Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '09

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Arife Kalender Şiirlerinde Kadın

... yüzümde Istanbul’a aykırı bir şey /yavrusunu emzirmeyen analar gibi/ itiyor elinin tersiyle gerisin geri/ saçlarımın kokusu bu kente esmer/ ve kadınlığım dik duruyor yollarına/ ...(1) Bir yanı Anadolu, bir yanı İstanbul olan Arife Kalender’in, kentin incinen sesi gibidir yaşamdan duyumsadıkları. Yapmacık duygulara kalbinde yer vermez. Kente yabancı olan da onun direnişi belki de. Şiirlerinin temasına genel olarak baktığımızda, yaşamın motiflerini görüyoruz. Yaşamın çelişkileri, sorunları, acıları Arife Kalender’in derdidir. Acıların gökyüzünü sardığı günümüzde Dünya’mıza ışık tutacak, şiirin peşindedir. Kimi zaman köylü kadının dil ırmağı olur, yazmalardaki oyalar gibi ince ince işler sözcükleri. Kimi zaman da kentteki kadın sorunlarını aktarır şiirlerine. Kadınların poyrazlanmış yaşamlarını, şiirlerine döker. Duyarlı kalbi kurşun kalemin ucundadır. Şiirleriyle tüm evreni kucaklar. En uzak ülkelerdeki kadınların acıları, onun kâlb ağrıları olur. Arife Kalender 1954 yılında Malatya'nın Arguvan kazasına bağlı Ermişli Köyü'nde doğdu. Lise son sınıfa kadar doğduğu ilde okuduktan sonra lise sona geçtiğinde (1968-69) Malatya’dan Göztepe’ye taşınırlar. Fenerbahçe Lise’sindeki ilk gününü unutamaz ve yıllar sonra şöyle anlatır. “ Edebiyat B sınıfına girdim. Aman Tanrım! Ne kadar güzel kızlar…Saçları röfleli, permalı, etekler dizin üstünde, formaları gıcır gıcır…Kıvırcık, iki örgülü saçlarım, uzun siyah önlüğümle apayrı duruyorum. Boyum kısa olduğu için, ( nasıl olsa öğretmenler de oraya oturtacak diye) en ön sıradaki bir kızın yanına oturdum. Kız, başını benden yana, yukarıya kaldırarak baktı ve aşağılarcasına ‘hıh” diyerek yanımdan hızla kalkıp, arka sıralara geçti. İstanbul’un beni hemen bağrına basmayacağının ilk işaretiydi bu…Üvey anasının horladığı çocuk gibi, aynı evde kalmak için inatlaştım. Göztepe de beni tanıyacaktı, Kadıköy de…Bu yollar, ağaçlar beni de görecekti sonunda…” (2) Bence, daha o günkü kararlı duruşu, bugünün Arife Kalender’ini yaratmıştır. Şiirlerindeki duyarlı tavrı ve yaşamın diyalektiğine uygun yazdığı şiirleriyle, artık onu yalnızca Kadıköy değil, tüm Türkiye tanıyor. İstanbul Fenerbahçe Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi, Almanca bölümünü bitiren Arife Kalender, uzun yıllar öğretmen ve yönetici olarak çalışır. Kalbine iliştirdiği özüyle, acıların üzerine üzerine yürür, sesini yükseltir. Dizelerinin kaşları çatılır. Hamurlu parmaklarıyla gün’ü yoğurur gibi yoğurur şiirini. Kadının ezikliği, törelerin tükenmez acıları, sorunları birikir şiire. Çünkü kendisi de kadındır, anadır, öğretmendir. Anadolu rüzgârı eser içinde. Ağıtlar yakan zerdali kokulu köy kadınlarının düşlerini taşır dizelere. O, yalnızca Anadolu kadını için yazmıyor şiirlerini. Kadın acıları evrenseldir. Dünya kadınlarının sorunlarını, bağırmadan ilmekliyor, teyelliyor şiirlerine. “ne yana dönse tepegözler / şehvet salyaları bıyıklı ağız / kıl ayıklıyor göğüslerinden / küf ve nem kokusu / hint cevizinden tatlı şekerden ucuz / hayatı çeken kuyu...” (3) Uzak ülkelerin kadınlarının yoksulluğu, acıları Arife Kalender’in duyarlı kalbini harekete geçirir. İçinin duygusal tınısı ile yaşamın acımasız yüzünü yüzleştirir.Tenine para kokusu sinmiş, kadınların öyküsüdür. Kirletilmiş ve yaralı kadın gerçeğini imler okuyucuya. Yoksul kadının açmazıdır bu şiir. Dini, dili