Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '15

 
Kategori
Deneme
 

Anneannemin Öyküleri -1-

Anneannemin Öyküleri -1-
 

Çanakkale Şehitlik Abidesi


ANNEANNEMİN ÖYKÜLERİ

Çocukluğumun kışl gecelerinde Çanakkale Savaşlarının hüküm sürdüğü günleri anneannemiz bize masal anlatıyormuş gibi algılardık. Kardeşlerim ve kuzenlerimle anneannemizin etrafında halka oluşturup, anlatacaklarının heyecanı içinde olurduk.

Anlatacakları masal değildi, sahici ve hepsi yaşanmış zamanlara ait olaylardı. Çocuk aklımızla masal olarak algılardık anlatacaklarını.

Çocukluk dönemimizin iletişim aracı olarak sadece radyo vardı. Günlük haber ve müzik dışında henüz o yıllarda radyo skeçleri veya sohbet programları gibi bir uygulamaya henüz geçilmemişti. O dönemin şartlarında, uzun kış gecelerinin tek söz ustası anneannemdi...

Dolayısıyla geçmişe dair yaşanmış ne varsa, bir tiyatro sanatçısı gibi kah erkek, kah kadın ve çocuk tavırlarına bürünür, şekilden şekile girer, onun bu hallerine kimi zaman güler, kimi zaman da hüzünlenirdik. Anneannemin böyle bir yeteneği vardı.

Bunca yıl sonra sanıyorum, tiyatro tarzı anlatımından dolayı hafızamda yer edinmiş çocukluk yıllarıma uzanabiliyorum.

Çanakkale Savaşı'nın öncesinde yaşanan zorluklarla başlamıştı söze, "Beni dinlerken kulaklarınızı açın, anlatacaklarım masal değil, gerçek yaşanmış olaylardır" diyerek bizleri uyarırdı.

Savaş öncesi erkekler cepheye gitmiş, kadınlar ve çocuklar evlerişni terkedip, düşman askerlerine teslim olmamak için kaçmıştık. Mahallemizin yaşlı muhtarı her aile için sağlıklı, uzun yola dayanıklı eşekleri seçip bize vererek yardımcı olmuştu. savaştan uzak, güvenli, sakin yerlere varabilmek zorundaydık. Her aileye bir eşek düşüyordu. Hayvanın taşıyabileceği kadar yükü heybelere, henüz bebek olan yavrularımızı eşyaların arasına yerleştiriyorduk. Büyük olanlar eşek sırtında, anneleri önde, koruyucumuz olan seyisin önderliğinde yol alırdık. Yola çıkmadan hazırlık yapardık; dağların yamaçlarında yol kesen eşkiyaların zulmüne uğramamak için kadınların hepsi erkek görünümünde olması gerekiyordu. Komşularımızla birbirimize yardım ederek yüzlerimizi kömür tozuna bular, post bıyık, kalın kara kaş yapar, saçlarımızı kesip, belimize sardığımız peştemala ziynetlerimizi sarardık. Başımıza geçirdiğimiz pertuşla artık tanınamayacak kadar erkek olurduk. Korkunun azalması, cesaretli olmanın güvencesi hem erkek kılığına girmenin verdiği rahatlıktan, hem de ne pahasına olursun olsun mücadeleye yılmadan, korkmadan, pes etmeden, cesaretimizin kaynağı yurdumuzu sevmemiz ve Atatürk'ümüze bağlı kalışımızdandı. Söz konusu vatansa, gerisi teferruattan ibaretti.

"Dedeleriniz savaşın en kızışmış bölgelerinde ölüm kalım mücadelesi veriyorken, Eceabat'ta, Naraburnu'nda, Conk Bayırı'nda düşmana karşı göğsünü siper etmiş yiğitlerimizden haber bile alamıyorduk. Öldüler mi, kaldılar mı, o da ayrı bir endişeye sürüklerdi bizi. Çanakkale'nin sokakları karanlıktı, evlerin ışıkları artık yanmıyordu. Sonumuzun ne olacağını bilmek zordu... Çanakkale Boğazı'nda demir atmış düşman gemileri sıraya dizilmişti, kurtuluşumuzun zamanını tayin etmemiz mümkün değildi. çanakkale'yi geçmek ve İstanbul'u kuşatmak için yapılan savaşta pek çok yiğitimizi şehit verdik. Denizin rengi bile maviden ayrılıp, kızıla boyanmıştı!..."

