Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

AOÇ’un dinozoru

AOÇ’un dinozoru
 

MALZEME;  

Sizce otoriteyi yaratan nedir? Kafası karışık, endişeli ve ne yapacağını bilmez bir haldeyken bir rahibin, bir öğretmenin, bir ebeveynin veya başka birinin yanına gidip bizi bu karışıklıktan kurtarmasını bekliyor, güvende olmayı, ne yapmamız gerektiğinin bize söylenmesini istiyoruz, bu yüzden bir otorite oluşturup basit bir köleye, çarktaki bir dişliye dönüşüp hiçbir düşünme ve yaratma kapasitesini hayata geçirmeden yaşıyoruz.

 

KURMACA; 

 

Ankara

 

Atatürk Orman Çiftliği

 

Lacivert takım elbiseli iki adam Atatürk Evi’nin çevresinde geziyorlardı. “Rıfat çiftliğe gelirken kavşakta dinozor maketini gördüm,” diyen siyah atkılı, sabah seriniyle üşüyen ellerini ovuşturarak ceplerine soktu. “Hakan söylentiye göre belediye, birkaç parça heykele on milyon lira harcamış. Mühür kimdeyse parayı ne zaman nereye akıtacağına hükmeder. Şaşılacak bir şey yok,” diyerek saatini kontrol eden bastonlu “gecikti,” diyordu ki ikiliye arkalarından yaklaşan delikanlı “Rıfat abi beklettiysem kusura bakmayın,” deyip yağmurluğunun kapüşonunu çıkartarak adamlarla tokalaştı. “Hoş geldin Bora. Bizde senden önce geldik. Babana önümüzdeki seçim sonrası vekil olma yolunu açacak teklifimizi sunduk. İlk adım olarak da il yönetimine sokmayı önerdik,” deyip delikanlının koluna giren siyah atkılı “Ancak baban sıcak bakmadı. Hastane ve cami derneğindeki faaliyetleri sebebiyle siyasetin içinde yer almasının gerekmediğini söyleyip konuyu değiştirdi,” diyerek az ilerideki ürün satış yerini işaret etti. “Bora buradaki ballar nefistir. Gelmişken birer kavanoz alalım,” diye söze giren bastonlu “Hastanenizdeki hizmetiniz eşsiz. Diğer illerdeki insanların hizmet kalitenizle buluşmasını istemez misin? Her ilde bir şubeniz olsa fena mı olur? Baban hastaneleri yönetirken oğlu da hastanelerin malzemelerini tedarik eden bir firma kurup hastanelerin masraflarını azaltır,” deyip raflardaki balları inceler gibi yapıyor göz ucuyla da hayallere dalan Borayı takip etmekteydi. Delikanlı gelecekti hastaneleri için yaptığı karlı satın alma anlaşmalarını görürken Rıfat aldığı bir kavanoz balı eline tutuşturdu. Hakan “Bora bunlar tatlı hayaller değil mi? Gerçekleştirmenin yolu,” diye lafını yarım bıraktığında Bora “Nerden geçer?” diyerek yemi yuttu. Rıfat “Babanın il yönetimine girmesinden geçer,” deyip Truva atını hazırladı. İhtiyar kurtlar bir yandan alışveriş yaparken bir yandan da demiri tavında dövüyorlardı. Buluşma sona ermiş Boradan ayrıldıktan sonra AOÇ’un otoparkında durum değerlendirmesi yapılıyordu. “Bora babasını ikna eder il yönetimine sokarsa Ankara B.B elimize geçer,” diyen Rıfat marşa bastı. Hakan “Delikanlı önce hastanelerine mal satacak sonra biz ona kolay yoldan devlet hastaneleri nasıl soyulur göstereceğiz. Böylece itibarlı bir adamı oğlu üzerinden rezil ederek iktidarı itibarsızlaştıracağız,” deyip zorlanarak açtığı kavanozdan bir parmak balı yalar. Rıfat “Hakan bakıyorum da bal tutan parmağını yalıyormuş,” diyerek arabayı yola çıkarır.

 