hiç farketmez. Kadının yoksulluğu ve ezilmişliği her yerde aynıdır. “Bir leylaydım, bin ademden/ nice mecnun yarattım”( 4) Arife Kalender’in Deli Bal şiirinin bu ilk iki dizesi onun kendi hemcinslerine olan bakışını açık bir şekilde dile getiriyor. Leyla burada sembol olarak kullanılıyor. Ve kadını imliyor. Aşkın özünün kadın olduğu vurgulanıyor. Deli Bal şiir kitabı ile 2005’te Orhon Murat Arıburnu ödülünü alıyor Arife Kalender. Kitaba ismini veren bu şiirin diğer dizelerini de paylaşarak şairin kadına bakışını daha da irdeleyelim istiyorum. “ecel bendim, iksir bendim, huri ben/ merak arkadaşım, ateş ruhuma bela/ göze candım, köre mana/ gizlendiğim tenhalarım buldular/ asi hayvanlarım evcil odalarda/ tufanlarımdan habersiz uyudular” Yaşamın sonunu getiren, yaşanmaz kılan da aşkı esinleyen, o büyülü içkiyi sunan da kadındır. Leyla’nın özünü oluşturan onun sıcacık ve sevgi dolu oluşudur. Gören de görmeyen de büyülenir gizeminden. Ama özünü yağmalayanlar, yağmur gibi akan gözyaşından, onun incinmişliğinden habersiz, duyarsız davranmaktadırlar. Oysa Leyla, yaşamdı, yaşamaktı...“söktüm mührü kapıdan, güle kar'ı sordum, mevsime yalan / zakkumdan öz topladım / süt içtim sütleğen damarından/ şaşkın gezdim, can kanattım sabaha/ çekildi sis, hükümsüzdür fermanlar...” Acıya meydan okuyan dil ırmağı var Arife Kalender’in. Çünkü insana inanıyor, insanı seviyor. Yaşamın ağrılı yanlarını dokuyor şiir tezgâhında. Yaşam zehirli zakkum kadar acı verir. İlkbahar kadar gül kokulu kadınlar, törelerin yarattığı kimliksiz yüzleriyle yaralı yaşarlar. Bulanıklığa baş kaldıran nice kadın olsa da kirli bir çarkın içerisinde dönüyor Dünya... Acının çoğalttığı yanlarıyla kadın, yalnız ve tek başınadır... “Ben miydim titreyen tüller mi/ korku soğuğu mu beyaz/ ıssız ve serin sabahlarda/ oyun olmaktan bıkan oyunlarım/ çarşafla görücüye çıkacak/ bu yatak güllerle süslediğim/ gelinliğimin kırmızı kuşağı bu ak/ çıkartın gerdek gecelerini tarihten/ bir dönemecin son durağında/ korkutuyorsun şimdi beni aşk...”(5) Törelerin acıttığı genç kızların feryadını imler bu dizeler. Ama öyle bir feryat ki bağırmıyor, sadece söylüyor. “Korkunun soğuğu” vurmuş nice genç kızların kalbine. Törelerin cılızlaştırdığı kadının ağrılarını, şair derinden duyumsuyor. Bekaret çarşafının görücüye çıktığı törelere eleştirel bir karşı duruş sergiliyor. Yüzyıllardır can yakan töreleredir, şairin karşı duruşu. Toplumdaki acıları derinden duyumsayarak, etkileyici sözcüklerle okuyanı şiirinin içine çekiyor. Arife Kalender’in bir başka şiiri “Dil Altı”nı (6) okuduğumda, daha önce bu kadar cesur bir şiirini okumuş muydum diye düşündüm. Erkek egemenliğindeki şiirimizde kadın şairler daha çok savaşlara, acılara, yoksulluğa şiirler yazmışlardır. Arife Kalender şiirlerinde kadınların incinen yanlarını hep okumuşumdur ama bu şiirde daha yürekli davranıyor şair. Birçok kadın kimliğini kendi duyarlı dünyasına taşıyıp, onların dili olma görevini üstlenen Arife Kalender’in “Dil Altı” şiirini incelediğimizde, ilk dizesinin birçok çağrışımı dillendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.. “tüm ağızların diyeceğini susuyorum şimdi” Buradaki özne çoğuldur. Belli ki birçok kadının diliyle yazıyor “Dil Altı”nı. Şiirin başlığı “Dil Altı” ise aslında tüm dizelerin toplamını imliyor. Dil altına saklananlar, şiirin temasıdır. Dil altı sözcüğünün çağrışımları da oldukça zengin. İlk usumuza gelen elbette dilimiz ve dilimizin altını imlediğidir. Sonra mecaz olarak