Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

13 Ekim '18

 
Kategori
Anılar
 

Antalya Anılarım

Antalya Anılarım
 

Antalya Düden şelalesini denizin içinden seyrettim.


Aklıma estikçe Antalya'ya giderim. Denizi çok sevdiğimden, Akdeniz'e açılırım. Meltem havasını koklarım. Plaj kenarından taş toplarım. Stresimi engine atar, gönlümü güzelliklerle doyurur dönerim.
 
Bu kendimce kaçamaklarıma, denizle buluşmalarıma bir kaç aydır ara vermiştim. Yaz mevsimini başka türlü değerlendirmiştim. 
Antalya malum yaz sıcaklarında benim yaştakilere rahatsızlık veriyor. Denizi güzel olsa da, sıcağı çekilmiyor. 
Seneler öncesi epey bir süre Antalya'yı mesken tutmuşluğum var. Üçgen mahallesi sakinleriyle komşuluk yapmışlığım, Kültür Parktaki doğal güzellikler içindeki cam piramitte fotoğraf sergisi açmışlığım  oldu.
 
Antalya, çocukluğumdan beri sevdiğim şehirlerdendir. Şehrin çoğu yerinin sazlık zamanlarında, sivri sineklerin cirit attığı dönemlerde ailecek Akdeniz'i görmeye giderdik. Sıcağından yakınır, kayalıklarda, bataklığa bürünmüş sazlıklar arasında yürümekten bıkar, yine de denizine ulaşmadan, ayağımızı ılık suyuna banmadan dönmezdik.
 
Dün, günü birlik yine Antalya'ya gittim. Arabam falan yok benim. Otobüse atladım mı, iki saat sonrası masmavi denizindeyim.
 
Antalya'da güneş altın renginde duruyor. Mübarek ateş topu o kadar parlak oluyor ki, engin deniz güneşin altında daha bir berraklaşıyor. Mavi rengin tonlarıyla oynaşıyor.
 
Antalya bize komşu il, hatta turizm yoğunluğu sebebiyle, çevreden o da çok göç aldı. Adının önüne büyük sıfatı ekletti.
 
Bizim ilden oraya otobüsle gidip geliş, orada gezme tozma, ayaküstü yemek içme derken bu pahalı zaman da bir kişiye 100 liraya mal oluyor. Domatesin bile 15 lira olduğu günümüzde, günübirlik gezi için 100 lira çok para sayılmaz. 
Evde efkarlanıp tütün mamullerini savurup, ciğerleri dumana boğasıya; kes zararlı maddeleri gör çevrendeki güzellikleri, deniz esintisi dolsun ciğerlerine, duman yerine.
 
Ben böyle düşünerek keyfime keyif kattım. Lakin Antalya için bu defalık 250 lirayı aşkın para harcadım. Denize bakan lokantada yemek yedim. Metroyla şehir turu yaptım. Tranvaya bindim, Konyaaltı'na gittim. Sonra Karaoğlan Parkı'nı gezdim. Fotoğraflar çektim. 
Kaleiçi'nden sevdiklerime Antalya'yı anımsatacak hediyelikler aldım. 30 lira verip, gemi turuna katıldım. 
Küçük bir gemiyle adeta okyanusa açıldım. Arkanda Antalya'nın apartmanlarını, falezlerini bırakıyorsun. Dalgaların gücüyle, sağa sola sallanmakla ne hoş oluyorsun.
 
Antalya çok kalabalıklaşmış. Caddeleri, sokakları, daracık geçitleri bile insan seli. Turist kaynıyor. Dünyanın her tarafından insanlar gelmiş. Sanki Birleşmiş Milletler gibi.Ne yana kafanı dönsen farklı devletten, farklı milletten insanlar. 
Her biri yabancı dil konuştuğundan yüzünüze küfür etseler, Antalya'da dolaşan biz yerli turistler ne denildiğini anlamıyorlar. Ama satıcılar uyanık, yabancı dil bileni koymuşlar dükkan önüne, sattıklarını yabancıya teşhir etmeye, turistleri dükkanlarına davet etmeye çalışıyorlar. 
 
Gemi gezim de kafile halinde turistler vardı. Gemide üst kata çıktılar, benimle aynı yönde yanyana oturdular. Çoğunlukla yaşlı karı kocalar. Eve kapanıp kalmamışlar, yurdumun güneşinden yararlanmaya gelmişler.
Sarışın ya yabancıların çoğu, beyaz tenlerinden mavi damarlar dışarı taşmış. Yaşlı başlı kadınlar içleri geçmiş, kasları erimiş, gezmekten geri kalmamışlar.
Kocalarıyla kalkmış Antalya'ya kadar gelmişler. Turun rehberi İngilizce, Almanca bir şeyler anlatıyor, onlar rehberi soruya boğuyorlar. Antalya'nın geçmişini öğrenmeye çalışıyorlar.
 
