Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '12

 
Kategori
Dünya
 

Arap Toplumunun uyanışı

Arap Toplumunun uyanışı
 

2011 yılının ilk ayları, Arap dünyasında Tunus’ta başlayan, Mısır’a ve Libya’ya, daha sonra da Ürdün, Bahreyn ve Suriye gibi birçok ülkeye sıçrayan bir devrim dalgasına tanıklık ediyor. Hem ülkelerin iç politikalarında önemli değişikliklere yol açan hem de Mısır – Gazze – İsrail gibi bölgesel ilişkileri etkileyecek olan bu değişim dalgası, Tunus’lu Muhammed Al -  Bouzaizi’nin kendini yakmasıyla tetiklenmişti. Fakat her tarihi olay gibi bu devrimlerin de tetikleyici nedenlerle beraber uzun vadeli, tarihi ve yapısal nedenleri de var.

Arap dünyasında şu an yaşanan olayların en ayırt edici özelliği ve devrimci hareketlerin bu kadar güçlü ve kararlı olmasının en büyük nedeni toplumun birçok farklı kesiminin birlikte hareket ediyor olması. Normal şartlar altında çıkar çatışması içinde olan kesimler Suriye, Libya ve Bahreyn gibi birçok ülkede beraber hareket ediyor. Siyasi bilinci gelişmiş olan orta ve üst düzey kesimlerle, siyasete karışmamayı tercih eden alt sınıfların şimdi birlikte ayaklanıyor olmalarının önemli nedenleri var.

20. yüzyılda Ortadoğu ülkeleri çok önemli ve kalıcı değişimler geçirdi. Modernleşme adı altında Ortadoğu liderleri teknolojilerini, devletlerini, bürokrasilerini ve çoğunlukla da askeri güçlerini geliştirdi. Bu büyüyen ve gelişen bürokrasi/ordu aracılığıyla da eğitimli bir orta sınıf oluşmaya başladı. Bu dönem içerisinde okur yazar oranıyla beraber kente göçler de arttı. Böylece değişimler siyasi bilinci gittikçe artan ve ülke politikasına katkıda bulunmak isteyen bir kesim doğurdu. Halkın yaşadığı problemleri adlandırabilen, bunlara çözüm üretme bilgi ve cesaretine sahip olan bir kesimdi bu. Farklı derecelerde de olsa her Ortadoğu ülkesi bu değişimi yaşadı. Enver Sedat’ın ve daha sonra Hüsnü Mübarek’in Mısır’ında, Kral Hüseyin ve şimdi Kral Abdullah’ın Ürdün’ünde, Hafız ve Beşir Esat’ın Suriye’sinde, Kaddafi’nin Libya’sında ekonomik ve bürokratik reformlar yapıldı.

Fakat ekonomik alanlardaki değişiklikler hiçbir ülkede politik alana taşınmadı, ya da zorla taşındı. Aynı zamanda, modernleşmenin sonucu olarak oluşan bu orta sınıf büyüdükçe talepleri de arttı. Yani vatandaşların, hem ekonomik reformlardan pay alarak güçlenen hem de reformlardan dolayı daha da fakirleşen kesimlerin düşüncelerini, memnuniyetsizliklerini dile getirebilecekleri bir platform hiçbir zaman tam olarak inşa edilmedi. Ne parlamentolar, ne basın, ne sivil toplum örgütleri, ne sendikalar, ve benzeri kurumlar vatandaşların ihtiyaçlarını ve taleplerini devlet yöneticilerine taşımalarını sağlayamadı. Bu da 20. yüzyılın ortasından beri devam eden kronik bir problemi oldu Ortadoğu’nun. Şu anki ayaklanmaların bir nedeni de vatandaşların modern devletin enstitülerine olan güvenini yitirmesi; sandığı demokratik bir araç olarak görememesi, var olan tek basın organlarının devlet yanlısı olması, siyasi partilerin ya satın alınmış ya da yasaklanmış olmasıdır. Tunus Cumhurbaşkanının 24 yıl, Mısır Cumhurbaşkanı’ın 30 yıl, Suriye Cumhurbaşkanı’nınsa (Beşar değil Hafız Esad) 35 yıl hüküm sürdüğüne bakılırsa, ülkelerin siyasi değişimlere ne kadar kapalı olduğu anlaşılabilir. Kendini ifade edememe, yönetime katkıda bulunamama hissi Arap halkını bağımsızlığından beri takip etmekte ve halkın çözümü başka yollarda aramasına yol açmıştır.