düşündürür... İnsan, dilinin altına mutluluk ve sevinçleri saklamaz. Acı, öfke, nefret ya da sır saklar. Şiirin başlığı, dilin altına saklanıp da söylenemeyenlerin, artık gün ışığıyla buluşmasının zamanı gelmiştir diye de imliyor. Anlıyoruz ki şair, dil altında saklananların tanığıdır. Susuyorum şimdi diyor ama şiiri okuduğumuzda, bugüne kadar söylenemeyen ne varsa söylüyor Arife Kalender. Sabrın bir ucuna kadınları diğer ucuna çocukları ustaca yerleştirmiş. “ya bir gün çıldırırsam yitirirsem dilimi, şaşırırsa düşüncem/ benden bir yaban/ bir cani olur mu olur/ aklımı sınırda tutuyorum/ tüm ağızların diyeceğini susuyorum şimdi” Yüzyıllarca susan kadınların sabrının artık tükendiğine tanıklık ediyor bu dizeler. Erkeklere başkaldırının dizeleri değildir ama kadınların da erkeklerin de eşit olması gerektiğini savunan dizelerdir bunlar. Çünkü doğanın dengesi kadın ve erkek eşitliğinden geçer. Hiçbiri diğerinden daha üstündür diyemeyiz. Kadın ve erkek eşitliğinden yana tavrını koyuyor şair. Sözcüsü olduğu kadınlar; aileleri, töreleri, eşleri tarafından ezilen, hor görülen kadınlardır. Kimi zaman, törelerin kurbanı, kimi zaman da ezilen kadın olmaktan bunalan, çıldıran vesonu ölümlerle sonuçlanan kadın ağıtlarıdır, şairin imlediği. Bir an gelir şair acı konuşur. Ayrıntılara iner, cesurca söyler, söyleyeceklerini. “kocasının elini babasının eli sanıp/ bakir ruhunu köle tacirlerine satan/ sahibini oğlunda yaratan kadın/ seni susuyorum seni” Burada imlenen kadın tipi, Anadolu’da görücü usulüyle evlenen, küçücük yaştaki kızların dramıdır. Çoğu zaman para için evlendirilir bu küçücük kızlar. Aşkı tatmayan, sevgiyi kölelikle karıştıran bir süreçtir evlilik onlar için. Bu kadınların yetiştirdikleri erkek çocuklar da babalarının birer kopyası olur ve aynı gelenekler sürer gider Anadolu kadını için... “yoksunluğun acısını/ sevdiğinin mor teninde sınayan/ sevgi gölgesinde nefretle anılan anneyi/ ve büyük sesli baba resmini bir de/ küçük organında taşıyan/ dışarıda dev ruhunda cüce/ seni susuyorum erkek seni” İradesiz kimliği ile kadınını hor gören, döven erkeğin, aslında o güçlü görünümünün altında cüce bir dev olduğunu imliyor şair. Erkek olmanın tadını çıkaran eş, kendi kadınını dövüyor, aşağılıyor ve gürleyen sesiyle aileyi sallıyor. Ama başka kadınlarla gönül eğlendirebiliyor. Onlara kadın gibi davranırken, kendi kadınını önemsemiyor, tekmeliyor, canını acıtıyor. Şaire göre böyle davranan erkekler, aslında zavallı durumdadırlar. Bu çaba da zavallılıklarını örtme çabasıdır. Ailede kadının sözünün geçmemesi, her şeye boyun eğmesinin beklenmesi, kadının güçsüzlüğünden değil de törelerin erkeklere sunduğu olanaklardan kaynaklanıyor. Kadını ezen töreleri artık yaşantımızdan çıkarmanın zamanı gelmedi mi? Töreler, erkeklerin kadını köle gibi kullanmak için kendi çıkarlarınca geliştirdikleri doğrular bütünüdür. Bu gerçeği bile bile susmak, ama nereye kadar susmak diyor Arife Kalender. “ya bir gün ekmek ekmek diye/ kapılara dayanırsa çocuklar/ çan mı zil sesi mi gelen kim/ gözleri panter gözü gibi ışıldar/ şekersiz günlerin uzun bekleyişidir / bakışlarındaki benzin kokulu duruşlar/ seni susuyorum ateşi çıkmış çocuk seni/ bekler bende/ ayrı bir dil edinir çığlıklar “ Şiirin son dizelerinde, açlığın, yoksulluğun kapılara dayandığı gün, yangın yeri olacak yaşam diyor Arife Kalender. Yoksul ve sevgisiz büyüyen çocukların, nefretleriyle yüzleşmesinin çığlıklarını, derinden hisseden şair, her an yaşanacak depremin büyük acılarını