Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '12

 
Kategori
İnançlar
 

Araf ve Kafirun sureleri ışığında 'Fazıl Say' sorunu

Araf ve Kafirun sureleri ışığında 'Fazıl Say' sorunu
 

Fazıl Say'ın malum tweet'leri kamuoyunuda yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Sanıyorum hakkında henüz dava açılmamıştı...

Birçokları gibi benim de psikolojim bozulmuş ve Fazıl Say'ın bu şekilde inananları tahkir eden davranışına bir anlam verememiştim. Onu anlamakta da zorluk çekiyordum. Çünkü kendisinin de sık sık tekrar ettiği gibi o, bir dünya sanatçısıydı. Sanat gibi insanın ruhuna hitap eden bir alanda bu seviyeye gelmiş olan birinin, diğer insanlara karşı çok daha hoşgörülü olması gerekmez miydi?

Bu durumu kendimce yorumlamaya çalışıyordum. Kafamda düşünceler gidip geliyordu. O sırada karşımdaki televizyon da çalışmaktaydı. Kanalı ben açmamıştım, ayrıca izlemiyordum da. Dini konulardan bahsediyordu. Çok önceden banta alınmış bir vaaz konuşmasıydı. Bir ayetin mealini verdi. Gayri ihtiyari baktım. Bakmamla beraber şok olmam da bir oldu...

Ayet meali sanki bana sesleniyor ve Fazıl Say'la ilgili içinde bulunduğum kafa karışıklıklarıma bir cevap veriyordu. Tesadüfün bu kadarı biraz fazlaydı.

Şüphesiz ki  bu ayet, bütün çağlara hitap ediyordu. Ama spesifik olarak o anda sanki bana hitap ediyor gibiydi. "Bir türlü toparlayıp içinden çıkamadığın konunun sebebi işte bu" diyordu bana.

Ayet, Araf suresinin 146. ayetiydi. Kanaldaki hatip, vaaz konusuna delil olarak bu ayeti göstermiş ve ayetin mealini de "Dünyada haksız yere kibirlenenler, ayetlerimi göremezler" diye açıklamıştı.

Buradaki ayet, Allah'ın varlığına işaret eden delil manasınadır.

Hemen sureyi ve ayet numarasını o anda yanımda bulunan telefon fihristinin arkasına not ettim.

Daha sonra Ömer Nasuhi Bilmen'in Kuranı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri kitabından aynı ayetin mealine baktım(1). Burada da aynen şöyle denmekteydi:

"Yerde haksız yere tekebbür edenleri elbette ayetlerimden çevireceğim. Ve her bir ayeti görecek olsalar ona iman etmezler. Dalâlet yolunu görecek olsalar ona yol tutuverirler. Bu da onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil bulunmalarındandır."

Yeri gelmişken hemen belirtmeliyim ki, bu ayetin benim için başka bir anlamı daha vardı. Siyaset ve güncel ağırlıklı yazılar yazdığım Milliyet Blog'daki kendi sayfamda, kendimle ilgili tanıtımda şöyle yazmıştım:

"...Gördüğüm her şeyin bir mucize olduğuna inanıyorum. Bu itibarla bilimle inancın birbirinin rakibi değil, arkadaşı olduğunu düşünüyorum. Bilimin yaptığı, mucizeleri keşfetmekten ibarettir. Keşifler ilerledikçe mutlak gerçeğe daha da yakınlaşmış olacağız..."

Gördüğüm her şeyin bir mucize yani ayet olduğunu söylemişim. Bahsettiğim ayette de "Her bir ayeti görseler ona iman etmezler (inanmazlar)" diyor. Kimler için diyor? Kibirli olanlar için diyor.

Bu ayeti öğrendikten sonra artık kafam netleşmişti. Demek ki haksız yere kibirli olanlar, Allah'ın ayetlerinden her biri, 'ben buradayım' deyip gözlerinin içlerine de girse yine de o ayetleri göremezlerdi.

