Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '13

 
Kategori
Güncel
 

Ant içme üzerine

Ant içme üzerine
 

Füssli Johann Heinrich By Oath Rütli


Meydan Larousse’da yazdığı biçimiyle And veya Ant, Tanrı’yı veya kutsal sayılan bir varlığı tanıklaştırarak verilen söz; and içmek ise yine kutsal bir şeyi ortaya koyarak yemin etmek; ant vermek; karşısındakince kutsal sayılan bir şeyi ortaya koyarak, onu bir şeyi söylemeye; bir işi yapmaya ya da yapmamaya zorlamak; hukuksal anlamda ise; bir kimsenin verdiği sözün doğruluğunu tasdik için kanun veya örf gereğince belli sözleri söylemesi veya hareketleri yapmasıdır.

And içmek, sözlük tanımından da ilk anda anlaşıldığı gibi kutsal sayılan manevi ve dinsel değerlerden türeyen bir ritüeldir.İlk topluluklardan günümüze insanların bir araya gelerek; kendilerinin, ailelerinin ve üyesi oldukları toplumların kaderlerini, maddi ve manevi değerlerini inşa etme süreçlerinde; birbirlerine ve tanrılarına karşı adaklar ya da soyut kavramlarla, dualar, sunmaları ile sözler ya da yeminlerle geliştirdikleri iletişim aslında, And içme’nin temelinde psikolojik ve toplumsal anlamların olduğunu gösterir. And içmek bu anlamda insanların yaşamlarında olmasını istedikleri ya da istemedikleri durumlar üzerine ‘kendilerini’ ortaya koymaları; kendi manevi değerlerini ortaya sürerek belki de ‘hayata’, ‘evrene’ karşı verdikleri bir ‘söz’dür.

And İçmek bu anlamda aslında yazının icat edilmediği ya da az kullanıldığı dönemlerde kültürlerin kendi aralarında ya da rakip topluluklarla aralarındaki anlaşmayı sağlayan ‘sözel’ bir kültürün, verilen söze atfedilen anlamın çok önemli bir parçasıdır. Sözel kültür, yazılı tarihin satır araları gibidir; çünkü ağızdan ağıza yayılan ve sürekli türetilen bir iletişim şekli olarak ‘söz söylemek’ bir çok toplum için namus, şeref, dürüstlük gibi duyguları ifade eder; bu hem kişisel hem de toplumsal benliği ortaya koyma, kanıtlama ve var olma çabasıdır. And İçmek sesli yapılan bir eylem olmakla birlikte, beden hareketleri de bunu destekler.

Tarihte gerek Pagan inanışında gerekse tek tanrılı dinlerde kutsallık ve dinsellik; toplumsal ve ideolojik yapılarla paralel yürümüştür. Krallar tanrıların önünde and içerler, komutanlar imparatorlarının, bir eş kocasının önünde, bir senato üyesi mecliste, bir asker vatanı üzerine ya da bir tıp adamı bilimin üzerine and içer. And İçmek özünde evrensel bir eylemdir. Ve yazının, belgenin ya da kağıt üzerindeki herhangi bir şeyin ötesinde sanki sesin ve hareketin daha güvenilir bir kanıt olduğunu anlatır. En son noktada görevli görevine and içtikten sonra başlar.

Ancak; and içmek evrensel ve kutsal bir gelenek bir ritüel ve bu nedenle de soyut bir olgu… Bu nedenle kutsallık atfedilen her şey gibi çekiştirilmeye; deforme edilmeye oldukça uygun bir eylem. Sorumuz şu: Bu eylem, insanlar arası güvensizliği güvenilir yapmaya yönelik bir aldatmacaya mı dönüştü? Dünya paylaşım savaşlarının öncesi ve sonrasında faşizan değerlerin önemsendiği ve ırk üstünlüğünün tartışıldığı, araştırıldığı zamanlarda; devletlerin, kendi varlıklarını korumak için ulusal tarihlerini kendilerine göre yazmış ve bunu güçlendirmek için de ‘and içme’ eylemini yüceltmiş oldukları bir gerçek.

Şimdi o günlerin anlamını ve önemini kavrasak da, bugün o anlayışın tabulaşarak sürmesini anlamak, kavramak zor… O günden bugüne çok şey değişti. Bir kere kendi deyimleriyle küreselleşme, tek kutuplu yönetim egemenliğinde, emek ve sermaye dünyanın her yerine konar-göçer oldu. Toplumlar da emek ve sermayenin paralelinde konar-göçer akışkanlığını sürdürmektedir. Uzay teknolojisi gelişti, insanın gen haritası çıkarıldı. Uzay ve okyanuslar üzerine kent kurma çalışmaları sürüyor. İnternet ve medya sayesinde Dünya küçüldü. Nerde ne varsa biliyor ve görüyoruz. Bu noktada ritüellerin, geleneklerin de algılanma biçimleri elbette değişti ve değişmesi de gerekir.

 Ancak hala aynı anlayışta diretmek bizi acaba nereye götürür? Daha doğrusu ‘nereye sürükler’?

Toplumun her bireyi, meslek grupları ve henüz yeni konuşmaya başlayan çocuklar dahi and içmeye yönlendiriliyor. Peki bu and’ın, yeminin, bir anlamda varlığı ortaya koymanın anlamı giderek ‘içi boş’ bir ezbere mi dönüştü?

Her alanda yıllardan beri and içen kişilerin, içtikleri anda ne ölçüde bağlı kaldıkları artık tartışılmalı? İçinde bulunduğu kapitalist sistemde kişilerin andına bağlı kalma olasılığını düşünmek gerekir!