Bahsettiğimiz Cumhurbaşkanlar tabi yıllar içerisinde vatandaşlarına kısmi demokratikleşme ve liberalleşme süreçleri yaşattılar. Fakat sadece dönemsel olarak siyasi partilere izin verilmesi, sivil toplum örgütlerinin kurulmasına izin verilip birçok regülasyona tabi tutulması, seçimler yapıldıktan sonra sonuçların hileli olduğu iddaları, Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi gerçek muhalefeti oluşturan grupların yasaklı olması ve diğer laik muhalefetlerin çoğunlukla yönetime asimile edilmiş olması Arap halkının her cesaretlenişini kursağında bırakmıştır.

Ayrıca, Ortadoğu’da yönetimle halk arasında onlarca yıldır süren bir sosyal mutabakat vardır. En azından vardı. Arap halkı Lübnan ve Filistin dışında hangi ülkede olursa olsun yönetimiyle sözsüz bir sosyal mutabakat içindeydi yüzyıllardır. Bu antlaşmaya göre, yöneticiler vatandaşlarına güvenli ve düzenli bir yaşam standartı sağladığı sürece vatandaş siyasete karışmayacaktı. Bu nedenle Ortadoğu ülkelerinin çoğunda eğitim, sağlık, altyapı, ve benzeri birçok servis yanlızca devlet tarafından karşılanmaktaydı. Fakat özellikle 1970lerde bölgeyi saran ve Soğuk Savaş’ın da bitmesiyle ideolojik üstünlük kazanan kapitalizim bu sosyal mutabakatı bozmaktaydı. Devletin gittikçe ekonomik/sosyal alandan çekilmesi fakat özel girişimcilerin ülkeyi kalkındıracak gücünün olmaması nedeniyle birçok Ortadoğu ülkesi şimdi gelir eşitsizliği, işsizlik, fakirlik gibi problemlerle boğuşuyor. Özellikle Libya’da Kaddafi’nin yaptığı gibi vatandaşın vergisine bağlı olmayan ve petrol kazancıyla devleti geçinidirebilen ülkelerde, lider herhangi bir servis borçlu olduğunu düşümediği için halkının ihtiyaçlarını gözarda edebiliyor. İşte bu mutabakatın bozulmasıyla beraber gelen ekonomik problemler Arap halkını kaybedecek birşeyi olmadığı bir noktaya sürüklemişir. Petrol geliri sayesinde devletin bu görevini yerine getirebildiği Suudi Arabistan’da ayaklanmaların çıkmamış olması tesadüf değildir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgali de dolaylı yollardan da olsa bu ayaklanmaların yayılmasında bir payı vardır. Amerika’nın Irak’ı işgal ederken kullanmış olduğu söylev şu anki Arap ayaklanmalırının sloganlarıyla örtüşüyor; demokrasi, eşitlik, özgürlük, despotizme son, vb... Bu nedenle Irak’ın işgali Arap psikolojisinde çok önemli bir etki yaratmıştır. Irak’ta Saddam Hüseyin’in tahttan indirilmesi bir despotizme son vermiş olsa da, yine yabancı yine batı ülkeleri tarafından Arap dünyasına empoze edilmiş bir değişikliktir. Irak’ta iç savaş noktasına gelinmesi ve binlerce masum Iraklının ölmesi de yabancı ülkeler tarafından yapılan girişimlerin asla barışçıl olmadığı fikrini Arap hafızasında tazelemiştir. Amerika’nın işgali Araplara yine kendi tarihlerinde aktörden çok bir konuk rolü oynatmıştır. Bu da gerçek ve kalıcı değişim için inisiyatifin Arapların kendilerinden gelmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Nitekim şimdiki ayaklanmaları karakterize eden en yaygın söylem bu ayaklanmaların Arapların ülkelerinde ve dünyada saygınlıklarını, itibarlarını ve onurlarını geri kazanma çabaları olduğudur.  İşte bu hisler farklı kesimleri bir arayan getiren en önemli unsurdur.

