce altına uğurlayıp, akşam,  iş dönüşüne kadar düşünceleri kömür karasıyla yoğrulan anne…     Kazanın meydana geldiği şirketin başka bir ocağında çalışan oğlunun,  işinden kovulmaması için isminin açıklanmasını istemedi. Evet, adının ne önemi var ki… O,  yalnızca hepimiz gibi,  yüreği ölenlere yanan, kurtulanlara sevinen, geride kalan yetim ve dulların ise gelecekte neler yapacaklarını düşünenlerden birisi… 

Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara şifa ve tüm ülkemiz insanlarına da sabır dileyerek sorularıma başlamak istiyorum.

E.E.  Soma’da olayı duyduğunuzda neler hissettiniz?  Ocaklarda sizin de çalışan yakınınız var mıydı?

S. E. B. Evet ben,  madenci kızı,  eşi ve annesiyim. Oğlum aynı şirketin başka bir ocağında çalışıyordu. Komşum o gün oğlumun servisini kaçırdığını söylediğinde elinde oğlumun çantası vardı. Hemen oğlumu sordum. Komşumuz, ‘madende kaza oldu’ deyince, ‘oğlum öldü’ diye içim yandı. Bayılacak gibi oldum. Daha sonra oğlumun ocağında olmadığını öğrenince dünyaya yeniden gelmiş gibi oldum. Ya ölenlerin yakınları kim bilir nasıl yanıyordur. Onları düşünmek bile insana ıstırap veriyor.

E.E. Kazadan sonra oğlunuz ile görüştünüz mü? Size neler dedi?

S.E.B.  Evet konuştuk.  Bizler gerçekleri birinci dereceden gördük ve yaşadık. Oğlum ölen ve yaralıların yakınlarıyla birlikte ocaktan ceset çıkaranlardandı. Hala şokta, sizinle konuştururdum ama inanın kendinde değil. Oğlum, şirketin üç yıldır yeni bir direk kasa bile almadığını ve bu kasaların ocağın bel kemiği olduğunu söyledi.

E.E.  Kazanın ardından şirketin çalışma koşulları, teknik durumları, sendika vs konularında madenciler yakınmalarını kamuoyu ile paylaştılar. Bir tanesinde Erdoğan’ın Mitingine işçilerin yemek fişlerini alarak topluca götürüldükleri söyleniyor,  bu doğru muymuş?

S.E.B.  Oğlum bu kazanın oluşundan bahsetti. Madenler devletin elindeyken ocağın kapatılmış olan yerinde ‘ayak’ denilen bir yan bölümü varmış. Burada gaz yoğunluğu çok olduğu için işleri riske atmamak için kapatmışlar. Ancak açgözlü özel sektör,  o bölgenin altında kömür kalmasın diye kömürü çıkarmaya başlamışlar. Uzun zamandır da alıyorlarmış. İşte bu içten içe yanan gazlı kısım üstlerine çökmüş.

            Erdoğan’ın miting olayına gelince, oğlum AKP’li olmamasına rağmen zorla mitinge götürmüşler. Ellerinden yemek fişlerini bile almışlar…

E.E. Çevrenizde ölen madenci oldu mu?

S.E.B.   Olmaz mı? Karşı komşumuzun oğlu anacığına ne söylemiş biliyor musunuz? İşte bu söz her şeyi açıkça ortaya seriyor.  “Anne ocak çok ısındı, birkaç gündür korkuyorum” demiş. Komşumuzun oğlu 32 yaşındaydı. İsmi de Ercan CEZELİ. Gece saat birden sonra cesedi ilk çıkarılanlar arasındaymış. Nur içinde yatsınlar!

E.E. Yörenizdeki maden ocakları devletin elindeyken böyle kazalar olmuş muydu? Oğlunuz tekrar madene gidiyor mu? Duyguları nasıl?

S.E.B.  Ben üç kuşak madenciyim. Kesinlikle on madencinin bir arada öldüğünü görmedim.  Özel sektör maalesef çalışanların kanını emdi!  Devletin elindeyken böyle büyük kazaları pek görmüyorduk. Ufak tefek bireysel kazalar oluyordu. Bir keresinde eşimin çalıştığı dönemlerde işçiler arasındaki bir inatlaşmada işçi şuurunu kaybetmiş ve baskıya dayanamadığı için şefinin kafasına baltayı indirmiş, adam kurtulamamış.

            Bu bölgede madenden başka bir iş yok ki… Oğlum kazanın ertesi günü çalıştığı madene mecburen gitti, ama yetkililer, ‘Haziran’ın birine kadar çalışılmayacağını’ söylemişler, oda geri geldi.   Morali çok bozuktu… Umarım çıkartmazlar. Mesleği de yok ki başka yerde çalışsın. Ayakları gitmez oldu.  Doğru düzgün yemek yemiyor. Şimdi de kuş kadar bir şey yiyor.

E.E. Sendikalar konusunda oğlunuz neler diyor?

S.E.B.  Geçenlerde sendika seçimi olduğunu söylemişti. Çocuklarımız helal lokma yesinler diye her eziyete kızmış olsalar da,  sesleri çıkmazdı. Sendika seçimlerinde oğlumun eline üç isim vermişler, ‘buna atacaksınız’  diye. Yani sendikada seçilecekler zaten önceden belliymiş.

