Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Anneye Mektup

Anneye Mektup
 

Anne…

Şunu bil ki, hiç okumayacağını bilerek yazıyorum bu yazıları. Okuyacak olsan yazamazdım. Üzülürsün belki, belki üzülmezsin…

Küçücük bir kızken, bana kızım demen için gözünün içine bakardım. Öyle az kızım derdin ki bana, duyunca kendimi çok değerli hissederdim. Ama bilirdim, sevmediğinden değil. Nedenini hala bilmiyorum. Ben de sana “ anneciğim” diyemezdim, çok istememe rağmen.

Hep yorgun, hep sinirliydin. İşten gelir gelmez mutfağa koşar, saatlerce yemek yapar, ev toparlar, yanına su istemek için dahi gelsem azarlardın beni. Çocuk kalbim bunu kaldıramaz, sebebini çözümleyemezdi. Oysa ben senin gelmeni dört gözle beklerdim. Karnım aç olduğu ya da ev karışık olduğu için değil, kucağının sıcaklığı için, seni camlarda beklerdim.

Bana türlü oyuncaklar, çikolatalar getirirdin, ama beni öpmezdin anne. Hangi marka çikolata anne gibi kokar, hangisinde anne tadı var hala bilmiyorum.

Hiç üzmedim seni. Erken yürüdüm, konuştum, hatırladığımdan bu yana hep uslu oldum. Seni kırmaktan hayatım boyunca korktum. Kırmaktan ziyade, kızdırmaktan korktum. Hatırlar mısın, bir keresinde arkadaşlarının hediye ettiği sürahiyi kırdığım için bir tokatla dudağımı patlatmıştın. O sürahiyi kırdığımda yedi yaşındaydım. Küçücüktüm… İsteyerek kırmamıştım ki. Küçük ellerimden kayıverdi bardak. Evde hep yalnızdım, yanımda su verecek bir annem olsaydı, ben o sürahiye tutar mıydım anne? Sen işten dönene kadar korkular içinde ağladım. O beklemek var ya, tokadından acıydı, ama sen bunu bilemezdin, yorgundun, sinirliydin çünkü. Dudağım kanayınca, sarılıp öptün beni, ağladın. Özür diledin. Seni seviyorum bile dedin. Biliyor musun, aynı tokadı yiyip, aynı sarılışını yaşamak için kaç bardak kırdığımı. Ama ondan sonra hiç birinde sarılıp öpmedin, özür dilemedin. Sana göre, huysuz, terbiyesi bozuk, başı boş bir çocuk olmuştum artık. Her gün bardak mı kırılırmış. Ama her gün küçük bir kalp kırılıyordu anne. Pahası daha mı azdı.

Dövdüğün zamanlar, gözlerimi kırpmadan yüzüne bakardım. “ Arsız bir de bakıyor “ der, daha da hiddetlenirdin. Neden gözlerimi gözlerine diktiğimi biliyor musun anne? Gerçekten annem olup olmadığını anlayabilmek için. Bir annenin hangi şartlar altında evladını hırpalayabileceğini kavrayamadığım için. O an düşünürdüm, göz bebeklerim ona benzemiyor, benim kaşlarım onunki gibi değil…Acımazdım böylece düşünürken. Asıl odama gidince acırdı her yanım.

Şimdi biliyorum mutsuzluğunun, öfkenin, tahammülsüzlüğünün sebebini, ama neye yarar anne. Benim çocukluğum, pencere önünde anne beklemekle, alelacele yedirilmiş yemeklerle, hiç başlanmamış oyunlarla, hayal kırıklığıyla geçip gitti bir kere. Ne senin acıların diner de, ne benim çocukluğum, genç kızlığım geri gelir.

Bazı geceler, babamla kavgalarınızı duyardım. Öyle bağırırdınız ki, korkudan bildiğim tüm duaları okur, birbirinizi öldürmemeniz için Allah’a dualar ederdim. Uykuya dalsam bile, sonu gelmez kabuslar görür, yine de yanınıza gelemezdim. Kavga geceleri kalkar, odanızın kapısını dinler, yaşayıp yaşamadığınıza bakardım. Ses gelmeyince usulca kapınızı açar, uyuduğunuzu anlayınca hafifçe yanaklarınızdan öper tekrar odama dönerdim. Kaç kere duydum babama “ Ah şu kız olmayacaktı ki, seni gör nasıl terk ederdim” dediğini. Ben senin yükün müydüm anne? Bu yüzden mi sinirliydin hep?