Bölgede gelişen teknoloji de Arap halkını hem cesaretlendirmekte hem de örgütlenmesine yardımcı olmaktadır. Benzer çağrılarda bulunanların Tunus ve Mısır’daki başarısı diğer ülkelerdeki ayaklanmaları cesaretlendirirken, Libya, Bahreyn ve Suriye’deki katliamlar da ayaklanmaların devam etmesi için bir neden oluşturmaktadır. Bölgesel örgütlenmeye yardımcı olan internet aynı zamanda ortak Arap bilincinin tekrar canlanmasına bir araç olmuştur. Ayaklanmalar yayıldıkça söylev millet – devlet bazından çıkmakta ve Arap milliyetçiliği, Arap gururu kavramlarını benimsemektedir. Ortak sıkıntı ve talepleri olan Arap toplumu birbirinden güç almaktadır. 

Bu ayaklanmalarda batı ülkelerinin bir parmağı olduğu argümanları da gittikçe popülarite kazanmaktadır. Libya'daki petrole ulaşmak için Kaddafi engelini kaldırmak için ve Saddam Hüssein'in tahttan indirilmesiyle önemli bir düşmanı yok olan İran'ın iyi ilişkiler içinde olduğu Beşar Esad yönetimine son vermek için batı ülkelerinin bu ayaklanmaları başlatmakta veya destklemekte olduğunu düşünenler vardır. Bu gelişmelerin batıya avantajlı olacağı kesindir. Fakat aynı zamanda, Tunus ve Mısır'da batı yanlısı rejimlerin de düştüğünü, yerlerine gelen rejimlerin nasıl olacağı belli değildir. Örneğin, Mısır'da başa geçecek herhangi bir partinin İsrail'e olan politikasını değiştirmesi kaçınılmazdır. Ayrıca, ayaklanmalarda sırf batının değil El Kaide gibi o halkın toplumsal çıkarlarındansa kendi çıkarlarını düşünen grupların özellikle Suriye'de rol oynadığı da ortaya çıkmaya başlamıştır. Öte yandan İran, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, Türkiye gibi birçok bölgesel aktörün de bu gelişmeleri etkilemek istediği belli. Türkiye Libya'da kendi ekonomik çıkarlarını korumak için son anda taraf değiştirmiş, Suriye'de daha iyi ilişkiler içine girebileceği bir hükumet arayışına girmiş ve Mısır'da başa gelecek özellkile Müslüman Kardeşler'le iyi ilişkiler oluşturmaya çalışmıştır. İran'ın çıkarları Beşar Esad rejiminin kalmasını gerektirirken, Sunni körfez ülkeleri tam tersini ummaktadır. Bu çıkar çatışmaları Lübnan'a bile sıçramıştır.

Görüldüğü üzere bu ayaklanmalar hem batı ülkelerini, hem bölgedeki diğer ülkeleri ve bölgesel başka aktörleri çıkar çatışmalarıyla içine çekmiş durumda. Fakat bu ayaklanmaları sadece çıkar oyunlarına bağlamak, bölgede ölen masum insanlara, Mısır'da Tahrir Meydanı'na çıkan kadın kolları ve işçi hareketlerine, Tunus'ta artık daha rahat konuşabilen insanlara, Suriye'de Esad'ın baskı rejiminin altında yaşamış olan insanlara haksızlık etmektir. Tarihte hiçbir olay bu ayaklanmalardan beklenildiği kadar siyah-beyaz gelişmemiştir, ve sadece diğer ülkelerin menfaatlerine odaklanmak -veya bu menfaatleri görmezden gelmek- olayları kısmen anlamamıza neden olur.

Arap halkları için tarihi önem taşıyan bu son dönem sadece bir adamın kendini yakmasının değil yıllardır bölge siyasetini ve halkını şekillendiren faktörlerin sonucudur. Yanlız hatırlanması gerek önemli bir nokta var; birçok kesimi bir araya getiren bu uzun vadeli etkenler çoğunlukla devrim gerçekleştiken sonra kesimleri bir arada tutma gücünü de kaybediyor. Bu nedenle, devrimler sonucu daha baskıcı rejimlerin ortaya çıkmaması, kaosun devam etmemesi, gerçek demokrasi yolunda adımlar atılması Arap toplumunun düşmanı olmadan da bir arada hareket edebilmesine bağlı.

 

 
 
Toplam blog
: 4
: 1860
Kayıt tarihi
: 13.08.12
 
 

Türkiye ve Ortadoğu insanını, kültürünü, siyaset ve ekonomisini detaylı, farklı açılardan ve somu..