Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

aygoz Özlem Eryoldaş

http://blog.milliyet.com.tr/aygoz1

06 Ağustos '07

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Anne, öleceğimi biliyorum.

Anne, öleceğimi biliyorum.
 

Yeni bir hayata merhaba demenin bu kadar zor olacağını bilmiyordu. Bir an' da yaaşdığı şehirden ayrılmış, yıllardır her şeyini paylaştığı arkadaşlarına buruk bir elveda demişti. İşi gereği bir başka şehire gitmek doğal olabilirdi . Ama böyle bir gidiş.

"her yanım ağrıyor" diyerek uyandı o sabah. Annesi "kızım sabahtan akşama kadar denizden çıkmıyorsun, böyle olacağı belliydi. Hamlaştın işte" Oysa dereceleri olan bir yüzücü olduğunu ikisi de biliyordu.
Öğlene doğru dayanılmaz bir ağrı baş gösterdi. Hemen hastaheneye gittiler. Yaz ayı olduğu için uzaman doktor yoktu. Ama doktor bu ağrıların bu yaşta bir genç kız için önemli olmadığını söylemişti. "Kas ağrısıdır" demişti.
Mutlu şekilde eve döndüler ellerindeki ağrı kesici ve kas gevşetici ile.

İyi gelmişti ilaçlar. On gün sonra annesi " uyan kızım, tembellik yeter, seni çağırıyor arkadaşların yüzmeye" diye seslenerek oda'ya girdiğinde kızının acı içinde kıvrandığını gördü. Konuşamıyordu genç kız. Gözlerini bir noktaya dikmiş, öylece yatıyor, sadece inliyordu.
Ambulansın içinde anne ve kız nereye gittiklerini bilmeden gidiyorlardı. O an'da annenin içine bir ateş düştü ve hiç sönmedi.

İstanbul'a döndüklerinde doktor " bugüne kadar neredeydiniz" diye o anlamlı ve bir o kadar da cevabı olmayan soruyu sordu.
Üç doktor aynı anda muayene etmişti genç kızı. Sporcu olmasının getirdiği avantaj ve dezavantajları tartışıyorlardı. Ağrılarının kas ağrısı olması işlerini zorlaştırıyordu. Tahliller, rontgenler çekiliyordu. Anne, ayrılmış olduğu eşini aradı. İçinden çıkamayacağı bir durum oluşmaya başlamıştı. Kapnın önünde ikisi de bekliyorlardı şimdi.

Doktor dışarı çıktığında, ikisi de duyacaklarından korkuyorlardı. " üzgünüm ama kızınız kan kanseri" dedi beyaz saçlı doktor. Anne çığlık attı. Baba sustu. " ama çok şanslıyız . Yaşı çok küçük ve yenmesi muhtemel. Yine de kesin bir şey söyleyemem " dedi.

Okul açılmak üzereydi. Genç kız hastahane odasında arkadaşlarının ziyaretleriyle mutlu oluyordu. Tek derdi vardı. O da saçlarının dökülmesi. Peruk aldılar. Hoşlandığı gencin doğum günü partisine gidecekti. Elbisesini giyip aynanın karşısına geçtiğinde gözlerine inanamadı. Kemimklerinin sayıldığını görmüştü "benziyo anneee aynı Afrikalı çoçuklara benziyorum" diye bağırdı. Anne ve kız ağlıyorlardı aynanın karşısında. Ama yine de hazırlandı. Bembeyaz elbisesinin içinde gitti partiye. Geç olmadan döndü. Ertesi gün yine hastahane'ye yatışı vardı. Haftanın 3 günü ilaç tedavisi geri kalan günlerde ise evde dinleniyordu. Okula bu sene devam edemeyecek olmak çok üzüyordu kendisini.