Haksiz yere kibirli olmak ne demek? Kibir batağına saplanan, her zaman haksız değil midir? Bir insan; mal olarak, mülk olarak, makam olarak, yetenek olarak ne kadar büyürse büyüsün; fani değil midir, Allah yanında bir hiç değil midir. Kaldı ki kibirlenmesine sebep olan şeyleri de kendisine Allah vermemiş midir?

"Yeryüzünde haksız yere tekebbür edenleri elbette ayetlerimden çevireceğim" diyor Allahu teala. Bu nasıl olacak? Kibirlenen kişi, öyle bir ruh hali içerisine girecek ki, kendinden daha büyük, daha mükemmel bir varlığı kabullenemeyecek; her şeyin merkezinde kendisini görecek. Bu da yine Kuran'ın ifadesiyle kalbinin mühürlenmesi demek.

Fazıl Say'da da bu ruh halini tam manasıyla görebiliyoruz. Fazıl Say, bir taraftan Türkiye'nin ünlü sanatçılarını aşağılayarak onlar hakkında hakaret ifadeleri kullanırken bir taraftan da kendisinin bir dünya sanatçısı olduğunu, başkalarının söylemesine fırsat vermeden, bizzat kendisi, sık sık tekrar ediyor. Kendini üstün görme, toplumda farklı bir yere koyma güdüsü çok açık. 

Ayetin son bölümü de yine mucize ifadeler içeriyor. Ne diyor: "Dalâlet yolunu görecek olsalar ona yol tutuverirler. Bu da onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil bulunmalarındandır."

Darwin'e yol tutuvermek işte bundan. Darwin'in teorisinin, aslında hiçbir zaman Allah'ın varlığını inkâr anlamına gelmeyeceği gerçeğine rağmen, inkârcılar, ta başından itibaren hemen Darwin'e tutunuvermişler ve inkârlarını Darwin'e dayandırmışlardır.

Yine ünlü İngiliz Fizikçi Stephen Willam Hawking, "Evrenin oluşması için Allah'a ihtiyaç yoktur" açıklamasını mı yaptı, inkârcılar mal bulmuş mağribi gibi hemen bu söze sarılıverip, "Bak işte Allah yokmuş, bilim bunu ispat etti" deyiverdiler.

Oysa ben, Hawking'in sözünü hiç de 'Allah yoktur' şeklinde anlamadım. Yüksekten bırakılan cismin mutlaka aşağıya düşmesi, suyun akması, havanın yağması, bitkilerin büyümesi, canlıların doğması şeklinde anladım. Yani bilim adamlarının 'Tabiat Kanunları' dedikleri şey. Son yıllarda büyük paralarla Cern'de yapılan deney de, yine bir tabiat kanununun ispatı çalışması değil midir?

Yüksek hızdaki elektronların çarpışması... Peki, bu ortamı oluşturan kim? Bütün bu kanunların koyucusu, banisi kim? Hawking, 'böyle birine de gerek yok' derse, o zaman 'Allah yok' dediğini anlarım ve ben de ona elektronlar nereden çıkmış, ilk hızlarını kim vermiş, evrenin daha bilinemeyen % 96'sı neymiş vs vs sorularını sorarım.

İnkârcılar yada Kuran'ın ifadesiyle kibirciler, yüksek hızdaki elektronların çarpışmasını bir mucize, Allah'ın varlığına bir ayet olarak algılayamıyorlar. Kibirleri buna izin vermiyor. Uzaya da gitmeye gerek yok; yukarıda belirttiğim tanıtım yazımda söylediğim gibi gördüğümüz her şey bir mucizeyken ve her şey, 'Allah burada' derken bunları görememek, en büyük körlük değil midir?

DNA'nın yapısı ve oluşması; evrenin yapısı ve oluşmasından daha mı az esrarengizdir?

