Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Antalya' da zorunlu tatil.

Antalya' da zorunlu tatil.
 

Antalya ile ilgili hoş bir anım var, onu anlatmadan önce ülkemizde 40 yıl önce bir otomobile nasıl sahip olunurmuş anlatayım, ne de olsa anımla biraz ilgisi var. Otomobiller o yıllarda lüks bir eşya olmaktan çıkıp zorunlu ihtiyaç maddeleri gibi yaşamımızda yerini almaya başlamıştı. Bir yıl kadar olmuştu evleneli. Eşim para biriktirip ev sahibi üstelik pembe panjurları olan bir evin sahibi olma hayalleri içinde iken ben renk konusunda fazla ısrarcı değildim, ister pembe ister siyah olsun ama önce bir arabamız olsun. Gezmek için. Ev kolay ilerde Mortgage sistemi, konut kredisi olur, bekleyelim, diyordum :)
40 yıl önce bir arabaya sahip olmak şimdilerde olduğu gibi kolay değil. Bir kere eliniz mahkum, ülkemizde üretilen iki markadan birisini, ya Renault 12 ya da Murat 124’ü tercih edeceksiniz.Murat 124 hacca gittikten sonra üretimine 1976 yılında son verildi. Yeni marka-model olarak Murat 131 (1300 CC) üretilecek. (Kuş serisi bu modelden sonradır.) Biz tercihimizi bu yeni üretilecek otomobilden yana kullandık. Arabanın peşin satış fiyatı 110.000 TL. Ancak talep çok, üretim az. Kaparo yani kayıt parası vererek sıraya gireceksiniz ana bayilerde. Eğer ki fark verirseniz ve de peşin alırsanız ana bayilerin bayilerinden arabanıza daha kısa sürede kavuşabilirsiniz.

Biz 40.000 TL yi kayıt parası verip sıraya girdik.Ülkemiz o yıllarda bazı yönlerden çok güzeldi. Ormanlarımız-çevre-doğa-denizlerimiz tertemizdi. OKS - ÖSS yoktu, iş bulmak kolaydı, yazlık sinemalar vardı.Araç sayısı azdı, yollar boştu. “Bu konuda önemli eserimiz 1.Boğaz köprüsüdür. 29 Ekim 1973’te işyerimdeki arkadaşım Ertan’la birlikte köprünün açılışına gitmiştik. Cumhurbaşkanımız Rahmetli Fahri Korutürk ve diğer hükümet yetkililerinin ardından sevgili İstanbul’lularla birlikte köprüden ilk geçenlerdenim, bilin yani :) içinizde geçenler de vardır şüphesiz.Ancak biz İzmir'den geldik"

'Her güzelin bir kusuru vardır' derler ya o yılların bir çok kusuru vardı. Kuyruklar da bunlardan birisiydi. Tüpgaz, şeker kuyrukları olduğu gibi sigara tiryakileri iki paket sigara almak için saatlerce kuyrukta beklerdi. Biz de arabamızı almak için sadece bir yıl bekledik. Sıramız gelmişti. Sevindik. Sonra sevinemedik. Arabanın peşin fiyatı 220.000 TL olmuştu. Bu da o yılların bir başka kusuru idi. Vade farkını da kabul ederek, bir yıl içinde biriktirdiğimiz 70.000 TL yi verip (110.000 TL peşin) + ayda 5.150 TL * 24 ay (123.600 ) = (233.600) TL ye arabamızın sahibi olduk. (Mustafa Mumcu abim gene üzerine alınacak ama bana kefil olan işyerindeki Mustafa B. abim oldu. O yüzden Mustafa abilerimi hep sevmişimdir.). Arabamızı teslim almaya gittiğimizde iç ayna, sağ yan ayna, radyo-teyp ve paspasa da sahip olmak için ayrıca ödeme yapmak zorunda kalmıştık, ama bir arabamız olmuştu. Depoya koydukları benzin kapının önüne kadar getirdi de yolda kalmadık.

Evet enflasyon dedikleri bu olsa gerekti. İlk kez benzin alıp depoyu “full”le dediğimde 250 TL ödemiştim. Biri deseydi ki “bir süre sonra bu paraya 1 litre bile alamazsın” adama gülerlerdi. Neyseki, benzindeki fiyat artışı beni hiç etkilemedi, Temel fıkrasında olduğu gibi hep 20 TL lik benzin alıyordum :) önceleri.

Arabamızı 1978 yılında aldık. O yaz İstanbul’a gittik, gezmeye. 1979 yılı yazında da Alanya’ya gitmeye karar verdik. Sabah erkenden yola çıktık. Öğle saatlerinde Antalya’ya ulaştık. Antalya şimdiki gibi fazla kalabalık değildi. Trafik işaret lambaları pek yok gibiydi. Şehiriçinde trafiği polisler yönetiyordu. Bir kavşakta Trafik polisi bana dolayısıyla arkamdaki araçlara “DUR” işaretini yaptı. Ben durdum. (Tam iki gün). Bamm gibi bir ses geldi arkadan. Araba yerinden çok az kımıldadı. İç aynadan bakınca bagaj kapağının açılmış olduğunu gördüm. Trafik polisi arabanın arkasına gitti, birisine bağırıyordu. “Gene mi sen, nedir senden çektiğimiz?” benzeri konuşmalar. Sonra yanıma gelip, ”Siz aracınızı ilerde sağa çekin, yolu kapatmayın, hallederiz” dedi. O zaman polisin adının Kadir olduğu içime doğdu:). Sağa çektim, arabadan indim, baktım. Arka tampon içeriye girmiş, bagaj kapağı eğrilmiş falan. Bana arkadan çarpan 15-16 yaşlarında bir genç. Temiz yüzlü, efendi görünümlü, üstelik çok mahcup olmuş bir halde. Kullandığıda da üç tekerlekli, daha çok pazarlarda gördüğümüz yük ve benzer şeyler taşımak için kullanılan bisiklet türü bir şey. Trafik Polisi “Git patronunu çağır” dedi. Genç arkadaş gitti. Polis Kadir “ Halledilir, merak etmeyin, çocuğun ilk vukuatı değil bu” dedi. Kısa süre sonra Türkiye’nin hala da tanınmış bir itriyat firmasının aracı geldi. İçinden inen beyefendi ile görüştük, konuştuk falan filan. Firma yetkilisi beyefendi bana “Aracınızı bırakın, yaptıracağız” dedi. Biz de tavsiye üzerine Lara Yolunda bir otele yerleştik. Aracımızı yaptırılması için teslim ettik. O ve ertesi gün Antalya’da kaldık. Gezdik, tozduk. İki gün sonra aracımızı gayet sağlam bir şekilde, yepyeni görünümünde teslim ettiler ve iki günlük zorunlu bir tatilin ardından Antalya’dan ayrıldık. (Otel giderlerini biz ödedik, merak edenler olabilir.)

Daha sonraları da Antalya’dan geçtiğimiz oldu. O çocuğu çok aradım, gelse de arkadan bi daha çarpsa diye ama bir türlü göremedim, karşılaşamadık.

resim: www.antalya-tarim.gov.tr den alınmıştır.

 
Toplam blog
: 240
: 2494
Kayıt tarihi
: 13.04.07
 
 

6 Mayıs, bir Hıdırellez günü "Merhaba dünya" demişim. Geçen elli küsur yıl. Bir şarkı vardır Osma..