Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '08

 
Kategori
Haftasonu
 

Arabesk

Arabesk
 

Ahmet, büyükşehirlerinin birindeki en kalabalık olan bir semtinde, yani varoşlarda yaşıyor.

Ahmet, kendi semtinde oturan insanlara gere durumu daha iyi.

İnşaatlarda çalışırken, önce birkaç arkadaşını aynı yere işe götürmüş.

Onların sırtından para kazanmaya başlayınca, yavaş, yavaş bu işleri büyüterek, kendisi çalışmayı bırakmış.

Kendisi çalışmasa da, birkaç inşaata birden işçi götürüp, onların sırtından epey yüklü miktarda para kazanmaya başlamış.

Ahmet, kazandığı paralar ile önce mahallede küçük bir bakkal dükkânı açmış, bakkalın başına karısı Zeynep ve kardeşi Ender’i koymuş.

Her gün akşam, işyerlerinden götürdüğü işçilerin parasına alıp, işçilere dağıtmadan önce, kendi hissesini alıp, daha sonra işçilerin hakkını (!) ödüyor. Ve oradan doğruca bakkala gelip, karısı Zeynep ve kardeşi Ender’den hesap soruyor. O günkü hâsılatı hemen cebe indiriyordu.

Ahmet, bu büyük şehre geleli epey olmuştu. Daha doğru düzgün şehrin içini bile gezmemiş, sadece inşaatlara giderken, bindiği kamyonetin açık kasasından çevreyi seyretmişti.

Son günlerde Ahmet işi iyice arttırmış ve hak etmediği kadar para kazanmaya başlamıştı.

Bir gün Ahmet’in kanına giren bir arkadaşı ona araba almasını sağlık verdi.

Ahmet ve arkadaşı açık oto pazarına giderek, bir araba aldılar.

Ahmet arabanın sağlamlığından çok rengi ve içindeki teyple ilgilenmişti.

Ahmet’in almak istediği arabanın içinde iki tanede teyp kaseti vardı.

Kasetlerin ikisi de arabesk sanatçılarına aitti.

Ahmet, arabayı almak için o kasetlerinde arabada kalmasını şart koştu.

Satıcıda kabul edince Ahmet sevinçten deliye döndü.

Araba alınıp, sözleşmeler imzalandıktan sonra, satıcı parasını alarak, anahtarı Ahmet’e teslim etti.

Ahmet, anahtar ile kapıyı açıp, şoför koltuğuna geçip kuruldu. Ancak araba kullanmayı bilmiyordu ve de Ehliyeti de yoktu.

Arkadaşı sordu. Ahmet sen araba kullanmasını biliyor musun?

Ahmet, yok bilmiyorum.

O zaman niye şoför koltuğuna binersin be adam.

Önce araba kullanmasını öğrenip, sonra ehliyet alacaksın, sonra arabanın şoför koltuğuna oturacaksın diye uyardı.

Ahmet araba kullananların yanında çok oturduğunu ve bakarak araba kullanmasını öğrendiğini, arabayı kendisinin kullanacağını söyledi.

Arkadaşı itiraz ettiyse de, söz dinletemedi.

Ahmet arabaya binip, kontağı çevirdi.

Araba bir hırıltı ile ileri yüklendi. Sonra tekrar durdu.

Ahmet arabayı çalıştırmasını da bilmiyordu.

Bu arada arabanın teybinin sesini de sonuna kadar açmış, arabesk dinlemeye ve çevredekilere de dinletmeye devam ediyordu.

Arkadaşı, Ahmet bak arabayı önce boşa alacaksın, sonra kontağı çevireceksin, diyerek Ahmet’i uyardı.

Ahmet söyleneni yapıp arabayı çalıştırınca, sanki kırk yıllık araba kullanıyormuşçasına şoför koltuğunu kuruldu.

Arkadaşını da yanına çağırdı.

Arkadaşı gelmek istemediyse de Ahmet’in zorlaması ile şoför koltuğunun yanına geçip oturdu.

Bir taraftan da Ahmet’e arabayı nasıl kullanacağını anlatıyor, diğer yandan da teybin sesini kısmaya çalışıyordu.

Ahmet arabayı çalıştırmak kadar kullanmanın da kolay olduğunu sanıyordu.

Ancak, bir türlü arabayı yerinden kaldıramıyordu.

Sonunda Ahmet ile arkadaşı yer değiştirdiler.

Arkadaşı Ahmet’in arabasını alıp, evinin önüne kadar getirdi.

Mahalleye girerken, Ahmet arabayı tekrar kendisinin kullanması için ısrar ettiyse de, arkadaşını ikna edemedi.

Arabayı aldıklarında, günlerden Cumartesiydi.

Ahmet arabayı bırakan arkadaşına, yarın çor çocuk denize gidelim, bir güzel yüzeriz, piknik yaparız deyince, arkadaşı da kabul etti. Ancak arabayı kendisinin kullanması şartıyla.

Ahmet ve arkadaşı, çor çocuk Ahmet’in yeni arabasına binerek, oturdukları semte epey uzaklıktaki deniz kenarına doğru hareket ettiler.

Ahmet arabanın arkasına maltız, kömür falan koyup, bakkalda satılmayan, son kullanma tarihleri geçmiş, tavuklardan da eşine hazırlatıp, arabanın arkasına koydu.

Uzunca bir süre yol gittikten sonra deniz kenarına varıp, arabayı yolun kenarına park ederek, denizin yolunu tuttular.