Yeni muayene eden doktor İngiltere'de kanser hastahanesi olduğunu söyledi. Oraya gitmelerinin bir umut olabileceğini de. Uçağa bindiklerinde arkadaşalrı uğurlamaya gelmişti. El salaldılar uçak gözden kaybolana kadar.
Kemoterapi, radyoterapi ve fizik tedavi vardı bu hastahane'de. Ve hepsi de onbeş on altı yaşlarında çocuklardı.
Hepsiyle arkadaş olmuştu. Yanında yatan melezkızla çok iyi anlaşıyorlardı. Bir gece kız fenalaştı ve götürdüler.
Günler geçmişti ama gelmemişti. Bir kez olsun soramadı genç kız arkadaşının nereye gittiğini. Öldüğünü biliyordu belki de.

Altı ay boyunca tedavi gördü. Artık dönmek istiyordu. Ama inatçı tümör küçüldüğü gibi yine aynı hızla bu kez iki katı büyüyerek yerleşiyordu vücuduna. Döndüler. Anneannesini görmek istedi. Görüp eve geldikten bir saat sonra dedesi arayarak anneannesinin öldüğünü söyledi. Genç kız ölüm haberlerini öyle soğukkanlılıkla kabulleniyordu ki.

Bir gün hastahane odasında " anne ben öleceğim bunu biliyorum , ama lütfen arkamdan çok ağlamayın. Biliyorsun ağlamayı hiç sevmem". O günden sonra gözleri hep yaş olan anne hiç ağlayamadı. Küçük kızının bu cesareti ona güç verdi belki de.

Anneannesinin cenaze işlemlerinden sonra mezarlığa gitmek istedi genç kız. İkisi de biliyorlardı bir kez daha buraya geleceklerini ama susuyorlardı.

İngiltere'ye geri döndüler. Tedavi aynı şekilde devam ediyordu. Arada iyi gelişmeler oluyor , arada gerileme oluyordu.
Bir sabah uyandığında şişmiş yüzü ile " hamburger yemek istiyorum " dedi. Anne ve baba sanki çocukları ilk kez konuşuyormuş sevinciyle dağıldılar iki yana. Hava yağmurluydu. Metrodan inip hamburger alıp dönmeleri 15 dakikayı geçmemişti. Hastahane'ye döndüklerin de ikiside telaşla odaya koştular. Odada yoktu genç kız. Hemşire fenalaştığını ve yoğun bakıma kaldırıldığını söyledi. Yanına koştular. İçeride doktorların çabalarını görüyorlardı. Yaşlı doktor yanına çağırdı. İçeri girdiler. Genç kız nefes almaya çalışıyordu tüm gücüyle. Bir eli annesinde bir eli babasında birbuçuk saat boyunca direndi. Sonra doktorlar dışarı çıkarttı.

Kapının önünde bekliyorlardı. yeniden çağırdı doktor üzgün bir ifadeyle. Yine aynı sahne. Ve son nefesini verirken"sakın ağlamayın" sözleri dökülüverdi ağzından fısıltıyla.

On altı yaşındaydı, sporcu, tiyatro oyuncusu olmak isteyen hayat dolu genç kızın cenaze töreninde tüm arkadaşları sanki onun düğününe gelir gibi giyinmişlerdi.

Ve hiç biri ağlamıyordu. Açılan taziye defterine de günlük dedikodular yazılmıştı . Belki de ilk kez kendi yaşlarında br arkadaşlarının ölümüne tanık olmuşlardı ve hepsi de çok olgundu. Her sene de aynı şekilde ziyaretlerini sürdürdüler genç kızın çiçeklerle dolu yeni mekanına.

not: Yazdığım blog on altı yaşındayken yitirdiğim arkadaşımın gerçek hikayesidir. Daha fazla detaya giremedim.

 
Toplam blog
: 185
: 1494
Kayıt tarihi
: 10.03.07
 
 

Yazabilmenin özgürlüğüyle... İstanbul'un bir bahar sabahında dünyaya gelmişim. Keşfetmek, anlayabilm..