Gördüğümüz her şeyde Allah'ın varlığı tecelli ettiğine göre bu anlamıyla bilim adamlarının Allah'a daha yakın olduklarını söyleyebiliriz. Önemli olan bu yakınlığın farkına varabilmek...

Ünlü beyin cerrahımız Prof. Dr. Cengiz Kuday, katıldığı bir tv programında beynin inanılmaz özelliklerini anlattıktan sonra, "Allah'ın yarattığı böyle mucizevi bir esere dokunduğum için çok heyecanlanıyorum. Bu nedenle böyle bir mesleği seçtiğimden çok mutluyum." demişti.

Bir başka örnek; son yüzyılın en büyük bilimsel buluşu olan DNA'nın şifresini çalışma arkadaşı Dr. Craig Venter'le birlikte çözen Dr. Francis Collins, 'Tanrı'nın Dili' adlı bir kitap yazdı. Bu kitabın basımından önce bu kitapla ilgili kendisiyle yapılan bir söyleşide Dr. Collins, "Tanrı'nın var olduğuna dair rasyonel bir temel var. Ve bilimsel gelişmeler insanı Tanrı'ya daha da yakınlaştırıyor." açıklamasını yapmıştır.

Dr. Collins'in bu açıklamasıyla ilgili ben de 09 Nisan 2008 tarihli "Ateist Dr. Collins: DNA'da Allah'ı gördüm" başlıklı bir yazı yazmıştım...

Alıntı yapmak için bu yazımı yeniden okudum ve itiraf etmeliyim ki yine çok şaşırdım. Çünkü o yazımın sonunda yazdığım şeyler, bu yazıya konu olan Araf suresinin 146. ayetini açıklar nitelikteydi:

"Aslında Allah; havada olsun, karada olsun, denizde olsun, varlığını her yerde gösteriyor ama kendilerini çok akıllı sananlar, dev aynasında görenler, yeter ki bu kibirlerinden vazgeçsinler ve hiçbir şey olduklarını bir anlasınlar. Nasıl ki gözlerimiz belli aralıklardakı ışığı algılayabiliyorsa, kulaklarımız yine belli aralıklardaki sesleri duyabiliyorsa; aklımız da belli aralıklardaki kavramları algılayabiliyor. Akvaryumdaki balığın akvaryum dışındaki dünyayı bilememesi, algılayamaması gibi biz de yaşadığımız hayatın dışında başka boyutların da olabileceğini algılayamıyoruz, düşünemiyoruz. Sadece algılayabildiklerimizin tek gerçek olduğunu sanıyoruz."

Gençliğinde ateist olan Dr. Collins gibi herkesin inançla tanışmasını ve inkârdan vazgeçmesini arzu ederiz. Ama bu kadar. Tabii ki inanma özgürlüğü kadar inanmama özgürlüğü de vardır. İslâm dini de, "La ikrahe fi-ddin: Dinde zorlama yoktur(2)" diyerek bu temel prensibi koymuştur.

Yine Kâfirun suresinde(3): De ki ey Kâfirler(4)! Ben sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet ediciler değilsinizdir. Ve ben sizin taptığınıza tapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsinizdir. Sizin dininiz sizin içindir, benim dinim de benim içindir.

Toplum düzenine çok önem veren İslâm dininin bu temel esasları günümüz toplumları için de geçerliliğini korumaktadır...

Herkes dininde, imanında özgür olmalıdır ama; sıfatı, yeteneği her ne olursa olsun, hiç kimsenin de bir başkasının dinini, imanını aşağılama ayrıcalığı olmamalıdır.

(1) Ömer Nasuhi Bilmen, Kuranı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri, sh 1090, C.2

(2) Bakara Suresi, 256. Ayet

(3) Ömer Nasuhi Bilmen, Kuranı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri, C.8

(4) Kâfirler sözü Allah'ı inkâr anlamındadır. Günümüzde kullanıldığı gibi hakaret anlamında değildir.

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..