Ahmet önce acıktığını söyleyip, hemen maltızı yaktı. Kendi elleri ile son kullanma tarihi geçmiş tavuklardan pişirip, arabada gelen herkese ikram etti.

Yemekler yendikten sonra, kadınlar üzerlerine giydikleri başlarını da örten giysileri ile denize koştular. Ahmet onların arkasından baka kaldı.

Kadınlar hemencecik suyun kenarına varır varmaz kendilerini suyun içine bıraktılar. Kadınlar sudan çıkınca, giydikleri elbiseleri vücutlarına tamamen yapışmış vaziyette birbirleri ile şakalaşmaya, birbirinin üzerine su atmaya başladılar.

Ahmet de ayağına geçirdiği, arkası büzgülü, diz altına kadar uzanan haşemasına baka, baka denize doğru koştu.

O kadar hızlı koşmuştu ki. Birden suya gelince durdu.

Sudan korkmuştu.

Hayatında hiç denize veya göle girmemiş, suyunun tadını bile bilmediği gibi, hayatında yüzmemişti.

Oysa arkadaşları arasında konuşurken, çok güzel yüzdüğünü söylemişti.

Arkadaşı yanına gelerek, ne Ahmet, niye durdun? Hani sen çok güzel yüzme biliyordun diye söyleyince, Ahmet kendine geldi.

Yavaşça ayaklarını denizin tuzlu suyuna soktu. Birkaç adım gitti. Su dizine kadar ancak gelmişti ki, Ahmet olduğu yere çökerek, su ile oynamaya, elini ördek kanadı gibi suya daldırmaya başladı.

Ahmet’in hareketleri gittikçe tuhaflaşmaya başlamıştı.

Ahmet, suyun derin kısmına, kıçını, derin olmayan kısmına da başını daldırıyor, ancak kafasını kuma vuruyordu.

Sonra kafasını kaldırıp, kafasının yarısı ıslanmamış vaziyette, karısı ve arkadaşına bakıp, onlardan takdir görmeyi bekliyordu.

Arkadaşı, Ahmet’i kolundan tutup, denizin biraz ilerisine götürerek, bak buralar derin değil. Boğulmazsın, kafanı burada suya batır çıkart da her tarafı ıslansın. Sonra kafanı kuma vura, vura beyin kanaması geçireceksin diyerek, alaylı bir şekilde tebessüm etti.

Ahmet arkadaşının ince alayını anlamamıştı.

Ahmet o zamana kadar hep çalışmış, başka hiçbir sosyal aktivitesi olmamıştı. Konuşma anında yapılan ince esprileri anlamaz, bazen karşısındakini bozardı.

Deniz sefası bitmiş, piknik sefasını da bitirip, evlerine dönmek için eşyalarını araya yükleyip, yola çıkacaklarında, Ahmet arabayı kendisinin kullanacağını söyleyip, direksiyona geçti.

Arkadaşı ve Ahmet’in karısı ne kadar itiraz ettilerse, Ahmet’i ikna edemediler.

Ahmet direksiyona geçip, arkadaşından gördüğü şekilde arabayı çalıştırdı.

Zar, zor arabayı arkadaşının yardımı ile hareket ettirdi.

Ancak yolun bir sağına, bir soluna gidiyordu.

Yanına oturan arkadaşı, direksiyonda da yardımcı oluyor, bir eli ile direksiyonu çeviriyordu.

Arkadan Ahmet’in karısı Zeynep, a Ahmet sen ne güzel araba kullanıyormuşsun, nerde öğrendin araba kullanmayı, diyerek sözde kocasına moral veriyordu.

Ahmet karısının dolduruşu ile gittikçe hızını arttırıyor, sağına soluna bakmadan gidiyordu.

Uzaktan dörtlü yol kavşağına yaklaştıklarını göster bir levha ve Trafik ışıkları göründü.

Arkadaşı Ahmet’i uyardı.

Yavaşla!..

Ahmet anlamadı.

Sonra arabayı nasıl durduracağını da bilmiyordu!

Ahmet’in gittiği istikamete kırmızı ışık yanmaya başlamıştı.

Arkadaşı Ahmet Frene bas, fazdan ayağını çek ve dur diye bağırıyor, arkadan karısı, arkadaşının karısı beş çocuk hep birlikte bağırıyorlardı.

Bu bağrışmalara, teypte son ses çalan arabesk müziğin de sesi karışmıştı.

Ahmet’in eli ayağı birbirine dolaşmış, ne yapacağını bilememenin telaşı ile hızı daha da artmış olarak kavşağa girdi.

O sırada Ahmet’e göre sağ yandaki yoldan gelip, kavşağa giren bir tır aracı, Ahmet’i görmemişti bile. Çünkü kendisine yeşil yanıyordu,

Tır normal Trafik kuralları dâhilinde yoluna devam ediyordu.

Birden Ahmet’in kullandığı araba, T harfi şeklinde tır7a çarptı.

Sonrası malum!

Falanca ilin, falanca yolunda, bir taksi, tır’ın altına girdi.

Kazada ilk belirlemelere göre 8 ölü, 1 ağır yaralı mevcut. Ağır yaralı olan 3 yaşlarındaki bir kız çocuğu ambulansla hastaneye kaldırılıp, tedavi altına alındı.

Olaya karışan tır şoförü göz altına alındı.

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..