Bunları sorgulamanın ne anlamı var ki artık. Sizin yüzünüzden, sizin gibi olmayacağımı düşünerek kocamı kendime ilah yaptım. Kapı çarşı bilmedim. Evimin hizmetçisi oldum. Ama hep korktum, hep korktum…”Dilinden bıktım “ diye bağırıyordu sana babam. Ben bu yüzden hep sustum. Sustukça suçumu kabul etmiş sayıldım. Sizin yüzünüzden anne!

Evlenme yaşın geldi dediğinizde, henüz yirmi yaşındaydım. “Neme lazım, kız kısmı, bağlayıverelim başını” derdi hep babam. Sizin istediğiniz adamla evlendim, yok dedim mi, karşı geldim mi anne? Peki o zaman neden, dün gece kapınıza geldiğimde, “İstedin verdik, şimdi hiç şikayet etme” deyip, tırnak izi, dayak çürüğü dolu yüzüme baka baka, beni kocamın yanına geri gönderdiniz?

Kapıyı açıp, halimi gördüğünde, “ Ne olmuş kız sana? “ dedin de neden sarılıp yaralarımı öpmedin anne? Küçükken şımarmayayım diye babam, zamanın yok, yorgunsun sinirlisin diye sen öpmedin. Arkadaşlarım düşünce, dizlerini öptürmek için eve koşarlardı, ben kendi yaralarımı kendim öperdim…

Sen de kocandan çektiğin halde, neden beni geri gönderdin? Neden illa geleceksen çocuğunu bırak öyle gel dedin? Ben senin gibi değilim ki anne, ben sana hiç benzemiyorum, göz bebeklerimiz bile, kaşlarımız bile benzemiyor…

Senin yerin iyi kötü kocanın yanı dediniz. Gelinlikle giren kefenle çıkar dediniz. Bir gece misafir edip, kucağımda çocuğumla geri gönderdiniz. Ben o evin kapısını nasıl açtım, terk ettiğim adamın evine boynu bükük nasıl girdim biliyor musunuz? Siz , ”olsun yuvası yıkılmasın da” diye sevinip balkonda kahvaltınızı yaparken, ben bir ton hakaretle karnımı doyurdum. Bana ne dedi biliyor musun anne? “ İyi bir kumaş olsaydın, anan kabul ederdi seni!”

İyi bir kumaş olmamak nedir anne? Öğretsene bana, ilk kez duyuyorum. Zamanınız yoktu ödevlerimi yaptırmaya, şimdi emeklisin zamanın var, hadi öğret bana…

Hep söyler durursun ya eş dost toplantısında, yirmi yıllık çalışmışlığımı kızımın çeyizine yatırdım, ama evi harika oldu diye, lanet olsun sizin, ihtiyacım olan şefkatten çalıp düzdüğünüz çeyize. Ne oldu aldığın halılar anne, kana boyandılar kaç kere, lekesi bile çıkmadı. Aldığın yatak odasının her parçasına, şu kafam kaç kere vuruldu biliyor musun? Olmaz olaydı sizin çalışmanız. Sokaklarda dileneydik hep birlikte keşke. Aç kalaydım ama ellerin elimde uyuyaydım.

Babama da söyle elimden tutup götürmediği bütün parklar adına ona teşekkür ediyorum. Dizine oturtup, anlatmadığı masallar için teşekkür ediyorum. Verdiği paranın üzerini getirmedim diye, kafamı dört duvara çaldığı için teşekkür ediyorum.

Şimdi gençlik bunalımlarınız geçti. Sakin bir hayat sürmektesiniz. Eviniz de var bahçe içinde. Bir köşecik de bana ayırmadığınız için teşekkür ediyorum ikinize de. Hizmetçiniz olurdum, ele hizmet edeceğime size hizmet ederdim. Ses çıkartmaz otururdum bir köşede. Ama yok, böyle kalsın daha iyi… Kölelik eder, dayak yerim de, elden diye sineye çekerim. Ama sizin ne bana ne yavruma hor gözle bakmanıza tahammül edemem artık.

Söz, gelmeyeceğim kapınıza bir daha. El alem ne der değil mi sonra? Ama anne, bari bu sefer sarılsaydın bana, öpseydin yaralarımdan.

Gökyüzünde bir yıldız buldum kendime. Geceleri uyumuyor, sen niyetine onunla dertleşiyorum. Sana çok benziyor, ne ısıtıyor, ne konuşuyor. Duruyor öylece.

Yine de beni sevdiğinden şüphe etmiyorum, yemin olsun. Ama keşke birazcık belli etseydin be anne…

Ak düşen saçlarından öpüyor, sana sonsuz sevgilerimi gönderiyorum. Lütfen rüyanda beni gör.

Anne….

ENGİNDENİZ...

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..