görebiliyor. Sevgi açlığı ve yoksulluk, başkaldırı ile sonuçlanabilir. Çünkü artık kimsenin beklemeye sabrı kalmamıştır.Seni susuyorum ateşi çıkmış çocuk seni derken burada iki önemli vurgu var. Yoksulluktan hastalanan, parasızlıktan ilaç alacak paraları olmayan çocuklar, bir de artık dayanma gücünü yitiren yoksulluğa direnme sabrını tüketen, benzin dökülmüşçesine her an parlayıp yangının ortasında kalacak çocukları imliyor. Ama şair yine de umutlanır.Yeni kuşaklar yepyeni insanı yaratacaktır. Böyle hissediyor. Dil Altı , çağrışımları yoğun olan bir şiirdir. Yapısal açıdan; “Tüm ağızların diyeceğini susuyorum şimdi” dizelerinin üstüne kurulu bir şiir. Bu ilk dizeler şiiri dinamikleştiriyor, hareketli kılıyor. Yapıya önem veren Arife Kalender, şiirlerinde sözcükleri de özenle seçer. “Dil Altı” isimli şiir, toplamda 28 dizeden oluşuyor. 82 farklı sözcük kullanıldı.“Tüm, ağızların, seni, diyeceğini, susuyorum, şimdi” sözcükleri en fazla kullanılan sözcükler. Bu sözcükler belli ki yapının sağlamlığını pekiştirmek için kullanılmış. Çıldırırsam, yitirirsem, şaşırırsa sözcüklerindeki -se ve -sa ekleri şiirin ses ve ritmini güçlendiriyor. Tutuyorum, susuyorum sözcükleri de şiirdeki müzikaliteyi artırıyor. Satan, yaratan, sınayan, taşıyan sözcüklerindeki an sesleri de şiirin yapısına sağlamlık katıyor. Aklımı sınırda tutuyorum, büyük sesli baba resmini, dışarda dev ruhunda cüce, gözleri panter gözü gibi ışıldar, şekersiz günlerin uzun bekleyişidir, bakışlarındaki benzin kokulu duruşlar dizelerindeki eğretilemelerle şiirini zenginleştiriyor Arife Kalender. Çünkü biliyor ki eğretilemeler, şiiri güçlendiren kolonlardır. Arife Kalender söyleyeceklerini çağrışımlarla, benzetmelerle söylese de birçok şairin dillendiremediğini o yiğitçe söylüyor. “ ve büyük sesli baba resmini bir de/ küçük organında taşıyan/ dışarıda dev ruhunda cüce/ seni susuyorum erkek seni” diyerek de Türk şiirinde pek alışılmamış bir söylemi okuyucuyla buluşturuyor. Dışarıda dev, ruhunda cüce, zıt iki sözcüğü aynı dizede kullanarak Tezat (zıtlık) sanatından da yararlanarak dilin olanaklarını şiirine taşıyor. Arife Kalender çağrışıma dayalı ve yalın yazıyor şiirlerini. Kadın sorunları onun şiirlerinin vazgeçilmezidir. O yüzden de delibal kitabındaki bir şiirinin adını “Sıfatsız”koyar. Ve sus işaretli babadan söz eder. Eylül şiirinde “sesim gelip sonbahara dayandı” dese de, külden sığınaklara sığınsa da, kentlere sığmayan bir şiir yazar. Kına yüzlüdür şiirleri ama sesinde umudun notaları eksilmez. Bugün vardığı noktada, direnen, toplumsal yerini belirlemiş kadının şiir dilidir. Özellikle son şiirlerinde erkek egemen yapıyı kırarak, eşitlikçi bir ortak yaşamı önerir. Arife Kalender insanın, kadın/insanın şairidir denilebilir. (1) Sen İstanbul’a Aldırma” Arife Kalender- Şiir (www.arifekalender.com) (2) İstanbul’da Gözüm Var, Arife Kalender (Evrensel- kent dergisi) (3) Arife Kalender, Ganj Suresi, Sayfa 10, Kadın Burcu şiir kitabı, Hera Şiir Kitaplığı, 2001 (4)Arife Kalender, Deli Bal sayfa 7, delibal şiir kitabı, -phoenixYayınevi, 2. baskı Ekim 2005 (5)Arife Kalender, Kına Solgunu, sayfa 44, Kadın Burcu şiir kitabı- Hera Şiir Kitaplığı, 2001 (6) Arife Kalender, şiir, Yazılıkaya şiir yaprağı, Eylül 2008 Mine Ömer AKKÖY Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Mart, Nisan 2209 Sayı: 53

 
Toplam blog
: 56
: 504
Kayıt tarihi
: 05.10.09
 
 

Mine Ömer; Larnaka, Kıbrıs doğumludur. Kıbrıs Bayrak Radyosu'nda memur olarak çalıştı. Haber ..