Kılıç hastanesinde olağan bir gün devam ediyordu. Poliklinik önlerinde sırasını bekleyen hastalar, endişeli hasta yakınları uzun bir günün habercileriydiler. Başhekimle görüşmek için bekleyen Halime nine boşalan odaya girdi. “Doktor oğlum,” diyerek başladı lafa… Ağrıyan kemiklerini, az duyan kulaklarını özellikle iki gözüne inen kataraktları anlattı. “Mehmet’im açacaksın değil mi anacığının gözlerini,” diyerek az daha içmese soğutacağı çayını alıp yudumladı. Halime nine mahallenin fakirlerindendi. Doktor Mehmet birçok muhtaca ücretsiz yardım elini uzatmıştı. “Anne göz doktorumuz seni bekliyordu. Ameliyatın için çoktan hazırlandık,” deyip telefonla hemşireyi çağırdı. Kadına sarılıp başından öperek operasyona uğurladı. İhtiyar gelmeden önce ilgisini çeken bir habere göz atmaya devam etti. Web sitesinde haber ilk sıradaydı. Manşette ‘Einstein'in beyninden 46 dilim sergileniyor’ diyordu. Bitki çayını karıştırırken kendini detaylara bıraktı. ‘Albert Einstein'ın yıllardır saklanan beyin parçacıkları ndan 46 tanesi Philedelphia'daki bir müzede sergilenmeye başlanmış, 1955'te ölmeden önce "Kimse kemiklerime tapmasın" diye cesedinin yakılmasını istemişti. Bilim adamının isteği yerine getirilmiş ve külleri ABD'nin kuzeydoğusundaki Delaware Nehri'ne savrulmuştu.’ Mehmet ‘Ancak Einstein'in yakılan bedeninde beyni ve gözlerinin olmadığı sonradan anlaşıldı,’ yazılı satırı okuduğunda heyecandan nefesini tuttuğunu fark edip derin bir nefes aldı. Haberin sonu başından daha fazla şaşırtıcıya benziyordu. ‘Einstein'in naaşının bulunduğu Princeton Üniversitesi Hastanesi'ne izin almadan giren patalog Thomas Harvey, Einstein'in beyninin bir parçasını alıp dilimlemiş. Bu dilimler şimdi Philedelphia'daki Mutter Müzesi'nde sergileniyormuş,’ diye metin sona erdiğinden Mehmet açılan oda kapısıyla haberin gizemli dünyasından gerçek dünyaya döndü. “Baba AOÇ’den sana bal getirdim,” diyen Bora kavanozu masaya bıraktı. Oğlunun geliş nedenini tahmin ediyordu. Reddettiği il yönetim kurulu üyeliği yakasını bırakmayacaktı. Bora “İl yönetim kurulu üyeliğiyle ilgili kararını verdin mi?” deyip cevabını bildiği soruyu sordu. Mehmet soruyu “Oğlum siyaset bana göre değil. Kendi alanımda insanlara yardım ediyorum. Daha fazla bu konuyla ilgili konuşmayalım,” diye başından savuşturacak olduysa da Bora “Hastaneyi çok güzel yönetiyorsun. Aynı güzelliği il yönetimine girerek Ankara’nın yönetimine getirmek istemez misin? Böylece şikâyet ettiğin konularla ilgili bir şeylerde yapabilirsin. Hem sen bana içinde olmadığın bir yerin yönetimiyle ilgili konuşmamı yasaklamamış mıydın?” diyerek ustaca bir hamle yaptı. Mehmet’in kafası karıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu ki cami derneğinden gelen yardımcısı “Mehmet abi halılar yıkamadan geldi. Ödemeyi yaparsak iyi olur,” dediğinde “ Bora konuyu tekrar düşüneceğim, hadi gel Basri muhasebeye geçelim” deyip arkadaşıyla çıktı.

 

Mehmet hastaneden ayrılmadan önce son bir kez her katı gezer nöbetçi personeliyle sohbet ederdi. Çamaşırhaneye geldiğinde hararetli bir tartışmanın ortasında buldu kendini. Temizlikçi kadınlar AOÇ’nin kavşağına konan dinozor maketini ağızlarına dolamış bağrışıyorlardı. Mehmet, kadınlardan biri “On milyon lirayı robotlara, maketlere vereceklerine ODTÜ’de okuyan öğrencilere verseydiler öğrenciler robotların gerçeklerini yaparlardı,” dediğinde başından vurulmuşa döndü. Kadınlar adamı fark ettiklerinden çıkardıkları çıngardan utandılar. Özür dileyeceklerdi ama Mehmet hiçbir şey demeden çamaşırhaneden çıktı. Kadının dedikleri kulaklarından gitmiyordu. İl yönetiminde yer alırsa kadına ne diyebileceğini düşündü. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Merdivenleri nasıl çıkıp danışmaya geldiğini fark etmedi bile. Yarım ağızla hemşirelere “İyi nöbetler” diyebildi. Hastaneden ayrılmakta olan beyin cerrahı Fuat arkadaşının durumundaki garipliği anlayıp “Mehmet seni evine son model arabamla bu gece ben bırakayım mı” diyerek şakayla karışık sordu. Mehmet teklifi kabul ederek arabaya geçti. Sesi çıkmıyordu. Yola koyuldular. Fuat konuşmak için konu arıyordu ki aklına Albert Einstein'ın yıllardır saklanan beyin parçacıkları geldi. Konuyu şakalarla süsleyerek anlattı. Mehmet iki arada kalmıştı. İl yönetiminde yer alsaydı dinozorlara verilen on milyonla ilgili bir şey yapabilecek miydi? Fuat “Princeton Üniversitesi Hastanesinde bir deney yapılacakmış. Einstein’ın beyin parçaları gönüllülere nakil edilecekmiş. İnsan beyninin kullanım kapasitesinin arttırılması hedefleniyormuş. Kim bunu kabul eder ki?” diye sorduğunda Mehmet “Ben ederim, üniversiteye ulaşır mısın?” deyip bakışlarını Fuat’ın gözlerine çevirdi. “Neden başkasının beyin parçasını isteyesin ki?” diyen Fuat bir yandan da yolu kontrol etmeye çalışıyordu. Mehmet “İçinden çıkamadığım bir durum var,” diyerek pencereyi açtı.                            

 

VE SIRA SENDE; Fuat Mehmet’in şaka yapmadığını anladı. Arkadaşını üniversiteden beri tanıyordu. Biraz sıkıştırınca içinden çıkamadığı durumu öğrendi.  “…” deyip…                

 

Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için kurmacaya, MALZEMEDEN esinlenerek devam eder misin?  

 
Toplam blog
: 16
: 62
Kayıt tarihi
: 09.05.15
 
 

1978 yılı Sakarya doğumlu, evli ve bir çocuk babasıyım. Yüksekokul dâhil eğitim hayatımı Sakarya'..