İlk toplumlarda kölelerin efendilerine bağlılık yeminlerinin zamanla olumlu ve insani olana karşı çeteleşen bireyler arasında ve daha sonra da giderek kurumların ve yasaların boyunduruğu altına giren ve insanları öğrencileri, eğitimcileri giderek ‘köleleştiren’ bir zihniyetin ezberine mi dönüştüğü sorusu sorgulanmalıdır.

Feodal değer yargılarıyla iç içe ve birbirini besleyen çarpık yaşayan kapitalist toplumlara kıyasla, gelişmiş sayılan batı toplumlarında hukukun üstünlüğü ile yaşama hakkını daha eşitlikçi bir anlayışla koruduğundan ant içme anlam ve önemini yitirmiştir. O ‘ant içme’ ritüeli yerini belgelere ve yaptırımlara bırakmıştır.

Eğitim kurumları, eğitim- öğretimi: ‘bilinenden bilinmeyene, yakından uzağa, kolaydan zora, tekilden çoğula, somuttan soyuta...’ ilkeleriyle sürdürürken; bu ilkeleri Andımız metnindeki söz dizimiyle tersine çevirmiştir… Bu ilginç bir çelişki. Bu yaptırımın ta başında çok yönlü düşünülmemesine, daha sonra da bu çelişkinin göz ardı edilmesine şaşmamak elde değil.

İyi yaşayamamak, iyi beslenememek, dışlanmak, birçok alanda Batı’dan yansıyanlarla yaşamak ve tüm bu çelişkiler yumağının içinde her sabah sıraya girerek and içmek; yarının bireyleri olacak çocuklarımızı ne hale getirir! Daha ‘kompleksli’ bir kişiliğe; sonraki yaşamında, ‘duygulanım bozukluğuna’ sürüklemez mi? İçinde bulunduğu toplumun soyut olan değer yargılarını henüz algılayacak olgunlukta olmadığından, yeminde geçen söz dizimini de anlayamaz. Onlardan, anlayamadığı sözleri tutması da beklenemez. Bu durum hem çocukların geleceğini, hem de toplumun yüksek değer yargılarını iğdiş ederek toplumun değişim ve gelişimine ket vurmuş sayılmaz mı?

Her sabah militarist bir anlayışla çocukların, gençlerin sıralanıp kalıplı mutluluk sözlerini yağmur, çamur ve kar demeden, soğukta titreyerek söyletilen yemin yoksulluğun üstünü örtebilir mi? Bunun boşluğunu fark eden çocuklar büyüdüklerinde; ne yemine, ne de o kutsal değerlere inanır!

 Nazım Hikmet’in ‘’Elleriniz ve Yalana Dair’’ şiiri sanki buna yanıt verir nitelikte…

(…)
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan
(…)
Nâzım Hikmet

Ant: doğaya, hayvanlara, insanlara, sanat değerlerine saygılı olmayı, toplumun değer yargılarını hukuksal sözleşmeyle sentezleyerek yaşamayı; kendisinin varlığını kabul etmesinin yanında, başkalarının varlığının da anlamını ve önemini kavratacak anlayışı vermeli. Günlük yaşamsal zorlukları, çelişkileri çözmeyi öğretmeli. Sanatın (müzik, resim, edebiyat mimari, sinema vb. gibi) yaşamsal süreçte ne denli önemli olduğunu sezdirerek, doğayla ve insanlarla barışık yaşamanın yollarını öğretmelidir!

Kutsal değerler üzerine and içilmesinin doğruluğu artık günümüzde önemini yitirmiştir. Bunun kanıtını içinde yaşadığımız düzen göstermektedir! İnsanlar arası ilişkiler kutsal bilinen değerler üzerine yapılan yemin ya da antla korunamaz. Aksine doğruluk, çalışkanlık, vatana bağlılığın güçlenmesi ve korunmasının yolu: elle tutulan gözle görülen üretim ve üretilenin paylaşımından; toplum sözleşmesinin çağdaş oluşundan, bu sözleşmeye bağlılığından, eğitimin yaşamsal ve bilimsel boyut kazanmasından geçer. And içme kronikleşirse etkisini yitirir, insanları daha karmaşık güvensiz toplumsal ilişkiler yumağına sürükler.

Kurumsallaşan yeminlerin ömürleri kısadır. Sürekliliğinde ise etkisini yitirir. Toplumlar yemin törenlerini kısa süreli bir amaç ve ortak düşmana karşı savaşım uğruna koyar; bireyler de bu birlikteliği ve bağlılığı savunmak için yemin ederler. Savaşım sonuçlandıktan sonra, içilen and da anlam ve önemini hızla kaybeder. Temel kazanımın sonrasında ise bu ritüellerin sürmesi kişileri, ayrımcılık, ötekileştirme ve çeşitli kompleks duygularına saptırır.

Eğitim aşamasında her yönüyle farklılık gösteren çocukları aynı potada eritmenin sonucunu görebilmek mümkün… Vandalizmin, her türlü terörün ve mazoşizmin kaynağında bu aynılaştırma ritüellerin etkisi vardır… And içme gereksinimi duymadan; çağdaş hukuk anlayışı ile yaşayabileceğimiz bir dünya düzeninin kurulacağı umuduyla…

Canip DOĞUTÜRK
____________________________

 
Toplam blog
: 18
: 1578
Kayıt tarihi
: 16.07.09
 
 

Eğitimci, Yazar ..