Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '11

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Anneden kızına miras-6

Sedat olayların içinde öylesine kaybolmuştu ki, ne kendisiyle ne de durumun vehametiyle yüzleşecek kadar kendisine bakamıyordu. Bilinci, boşa alınmış bir araba vitesi gibi, yolun onu götürdüğü yere sürükleniyordu. Akışı durduramıyor, gücünün buna yeteceğine de ihtimal vermiyordu.Ne olacaksa olsundu, “her şeyin düzen altında tutulması çabası”, asıl karmaşayı yaratan bu değil miydi. Sadece çocuklarıyla bağını koparmamaya çalışıyor, onların çocuk bilincinin kirletilmesinden rahatsız oluyordu. Konuşmayı denedi; 

“Bu annenizle benim aramda bir sorun, sizinle hiçbir ilgisi yok, sizi çok seviyorum ve hep yanınızda olacağım, anne-babalar zaman birbirinden uzaklaşabilir, lütfen kendinizi sorumlu hissedip acı çekmeyin” 

Çocuklarsa ergen ruhlarında kopan fırtınalara eklenen bu aile krizi için tamamen babalarını suçluyorlardı. Onun yüzünden olmuştu her şey, annelerini üzmüş, başka bir kadını onun kutsal yerine koymuştu. 

Sedat’ın onların varlığındaki güven veren, değişmez, koruyucu ve güçlü imajı yerini korku ve küçümsemeye bırakmıştı. Babalarını küçümserken kendilerini de sevmekten vazgeçiyor, olur olmaz hırçınlaşıp kavga ediyorlardı. Başarılarını göstermekten gurur duydukları babaları artık güzel şeyleri hak etmiyordu. İyi evlat olmalarına gerek yoktu, annelerine acımak şimdilik yeterliydi. Böylece okullarını, derslerini, spor yapmayı, kitap okumayı ihmal etmeye başladılar. Kızgınlıklarını ve evin gergin havasını unutacakları farklı mekanlara gitmeye, kederlerini konuşabilecekleri kederli arkadaşlar bulmaya yöneldiler. Oğlan sigarayla tanıştı, kız erkek arkadaşıyla daha çok vakit geçirmeyi, eve geç gelmeyi tercih eder oldu. Ona hesap sormaya, nerdeydin demeye hakkı olan kim vardı, baba olamazdı, anne acısının içinde boğulmuş, çevresinde olan biteni göremiyordu. 

Aile dağılmak üzereydi, mihenk taşı yerinden oynamış, kubbe sallanıyordu. Çok ehil bir usta gerekirdi yerinden oynayan taşı onarmak için. Usta görünürde yoktu, onu arayan da yoktu. Her biri yara almış ruhunu iyileştirmek, öfkeli egolarını sakinleştirmek peşindeydi.” Haklı çıkmak” tı en önemli şey, “ben demiştim” diyen olmak zafer kazanmaktı. “Gördün mü bak, dediğime geldin” sözünü ilk söyleyen kazanacaktı bu soğuk savaşı. 

Mine bütün denemelerinden sonra kendisine saygısını yitirmek üzereydi. Bu öyle anlaşılmaz ve garip bir durumdu ki, Mine varlığını hiç bu kadar önemsiz ve zavallı hissetmemişti. Elinden hiçbir şey gelmiyor, ailesi paramparça olurken o ağlamaktan öte bir şey yapamıyordu. Sahip olduğunu sandığı tüm varlık uçup gitmek üzereydi. Bir şey yapmalıydı, bir yol olmalıydı, mutlaka bir çözüm bulmalı, eski düzenine dönmeliydi…. 

Amaçsızca yürüyüşe çıktığı bir gün dizlerinin titrediğini hissedip parkın köşesinde bir banka oturdu. Kıştan kalma kasvetli gökyüzü, çiçek açmış ağaçlara inat üşütüyordu. Minik serçeler en ufak kırıntının tanesinin üzerine üşüşüyor, ürkek, hızlı adımlarla koşuşturuyorlardı. Mine dalgın onları izledi. Keşke bir parça bir şey alsaydım yanıma diye düşündü, hiç değilse bunlara bir faydam olurdu. Karınlarını doyurur, kısa sürede olsa mutlu olurlardı. Ona da minnet duyarlardı belki. Serçeler minnet duyar mıydı acaba diye düşündü, yiyeceğin kimden geldiğinin bir önemi var mıydı onlar için. Yer ve doyduktan sonra uçar giderlerdi. Bir an için hayali olarak kırıntıyla beslediği serçelerin bile ona bağlı olmalarını, hatta borçlu hissetmelerini istediğini fark etti. Utandı, etrafında kim varsa sıkı sıkıya kendisine bağlı, hatta bağımlı olmasından huzur bulduğunu fark etti. 

Neden buna ihtiyaç duyuyordu, terk edilme korkusu mu, yalnızlık mı? Aslında bağımlı olan kendisi değil miydi? Evlenene kadar annesinin gölgesinde yaşamış, hiç ara vermeden Sedat’a bağımlılığa terfi etmişti, sonra çocuklarına bağımlılık geldi. Evliliğine, evine, eşyalara bağımlıydı. Onlar hayatından çekildiği anda Mine’ye dair hiçbir şey yoktu ortada. Tek başına kaldığında yoktu, yaşam sebebi, amacı yoktu. Annesinde yaşamış, Sedat’ta yaşamış, çocuklarında var olmuştu. Onlar yoksa o da yoktu. Şimdi’de annesininkine benzer kederi onu boğuyor, tıpkı onun gibi kaderine razı olup çocukluğunda edindiği bu mutsuz ve acıklı ruh haliyle alıştığı hayatın devamlılığına razı oluyordu. Aksi tüm olasılıklardan kaçınıyor, ödü kopuyordu. Korkaktı, bencildi ve asıl önemlisi kendisine ait gerçek duyguları yoktu. Bunlarla yüzleşmesi gerektiğini hissediyor, o acı yüzleşme geciksin diye de elinden geleni yapıyordu. Kaskatı kesilmiş, direniyordu. İçinden bir ses,  

“Bırak kendini, dibe çök, gerçek sen ordasın, ruhunu gör ve onu kucaklayarak tekrar yukarı çık, güneşi görecek, yeniden doğacaksın, bırak kendini, bırak, bırak, bırak” 

Çözüm hiç ummadığı, hiç beklemediği birinden gelecekti, çaresizliği çare olacaktı, henüz bunu bilmese de..... 

DEVAM EDECEK 

 
Toplam blog
: 40
: 423
Kayıt tarihi
: 14.04.11
 
 

Eğitimim, hayata dair hiç bir şey bilmediğimi anlamama yetecek kadar, Bilgi birikimim, bilgin..