Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Araftaki ip cambazı

Araftaki ip cambazı
 

Her şeyin yarım olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ne tam huzurumuz var ne büyük bir kargaşa içindeyiz. Ne zenginiz ne yoksul. Ne barışta olduğumuzu biliyoruz ne savaşta. Ne tam bir demokrasimiz var ne diktatörlük altında yaşıyoruz. Ne Doğuluyuz ne Batılı. Ne laiklik tam olarak oturmuş ne din devletinden söz edilebilir. Ne tam kapitalistiz ne feodal.

Bu a’raf yaşamı hepimizi ip cambazı haline getirmiş durumda. Elimizde denge çubuğu bir ipi geçmeye çalışıyoruz. Ancak bir türlü karşı tarafa geçemiyoruz. İpin ortasında bir yerlerde, aşağı düşmemek için o yana bu yana eğilerek yerimizde sayıyoruz; geri dönmek zaten imkânsız..

Bu arada kalmışlık hepimizin kafasını karıştırıyor. Hemen her konuda hemencecik ikiye, üçe, dörde ve daha fazla kampa bölünüp karşı karşıya geliyoruz. Birbirimizin enerjisini tüketip hareket edemez hale getirmekten başka bir işe de yaramıyor bu bölünme.

İspanya’da El Kaide ya da ETA bombalı saldırı düzenlediği zaman her kesimden, her görüşten bir milyon insan meydanlara toplanıp terörü lanetleyip teröristlere barışçıl bir gözdağı veriyor; aynı El Kaide, benzer saldırıyı Türkiye’de düzenlediği zaman böyle bir protesto kimsenin aklına gelmiyor. Saldırılarda ölen yine bizim vatandaşlarımız olmasına rağmen bir bölümümüz o eylemi üstü kapalı destekleyebiliyor.

Bir tarafta şehit askerlere gözyaşı dökülürken öbür tarafta onları öldürenler “gerilla” olarak nitelenip alkışlanıyor.

Hrant Dink’in öldürülme planını nerdeyse bir şehir nüfusunun tamamı biliyor ama kimse “ne yapıyorsunuz?” diye sorma gereği bile duymuyor.

Bir şehir halkı bir şenliğe katılmak için gelmiş misafirlerini otele kıstırıp yakabiliyor. Otelden alevler yükselirken kundakçıları alkışlayıp kutsal bir vazife yapmışçasına tekbir getirebiliyor.

Herkes birbirine kin duyuyor. Bir kesim başörtülüleri düşman biliyor, başörtülüler iktidarı ele geçirip onlardan intikam alma ve herkese türban taktırma planları yapıyor.

Kimse kimseye güvenmiyor. Herkes ötekine karşı tetikte. Kimse kimseye arkasını dönemiyor. Devletin kurumları birbirleriyle çekişiyor. Her kurumun içinde birileri birilerinin altını oymaya çalışıyor. Asker politikacıya güvenmiyor, sürekli onun işine müdahale etmek istiyor. Üniversite kendi içinde politik özgürlüğe fırsat tanımıyor ama kendisi politikaya karışıyor. Yargı, çoğu zaman hukukun ilkelerine değil güç odaklarının gözünün içine bakıyor. Politikacı, iktidarı maddi kazanç kapısı olarak görüyor.

Tüm ülkenin insan gücüyle, vergisiyle, sevgisiyle, güveniyle beslediği Orduyu bazıları kendi malı ve siyasi emellerinin aracı olarak kullanmak istiyor. Birileri sürekli silahlı kuvvetleri günlük politikanın içine çekmeye çalışıyor.

Futbol kulüplerimiz bile spor yarışması için değil bu türden ayrılık kamplaşmaları için kurulmuşlar sanki. Futbolcudan çok yöneticileri seyrediyoruz. Federasyon yönetimi bazı kulüp başkanlarına, onlar federasyona düşman.

Kökenlerimizden bahis açıldığı zaman söze “falan yerden adam çıkmaz?” diye başlıyoruz. Birleştiğimiz esas nokta birbirimizden nefret etmek. Ortak paydamız birbirimizden korkmak.

Bölünmüşlük ve düşmanlık atmosferi hepimizi ötekine av ya da avcı gözüyle bakmayı beraberinde getiriyor. Her an her yerde şiddetin bir türüyle yüz yüzeyiz. Televizyon dizilerinde sürekli birbirine bağırıp çağıran insanlar, trafikte durmadan kornaya basan, birbirine tehditler savuran sürücüler. Öğrencilerini döven öğretmenler, öğretmenlerini döven öğrenciler. Evden okula, sokaktan işyerine, kışladan, polis sorgusuna, parlamentodan camiye kadar uzanan kesintisiz bir fiziksel ve sözlü şiddet zinciri…

Bilincimiz, hayatın her alanını kuşatma iddiasındaki bir dinin dogmaları ile 1930’ların tek parti ideolojisinin katı çerçevesi arasında presleniyor. Farklılıkları zenginlik değil bastırılması gereken tehdit olarak görme yaklaşımından, herşeyi “tek”e indirgeyerek sorunlardan kurtulma yanılgısından kurtulamıyoruz. Devletin bazı kurumları kendi vatandaşını düşman olarak algılıyor. Sürekli “iç düşman”, “iç tehdit” konsepti geliştiriliyor. Birbirimiz için bir vatanın yurttaşları değil kovulması gereken hainler, altedilmesi gereken düşmanlarız.

Tarih boyunca yüzlerce kavmin gelip geçtiği, dilini, kültürünü, geleneklerini, mimarisini ve genlerini miras bıraktığı bir coğrafyada bu miraslara sahip çıkıp bunlardan zenginlik olarak yararlanmak yerine farklılıkları yok sayma ve bastırma yoluna sapıyoruz. Bu toprakların beş bin yıllık zengin tarihsel mirasını sahiplenmek yerine ideolojik referanslarımıza göre tarihi kimimiz Hicretten, kimimiz Malazgirt Savaşı’ndan kimimiz Cumhuriyetin ilanından başlatıyoruz.

Sürekli arada, berzahta, askıda, araftayız. Böyle bir yerde yaşamak çok zor, çok yıpratıcı. Sürekli bir deja vu hali, amansız bir kısırdöngü...


Foto: http://img-x.fotocommunity.com/45/420645.jpg

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..