Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '08

 
Kategori
Anneler Günü
 

Anne, Nohut Unu Karışımlı Taşfırını Simidi Aldım

Anne, Nohut Unu Karışımlı Taşfırını Simidi Aldım
 

Yağlıboya çalışmam


Okulumun görkemli kapısından son kez girip diplomamı almaya hak kazanmak, gerçekleşmesini istediğim tek dileğimdi. Sevgili anneme göğsüm kabararak diplomamı gösterebilmek...

Bu dileğim gerçekleşmiş olarak okulumun kapısından çıktığımda, gözlerimden akıp yanaklarımdan süzülen gözyaşıma hakim olamamıştım. Otobüsün hareket etmesine yaklaşık üç saat vardı. Yıllarca beni büyüleyen bu kentin atmosferi, anneme, kardeşime, babama karşı duyduğum özlem karşısında silik kalıyordu.

Kardeşimin mezuniyeti karşısında sevgili annemin gösterdiği naif, çocukça tepki aklıma geliyordu. Ağlamakla gülme arası çelişen yüreğimin bir an sıkıştığını hissetmiştim.

Son kez terminalin çevresini görebilme amacıyla dolaşmaya karar vermiştim. Çoğu insan için girdap olabilen bu koca şehir, tarihi yerleri hariç benim için acemi bir maket örneğiydi.

Memleketime olan hasretimin bitmesi için okulumu mutlaka süresi içinde bitirmeliyim düşüncesiyle var gücümle çalışarak, savaştığım birer düşman askeri olarak gördüğüm derslerimin karşısında galibiyeti almam zor gelmemişti. En zor olanı neydi biliyor musunuz? Annemin göstereceği tepkiyi düşünmek.

Bir an kendimi şımartmaya karar vererek, her geçtiğimde kimseye belli etmeden vitrinini seyrettiğim pastaneye girivermiştim. Ne de olsa kitap, defter derdim kalmamıştı. Aşırı derecedeki heyecanımı belli etmemeye çalışmama rağmen, konuşmama yansımıştı. Ne de olsa özlemle seyrettiğim, üzerleri rengarenk süslenmiş pastalarla yüz yüze kalmıştım. Nasıl istediğimin farkında olmadan kendimi masaların birinde pastaya çatalımı batırıp bir parça koparıp ağzıma koyarken fark etmiştim. Halâ o birkaç dakikayı nasıl atlattığımı bilemiyorum. Elimi cebime atıp bir miktar para uzattığımın farkındaydım, daha sonrası benim için yaşanmamış gibiydi. Pastayı yerken garson bir bardak su getirip bırakmıştı. Bir dikişte suyu içtikten sonra tekrar kendimi şımartma duygusuyla buz gibi limonatayla bir dilim pasta daha isteyip para uzatmıştım. Bir süre daha pastanede çalan sakin müziği dinledikten sonra yavaşça ayağa kalkıp teşekkür ederek dışarı çıkmıştım. Terminale gidip, otobüsün hareket edeceği peronun önünde beklemeye başlamıştım.

En nihayet içine özenle diplomamı yerleştirdiğim çantamı bagaja teslim edip, koltuğuma oturmuştum.

Otobüsün tekerlekleri döndükçe, ben de yavaş yavaş çocukluğuma dönüş yapıyordum. Gözlerim kapalı, yorgun geçen küçücük çocukluğumu düşündüm. Babam, ben, kardeşim için zor bir dönemdi. Beş yaşımdayken hem ilkokula gidiyor hem de babam akşam çalıştığı zamanlarda gündüzleri anneme yardımcı oluyordum. Kardeşim bir yaşındaydı. Babamın gösterdiği gibi ocağı yakıp, kendisinin daha önce pişirip soğutucuya koyduğu sütlü mamadan bir cezve dolusu alıp hafifçe ısıtıp biberona doldurduktan sonra kardeşimi besliyordum. Annemle birlikte yemeğimizi yedikten sonra hazır olan çantamı alıp okuluma gidiyordum. Annemin arkamdan küçücük bir çocuk gibi el salladığını hiçbir zaman unutamam. Bazen de elimden tutup yazmama yardımcı olmaya çalışırken defterimin sayfası sıkıca, rasgele bastırdığı kalem yüzünden yırtılıveriyordu. Yırtılan sayfayı, parmağını dilinin üzerinde ıslatıp yapıştırmaya çalışırken daha fazla yırtılmasına sebep oluyordu. Ağlamak istiyordum, ağlayamıyordum. Bunun için ödevimi ya annem gündüz kardeşimle yan yana uyurken, ya da babamın işten döneceği saatlerde yapardım. Dersimi yapmasına izin vermediğim zaman, dudaklarını büküp için için ağlardı. Babamın “Annen, evimizin en küçük bebeği, onu artık öyle görüyorum, sen de öyle görmeye çalış.” diye tavsiyede bulunması hiçbir zaman aklımdan çıkmamıştı... Sokağa çıktığı zaman zorlukla evden içeri girmesini sağlıyor, dikkatini çekmeye çalışıyordum... Hele kardeşimi kucağına alıp, oyuncak gibi taşıdığında onu elinden alana kadar çalışırdım.

