Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '17

 
Kategori
Edebiyat
 

Aradığınız Sevdaya Ulaşılamıyor

Aradığınız Sevdaya Ulaşılamıyor
 

Hafif çukur duran, soğuktan kızarmış, beyaz teninin altındaki bütün damarları belirmiş avcunu açmış tatlı bir kar tanesinin konmasını bekliyordu. Ne zaman kış bu güzelliği getirse kendini sokakta bulurdu. Biriken karların üzerine adımlarının izini bırakır, iki kolunu olabildiğince yana açarak yüzünü gökyüzüne çevirir ve bu anın tadını çıkartırdı. Hep çocuktu yüreği, büyüdüğünü iddia edenlere karşı çıkıyor ve çocuk kalmasının sebeplerini en mantıklı yoldan açıklıyordu. Çoğu insan anlamıyordu elbette, hatta bir keresinde içindeki çocuğu anlattığı arkadaşı ‘sen kesin delisin.’ demişti. Evet, deliliğin tanımı buysa bedeninde saklı tuttuğu duygularıyla deliydi, hem de fazlasıyla.

Yaşadığı şehrin dev diye nitelendirdiği dağlarla çevrili, yeşilin büyüsüne hasret bir görünümü vardı. Ne zaman bu şehir hakkında konuşacak olsa unutulmuş şehir diyerek başlıyordu söze. İnsanları için de unutulmuş şehrin soğumuş bedenleri. Çünkü, sohbet etmek için beraber aynı masaya oturduğu kim varsa onun uzun cümlelerine dayanamayıp başka uğraşlar ediniyorlardı kendilerine. Yalnızlığı tanıdığından beri bu durum onu rahatsız etmiyordu. Kitaplara sığınmıştı, kendini en huzurlu hissettiği yere. Çevresindeki insanlar kendilerine bir saat aralığı belirlemiş, adına çalışmak dedikleri yitiklikte ordan oraya savruluyorlardı. O da çalışmak istiyordu ama mutsuzluktan yüzlerini kaybetmiş insanları gördükçe başka yollarda arıyordu tekdüzeliği. Kafasının karışık olduğu anda o kar tanesini gibi gelip yüreğine konan sevdayı daha önce hiç bilmemişti. Boşlukta hissetti kendini. Uzunca bir süre kendine gelemeyişi bundandı. Siyah beyaz bir dünyanın içinde renkli şarkılar dinliyordu. Öyle anlatmakla da bildiremezdi hissettiklerini. Sevdasını taşıyan adama saatlerce sarılmak, bir hayatı yine yeniden keşfe çıkmak, tarifi olmayan tanımlamalarla kendi sözlüğünü yazmak başlıca hisleriydi. Birine benim bu duyguma sevda demişler dese gülerlerdi. Kimsenin sevdalanmayı bildiğine inanmamıştı çünkü. Onların birbirlerine duydukları bir ihtiyaç, alışkanlıktı çoğu zaman. O öyle olmamaya baştan söz vermişti. Gözlerinin içine baktığında hiç tanık olmadığı o ormanın güzelliğine kapılıp gidiyordu. Kendine rastladığı yerlerinde uzun uzun izliyordu kendini. Onun gözünden kendini izlemek,  bir rüyanın en derin, en güzel noktasıydı. Yüreğine bağlanmış aklıyla düşüncelerini adadığı adamın heybetli duruşu, ona her zaman sığınacak bir limanı hatırlatıyor, hayallerini rahatlatıyordu. Kısa, gür saçlarına dokunduğunda mutlu oluyor, tenine değen ellerinde pamuk tarlaları bitiyordu. Söylemişti ya, hiç böyle hissetmemişti kendini. O anda karar verdi, ölen bedenlerin gömülmesine inanan bir topluluğun içinde onun toprağının üstüne gömülmek isteyecekti. Hayattan istediği sadece buydu. Güzel zamanların bitiminde tekrar onun bedenine kavuşmak…

Ahşap yüzeyin üstüne düşen kitabın sesine uyandı. Bir iki dakika sonra kendine geldiğinde yerden kitabı alıp sırtını koltuğa yasladı. Açtığı sayfada tarih aralık ayını gösteriyordu. Her yerde biriken kar tanelerinin dansını okudu, bir de sırtını dönmüş, ayak izlerini geçmişinde bırakan adamın beyaz adımlarını gördü, hepsi bu.

 

 

 
Toplam blog
: 36
: 116
Kayıt tarihi
: 04.06.17
 
 

Mavinin içinde mavi, çocuklarla çocuk, üzülene omuz, sevinene gülümseme, bir kalemin varolmasına ..