E.E. Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?

S.E.B.  Ne söyleyim ki, içimiz yanıyor. Dilimiz tutuldu. Acımız çok büyük. Soma’nın içinde cankurtaran ve feryat sesleri kulaklarımızı tırmalıyor. Herkesin morali çok bozuk… Bu acıdan biraz olsun uzaklaşmak için kızımın yanına gittim.  Ama yetkililere şunu sormak isterdim: “Soma Kömür İşletmeleri devletin elindeyken nasıldı? Özelleşince nasıl oldu? Bunu araştırsınlar. Soma’da üç kuşak madenci var. Emekli olmalarına rağmen hayat şartlarından dolayı halen çalışanlar bile var, onlara sorsunlar.

 

E.E. Hepimizin başı sağ olsun… Geride kalanlara da sabır diliyorum…

S.E.B.  Sağol…

            Yazımı tamamlayıp üzgün adımlarımı şehrin içine yönlendiriyorum. Kulaklarımda hala, sedyeyi kirletmemek için kömür tozuna bulaşmış çizmelerini çıkarmak isteyen yaralı madencinin sözlerinde… Genelde soluklandığım ve sohbet ettiğim köşe başındaki “Bozacı” dükkânına giriyorum. Havaların ısınmasıyla boza bardakları ortalıkta görünmüyordu… Kasada Milli Piyango makinesinin başında Yüksel BAŞKIRAN ağabey duruyordu. Kendisi ile daha önce yaptığım sohbetlerde kömür madenlerinden çok bahsetmişti. Bir kış boyu yerin metrelerce altındaki anılarını ilgi ile dinlemiştim.

            Bir ara gelen müşterilerden fırsatını bulup, yanıma oturduğunda konumuz Soma’daki maden ölümleriydi…

            Konuşmamızda acı vardı,

            Hüzün vardı,

            İhmaller ve bir daha bu tür ölümlerin yaşanmaması için ‘neler yapılabilir’ konuları vardı…

            İlk sorumu yönelttim:

E.E.  Zonguldak madenlerinde çalıştığınız dönemlerde şartlar nasıldı?

Y.B.  Koca yirmi altı yıl çalıştım ama çalıştığım dönemlerde böylesi toplu ölümleri yaşamadık.  Madenler devletin elindeydi. Güvenlik en ince noktasına kadar o günün teknolojisine göre kontrol edilirdi.  Mühendisler sürekli madende gaz olup olmadığını rapor ederlerdi.

E.E. Çalışmaya başladığınız ilk gün ocağa inerken korkmadınız mı?

Y.B.  Hiç korkmadım. O zamanlar tığ gibi delikanlıydık. Maden yöresinin insanları ölümden korkmazlar. Ölümü kabullenmişlerdir yaşarken.

E.E. Soma’da meydana gelen maden kazası için neler söylemek istersin?

Y.B.  Önce ölenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına da Allah’tan sabır diliyorum. Çalışan meslektaşlarım orada pisipisine öldüler. Eğer o madenler devletin elinde olsa veya devletçe gerçekten iyi denetlenip, takip edilseydi,  bunlar yaşanmazdı. Basından izlediğim kadarıyla madende yaralı olarak kurtulanlar,  kömürün ocağın bir bölümünde içten içe yandığını, söylediler. Yahu o firmada hiç mi mühendis yoktu? Olup biteni hiç mi kontrol etmediler? İşçiler sendika yetkililerine söylemediler mi, yazmadılar mı? Mühendislerin kontrol ettiği gaz oranları,  raporlarına yalan - yanlış mı yazıldı? Bunları da inceleyecek tabi ki savcılardır. Sensörler yanma işaretini verdiğinde yanan bölgede hemen önlem alınıp, betonla kapatılsaydı, bugün ölen olmayacaktı.  Yazık oldu yazık!

E.E. Biraz da ocaklardaki yaşamından bahseder misin?

Y.B.  Madenlerde çalışmaya indiğimde her şeyi unutur, işimize odaklanırdık. Burada küçük bir hata bile hayatımıza mal olurdu. Ter içinde kalırdık. Öyle yerler vardı ki, bazen katırları kullanırdık. (Güldü) O yıllarda kadrolu katırlarımız bile vardı. Onlar genelde hep yerin altında kalırlardı.

E.E. Katırların yer altında kalmaları Hayvan Haklarına aykırı değil mi?

Y.B.   Anlattığım dönem eski yıllardaydı. O zamanlar hayvan hakları diye bir şeyi ne devlet ne de toplum bilirdi. Yer altında ağırlar vardı. Katırlar burada kalırdı.  Onlar yalnızca bayram günleri dışarı çıkarılırdı.

            Solgun benizli, zayıf bir adam oynadığı ‘şans topu’ kuponunu uzatıp sonucu öğrenmek istediğinde,  madenlerin duayeni Yüksel BAŞKIRAN kuponu makineye tuttuğunda, öten sesle birlikte, “Üzgünüz” yazısı hepimizin duygularını yansıtıyordu…

            Üzgünüz ölümlere,

            Kızgınız ihmallere,

            Umutluyuz geleceğe…

 

Ertuğrul Erdoğan

25 Mayıs 2014/ Bursa

www.erdoganlaedebiyat.com

 

 

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..