Herkesin bayramlarda birbirlerine gittiği akrabaları olurdu, bizim hiçbir zaman gelenimiz olmadı... Bir tek evinde oturduğumuz yaşlı kadının yanına giderdik, onunla aynı avluda oturduğumuz için ziyaretimiz uzun sürerdi... Annemi eve dönmek için bir türlü razı edemezdik. Yaşlı kadın ölünce hiç gelmeyen mirasçıları evi satmaya karar verip, çıkmamızı istemişlerdi.

Bir sabah babam işten döndüğünde eşyalarımızı toplamaya başlamıştı. Annemle ben küçük eşyaları evin önüne çıkarmıştık. Bütün eşyalarımız dışarıdaydı. Kardeşim annemle birlikte ağacın altına oturmuş, merakla bir babama bir eşyalara bakıyordu. Bir türlü ne söylediğini anlayamıyorduk. Daha sonra susup, sessizce ağlamaya başlamıştı. Babam yanına yaklaşıp elleriyle, annemin gözyaşlarını silip saçlarını okşamıştı.

Birkaç sokak ötedeki eve traktörle taşınan eşyalarımızı sürücüyle babam taşırken çevreden birkaç kişi gelip yardım etmişti. En çok bizi sevindiren komşularımızın çok olmasıydı. Onların çocuklarıyla oynayabilecektim. Annemin bir kenara çekilmesi, duruşu komşuların dikkatinden kaçmamıştı.

Kimi benden büyük, kimi de benim yaşımda olan çocuklar önceleri beni aralarına almadıkları gibi gördükleri yerde hem vuruyorlar, hem de annemden dolayı alay edip eve girene kadar arkamdan taşları arka arkaya atıyorlardı. Bir keresinde taş sırtıma öyle bir isabet etti ki bir an nefes alamamıştım. Komşu kadınlardan biri geçerken benim o halimi görünce teker teker onların anneleriyle konuşmuştu.

Komşularımız, annemin yemek yapmaya, bizi yıkamaya çabalamasına artık fırsat vermeden her biri ayrı ayrı yardıma geliyordu. Oyun oynamak için çok zamanım olmaya başlamıştı. Babamın da kardeşime akşamdan yemek pişirmesine gerek kalmamıştı. Artık komşular hem beni hem kardeşimi hem de annemi yıkıyorlardı.

Bazen düşünüyorum da biz büyüdükten sonra tanıştığımız akrabalarımız, o zamanlar nerdeydi? Annemin rahatsızlandığını bilmiyorlar mıydı? Hiç olmazsa bayramlarda, yaz tatillerinde bizi; annemin, babamın doğduğu yeşilin her tonunun bulunduğu, o sisli dağların eteklerine kurulu bizden dört saat uzaklıkta bulunan komşu ildeki kasabalarına çağıramazlar mıydı?

Yoğun düşünceden yorulmuştum... Otobüs mola yerinde durduğunda bir süre inmek istememiş daha sonra vazgeçip inmiştim...

En nihayet yaklaşık on iki saat süren yolculuk bitmiş, memleketimdeydim...

Annemin sevdiği taş fırını simitlerinden birkaç tane alıp evimizin bulunduğu semte giden dolmuşa binmiştim. Çinko damlı, toprakla sıvanmış duvarları olan, iki odalı, önünde çeşit çeşit çiçeklerle bezenmiş sofası olan güzel evimizdeydik... Anneme önce diplomamı çıkarıp göstermiş, sonra birden kucağıma alıp yüklemiştim... Bir yandan indirmem için ayaklarını çırpıyor, bir yandan belli belirsiz hem gülüyor, hem de ağlıyordu... “Artık işim de var anne!” diye hıçkırarak ağlamıştım... Usulca annemi sofanın altındaki somyanın üzerine bırakmıştım... Babam da usulca bana sarılıp hıçkırıklarını gizlemeye çalışmıştı... Birkaç komşu toplanmış sevincimize içtenlikle ortak olmuşlardı...

Annem birden ayağa kalkıp çiçekleri sulamaya başlamıştı... Bir yandan onlara bir şeyler söylüyor, bir yandan suluyordu...

“Anneler Günü” diyorsun... Benim annem hiç büyümemiş, hep küçücük bir bebek olarak kalmıştı... On yıldır çalışıyorum, çok sevdiğim eşimle iki çocuğum var, kardeşimin de hem işi hem de eşiyle, çocuğuyla mutlu bir evliliği var. Aynı apartmanda karşı karşıya iki daire alıp yerleştik... Annemle babam yanımızda, başköşede... Eşlerimiz de çalıştığı için onlara bakan yardımcımız da var....

Bir şey eksik hayatımızda... Kardeşimle birlikte yan yana geldiğimizde; ikimizin de geceleri annemin üzerini örtüp, saçlarını usulca okşarken her gün söylediğimiz, özlem duyduğumuz, birbirimize dahi itiraf etmediğimiz sözleri, farkında olmadan mezarı başında aynı anda söyleyiverip birbirimize sarılmıştık.

“Ne olurdu anne, bir gün sen üzerimizi örtüp, saçımızı okşasaydın...”

 

 
Toplam blog
: 77
: 505
Kayıt tarihi
: 03.07.07
 
 

Yaşamsal boyutta etkilendiğim; kimi zaman bir kısım, kimi zaman bütün insanların orijininde birle..