Anneannem aslında çok nüktedan, akıllı ve cesur bir kadındı. Savaş günlerini anlatıyorken sanki o günleri yeniden yaşıyormuşçasına yüzündeki keder ve hüznü, zorlu mücadelenin izlerini hala taşıyormuş gibi algılıyorduk. Mahsun duruşu, gözlerindeki hareler, savaşta yitip giden yakınlarının ölümlerinin acısını yeniden yaşar gibiydi. Konuşmaya ara verişinin nedenini çocuk da olsak anlar, anneannemizin hüznüne saygı duyardık.

Biraz kendini toparlayınca tekrar unutamadığı hikayesine döner, tarihin içinden geçen kişi olarak torunlarına tarih dersi vermeye çalışan bir yücelikle bizlere o günlerin izlerini yaşatırdı.

Anneannem kısa moladan sonra yarım bıraktığı hikayesinin geri kalan kısımlarına başlardı.

"Erkeklerimizden hiçbiri yanımızda değillerdi. Bizleri korumak üzere sadece yaşlı muhtarın varlığı ile dere tepe yol alıyorduk. Duraklamalarımız, eşeklerin dinlenmesi için oluyordu. O güzel gözlü eşekler yol boyunca bize itaat ederek ilerliyorduk. neyseki sakin bir köye ulaşabilmek mümkün olabilmişti. Çocuklarımızın hastalanmaları, yiyeceklerimizin, suyumuzun bitmesi ve yorgunluğun verdiği tükenmişlik başka bir acıydı. Her şeye rağmen içimizdeki umut ışığımızı söndürmedik. Sözde değil, özde çanakkale Geçilmez ruhunu taşıyorduk..."

"Benim güzel torunlarım, biz o günleri geçip, bu günlere gelirken halk olarak acı çektiysek, bu günlere hiç kimsenin boyunduruğuna bağlı kalmadan geldik. Cumhuriyetin ilanından sonra millet olduk, yurttaş olduk, kadın hakları diğer ülkelerden önce bize nasip oldu. Cumhuriyet kolay kazanılmadı, uğrunda ölen nice çocuklarımız oldu. her zorluğu gelip geçici olarak görüyorduk, inancımızı hiç yitirmedik."

"Benim babam, yani sizin dedeniz subaydı, Atatürk'ün yanında cephedeydi Bu değerleri unutmayın, gaflet uykularına girmeyin. Bu günleri huzur içinde yaşıyorsak, hiç kimsenin boyundurluğuna bağlı kalmadan bağlı kalmadan hür olabildiysek, insan onuruna sahip olabilmemize ve Yüce Atatürk'ün ileri görüşüne borçluyuz. Ömrünüz boyunca bu anlattıklarımı unutma gafletine düşmeyeceğinizi biliyorum ama yine de büyük anneniz olarak, sizleri çok sevdiğim için anlattıklarım kulağınıza küpe olsun."

Bu sohbetlerin yapıldığı yıl 1953 Çanakkale, yıllar öncesine gittim. Anılar eşliğinde anneanne-torun buluşmalarına yer verdim. Geçmişe özlem, anneye hasret ve hüzün duygularına kapılıp, şimdiki zamana geldim. Çoğalan bireysel yaşamların içinde kayboluyoruz. herşey mekanik, her sohbet bir öncekine benziyor. İnsan sevgisi yapay sözcüklerin eşliğinde kayboluyor. Gerçek sevgi, gerçek dostluk ve gerçek ülke sevdası yok oluyor.

Ve unutamadığım, bana kalan resimde, anneannemin bembeyaz tülbentine inci tanesi gibi dökülüveren damlaların izi kalıyordu.

 
Toplam blog
: 17
: 359
Kayıt tarihi
: 19.06.14
 
 

Ertelenmiş Hayatlar kitabının yazarı; Ela Ülger ..