Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '17

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Annesini kaybeden “abla” şöyle düşünür: Artık kendimi beğendirmek zorunda olduğum biri yok!

3 Haziran 1990, çok sıcak bir İstanbul gününde “abla” ile küçük kız kardeşi Şener Şen-Müjde Ar’lı Arabesk filmini izleyip eve dönerler; havadan daha ağır bir şey vardır üzerinde ama “abla” kedi odası küçük tuvaleti düzenleme kararlılığıyla o yana neredeyse sürünür… Böyle bir yıkıcı sıcak sanki hiç yaşamamıştır, bir daha da yaşamayacaktır.
 
Birkaç şeyin yerini değiştirir, çok az bir şey yapmıştır ki telefon çalar, açar; öbür uçta Ankara’daki eniştesi, …annenizi kaybettik!.. gibisinden bir şeyler söylemekte. “Abla”nın aklı, ortanca kız kardeşinin ameliyatında, refakatçisi olma niyetiyle Ankara’ya giden annesiyle ilgili bu taze-yeni bilgiyi derhal reddeder, hiç değerlendirmeye almaz. Enişte ısrar eder, bu kez kardeşini ister telefona “abla” ve onun da aynı şeyi tekrarlaması üzerine direnmeyi bırakır, eyleme geçer; ağlamaz, bilir ki ağlayacak çoook zaman vardır, küçük kardeşine olanı söyler, yola çıkmadan önce küçük kızın babası, boşanmış oldukları eski kocasını, çocuğu emanet etmek üzere arar, kim bilir hangi takımlar arası, kim bilir ne’sine, kim bilir nereye maç yapmaya gittiğinden, bulamaz. Bu borcu nasıl ödeyeceğini hiç bilemediği bir arkadaşını arar, küçük kızın başına diker, iki kardeş cenazeyle dönmek üzere yola çıkarlar. 
 
Alelacele bilet alınan, hangi firmaya ait olduğunu şimdi hiç hatırlamadığı gece otobüsünde, aşağıda yeterince içmemişler gibi mola sonrası şakır şukur yaktıkları çakmaklarıyla kalınlaştırdıkları sigara dumanı altında soluk almakta zorlanarak yol almaktayken, bir de, ne olduğu anlaşılamayan kötünün kötüsü bir müzik! “Abla”, muavini çağırır biz bugün annemizi kaybettik der ve rica eder, müziği kapatır mısınız lütfen? Ortanca kız kardeşleri, ikisini, sabaha karşı kıyıcı bozkır ayazı bir saatte, evinin yakınındaki otogar AŞTİ girişinde karşılar. Büyük olasılıkla yarısı sinirsel, titreme, daha çok takırdama içindeki “abla” 18 yıl önceki 4 Haziran, Ankara sabahındaki gibi bir ayaz bir daha hiç görmez, konuşmasını engelleyecek kadar hiç üşümez! Cenaze ile İstanbul’a dönülür, bitip tükenmez yol bir daha hiç bu kadar uzun gelmez.
 
Üç kız kardeş evin diğer odalarında yatacak yer varken bir odada yere de yatak serip geceyi bir arada geçirirler; ortancanın bir sağlık kalp sorunu yaşamakta olduğuna dair belirtilerin olduğu uzuuun tedirgin bir gece. Ertesi sabah Fulya’daki Kalp Vakfı’na giderler ve durumu anlatırlar, bazı testlerden geçirilirler; belirtiler normal ve doğaldır. Annelerinin ölümüne yakından tanıklık eden kız kardeş, gördüklerini bedeniyle yansıtıp yaşamakta. Doktorun psikosomatik olduğunu söylediği zâhirî bir kalp krizi geçirmekte kardeşlerini alıp, görece rahatlayarak ayrılırlar.
 
Ayakucundaki ufak alanı da alın, yeşillendirirsiniz diyen Mezarlıklar Müdürlüğü önerisine uyan kardeşlerin, mezarın boyutlarını gördükten sonra "gören de Keriman Hanım’ın değil Kerim Abdülcabbar’ın mezarı sanacak!" diyen “abla”larını böyle bir zamanda bile, diyerek kınadıkları definden sonra sıra, annelerinin çalıştığı Balıkesir’de kaldığı lojmanın boşaltılmasına gelir. Sonradan gezi yoldaşları olan teyze ve eniştenin paha biçilmez desteğiyle evi toparlamaya giderlerken “abla” yolda, bir konuşma sırasında her şeyin çok beyaz olduğundan yakınır; olan bitenin olanca netliğiyle ortada olduğu, görmezden gelinemeyeceği keskin acısının gizlenemeyeceği, doğduğumuz andan başlayarak yaptığımız tek şeyin, ölmekte olduğumuz gerçeğinin apaçık göründüğü mat, katı bir beyazlık!
 
Öte yandan, annesinin ölümü sonrası, “abla”nın aklında, hangi aralık hatırlamaz, şu düşünce yavaaaşça netleşir: Artık kendimi beğendirmek zorunda olduğum biri yok! Omuzlarındaki bir yükten kurtulmuş gibidir, bir hafifleme bir rahatlık… Hemen dile getirmeyip, mantıklı bir zaman sonrası ortaya koyduğu bu düşüncesi, duygusu, doğallıkla kardeşleri tarafından hoş görülmez.
 
Altında çoğu zaman ezildiği sorumluluk, yetersizlik, değersizlik duyguları, mükemmel olmak zorunda olduğu zannı gibi çözmek zorunda olduğu pek çok problem bırakarak giden, kendisini sevmediğini düşündüğü annesine, sonraki yıllarda duyduğu kızgınlık, “abla”ya kalırsa boşuna değil.
 
Seçimler yaparak yürüttüğü yaşamının sorumluluğunu alıp, geçmişle ilgili değerlendirmelerini nasıl yapacağı, nereye bakacağını Basiret Hanım’ın yönlendirmesiyle bulmaya çalışırken, yapısında, kendisini rahatsız ettiği için olumsuzluk olarak isimlendirdiği yanlarını olumluya dönüştürme gayretinin, bu sürecin bir armağan olduğu anlamakta gecikmez “abla”; onu bulunduğu yere getirip, önüne, kendisini geliştirecek problemler bırakarak giden anneciğini, taa yüreğinden sevgiyle, saygıyla anabilmesi için neredeyse 20 yıllık bir zaman gerekmiştir.
 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..