Gemide seyyar satıcı dolaştı, ekmek arası döner satmaya kalktı. Turistlerden hiç biri bir tost alıp yemediler. Bir çay dahi içmediler. Hadi diyelim, tur firmasının anlaştığı lokanta da beleş yiyeceklerdir. Ama insan o kadar tatlı dil savuran dönerciyi hiç kırar mı? 
Turistler dönerciyi görmezden, sesini duymazdan geliyorlar. Denize takılı gözleri, kulakları rüzgarın nağmeleriyle şakıyan dalgaların şahlanışında. Dönerciyle vakit öldürüp güzel anların sihrini bozmak istemiyorlar, hallerinden belli.
 
Turist zaten para harcamaya gelmiyor ülkeme, kendilerinde olmayan değerlerden nasiplenmeye geliyorlar. 
En büyük aşkları da güneş. Güneşe karşı bacakların açıveriyorlar. Varislerini B vitamini bolluğuyla yumuşatmaya çalışıyorlar. 
Onları gerçekten pek para harcamadan çok yerleri gezdiklerine bir kaç yerde tanık oldum. Kale içini geziyorlar, satılanlara bakıyorlar, hiç bir şey almıyorlar. 
 
Gemi gezimizde boynunda fotoğraf makinesi olan bir genç adam, yaşlı turistleri eşleştirip ellerini birbirleriyle tutuşturarak poz poz resimlerini çekti. 
Sonra gelip benim de denize bakarken mest olmuş hallerimin fotoğrafını çekti. 
İzin alma gereği duymadan yaptığı bu işi bitirdi alt kata indi. 
Gemi içindeki bizler Düden şelalesi önüne katar gidip, şelalenin şırıltısını yakından dinleyip, gözlerimizi doğanın güzellikleriyle dinlendirip, doyumsuz haz alarak dönüş yoluna koyulduk. 
Hep orada kalmayı arzuluyor insan, denizin ortasında  karadaki tehlikelerden, kötü bakışlardan uzak yerde güvenli olduğumuz hissine varıyoruz. 
Gemi poyrazdan devrilirse, dalgalar bizi yutarsa korkusuna kapılmadık. Olumsuzluk aklımıza bile gelmedi. Ortam o kadar mesut ediciydi. Stres yok, pozitif enerji çok.
 
Düden dönüşümüzde fotoğrafçı genç tekrardan yanımıza gelerek, şelaleye dalmış gözlerimizi yakından belgeledi. Bir süre sonra çerçevelettiği fotoğrafların bir pozunu 30 liradan satışa sundu. Üç poza 90 lira istiyor. Turistlere dolar üzerinden pazarlık yaptı. Ama delikanlı onca dil dökmesine rağmen, çekildikleri pek çok fotoğraftan birini dahi almadı turistler. 
 
Fotoğrafçı çocuk, sonra bana geldi. Üç pozuma 90 lira istedi. 
"Vay uyanık" dedim. "Sen fotoğrafçı mısın," diye sordum.
"Hayır abla, öğrenciyim, okul harçlığımı çıkartıyorum" dedi. 
"Ama insanlara emrivaki yapıyorsun, bu yanlış değil mi?" dedim.
"Zorla satmıyorum ki abla. İsteyen alıyor," diye cevap verdi.
"Turistlere bir tane bile satamadın. Emeğine yazık değil mi," diyorum.
"Emeksiz ekmek parası kazanılmıyor abla" dedi.
Hoşuma gitti içtenliği, mahzunluğu.
"Senin adın ne bakayım" dedim. 
Genç adam: 
"Mahir abla, adım Mahir. Hadi al bu pozları, sen bari şu garip öğrenciye yardım etmiş ol" dedi,arsızca.
Ben kanmadım bu yaklaşımına: 
"Adın gibi mahirmişsin Mahir." dedim. 
Hoşuna gitti böyle değişim, keyiflice güldü. O gülüşü hatırına pazarlık edip iki poz fotoğrafımı 50 liraya aldım. Böylece Antalya gezim bana bu defalık 250 liradan biraz fazlaya mâl oldu.
 
Ah Mahir, ah. Sen beni şımarıklığınla aldattın belki, ama güzel bir sohbetle günüme renk kattın. Üstelik Antalya gezimi fotoğraflarla belgeledin. 
"Dün Antalya'daydım" dediğimde, "ispatın var mı", diye soranlara "Evet" diyerek göstereceğim pozlarım var sayende. "Güzel fotoğraflar çekmişsin Mahir, sağ olasın. Çalışkan ve zeki çocuksun, aferin sana."
 
Antalya'da bu defa dikkatimi çeken bir şey de, hiç bir tanıdığa rastlamayışım oldu. Oysa önceki gitmişliklerim de en azından bir kaç hemşehrime, meslektaşıma denk geliyor, ayak üstü de olsa hoş sohbetler ediyordum. 
Dünün Antalya'sı yok artık, anlaşıldı. Turistleri bağrında ağırlamak için, günden güne gelişen ve güzelleşen Antalya gördüm bu defa ve uzun süre gitmemeye karar verdim. Zira büyüdükçe yoğunlaşan yerleri yeğlemiyorum.
 
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..