Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '09

 
Kategori
Şiir
 

Arkadaş

Arkadaş
 

Harmanın Mehtabıydı Benim Gördüklerim


Soframda sadece ekmek su… Sadece, ekmek su mu diyorsun?
Sen soframa bakınca, sadece bunu mu görüyorsun?
Ya ben!
Ben senin gibi, ekmeği gidip de, fırından almayı bilmedim ki.
Benim, ekmeğimin yolu fırına kadar değildi.
Ekmeğim çook uzun yolculuklardan, soframa gelirdi.
Benim ekmeğim, emekti, fedakârlığın emeğiydi.
Nasıl mı?
Daha toprak ıslakken, buharı henüz süzülürken,
Bir gelinin saçını tarar gibi tararlardı, toprağın saçını,
Canım anam, emektar babam.
Tek tek ayıklıyorlardı, toprağın çakılını taşını.
Peştamallarında, avuç avuç başak tanelerini serperken,
Gözlerinde umut, gözlerinde toprağa verdiklerinin,
Ne kadar fazla alacağının bekleyişi…
Sen seni nasıl bilirsin, güneşin vefasını gösterdiği arkadaş?
Ben, güneşten vefa görmeyen, ışıksız şehirlerin,
İmkânsızlıkların, çocuğu bildim kendimi, arkadaş.
Ben babamın, anamın şakaklarında başak tanelerine,
Umutlara bekleyişlerin yağmurunu gördüm,
Kurak toprakların çatlağına damlayan.
Ben, anamın harman kokan mendiliyle,
Babamın yorgun terini silişini bildim.
Babamın sırtında taşıdığı tırpanında,
Kışlara bakışını bildim arkadaş.
Sen yıldızları nasıl izledin arkadaş?
Ben, babaannemle harmanlarda izledim.
Harmanın, emeğin mehtabıydı benim izlediklerim.
Babaannem masal anlatırdı bize. Anlatırdı, anlatırdı ya,
Bizi çocuk bilir, kandırır bilirdi bizleri.
Kendi özlemlerini, kendi hayallerini masal diye anlatırdı.
Anlattığı romanın kahramanı kendisi olduğunu,
Anlamadığımızı sanırdı.
Ne acılar çekmiş,
Ne köprüler kurmuştu gönlünün üstüne.
Ne dağı olmuş, ne o yaslanmıştı.
Ne desteksiz gücü, ne de bastonu olmuştu.
Ne gölgesi olmuş, ne çok güneş yakmıştı.
Ne şemsiyesi olmuş, ne çok yağmur ıslatmıştı.
Vay benim gün görmezim vay! Şu kendine üvey dünyadan,
Hiç bir şey anlayamamıştı nenem.
Anlamadıklarını anlatırken hüzün dolu,
Çile dolu gözleri, en sönük yıldızlara takılırdı.
Bir tek Atatürk’ü anlamıştı nenem, bir tek Atatürk’ü.
Atatürk’ü anlatırken
Hüzün dol, çile dolu gözleri,
Elindeki su içtiği tasına dalıyordu.
Ben nenemin anlattıklarından onun hayat filmini görürdüm.
Gördüklerimin ayazında zangır zangır titrerdi çenem.
Ya! İşte ben anamın babamın emek filmini gördüm.
Gördüm de yutkunup ağlayamadım.
Öylesi irade gurur dağının, yanında ağlamak,
Zayıflık olmaz mıydı?
Böyle bir ağacın dalı, çürük olmaz mıydı arkadaş?
İşte gurur dağı benim babam. Emeğin terli mendilini işleyen, harmanın sönük yıldızı, benim anam.
Ben o yüzden gurbetlerde, ekmeğin kokusu da gurbet dedim.
Ben o yüzden, anamın tandırı dedim.
Anamın bir tandırı vardı, o emekti o fedakârlıktı.
Hiç istememiştim, anamın ekmek yapmasını.
Hiç istememiştim, anamın kendisini, kara islere boğmasını.
Şimdi uzak diyarımdan, Anamın rapatası durmuş, soğuk soğuk yüzüme bakıyor.
Öyle ya, o anamın ellerini, anam onun yüzünü eskitti!
Eskiden tandır damlarını açınca, bir sıcaklık vururdu,
Gurbet görmeyen yüzlere. Şimdilerde terk edilmiş sılada, Açılan her kapıda terk edilmişliğin soğukluğu
Ve terk edilmişliği yediremeyen,
Zoraki ayakta duran, o yıkık dökük duvarlar.
İşte arkadaş gördün ya... Benim ekmeğimin yolu fırına kadar değildi.
Bilir misin? Nasıl yorgun argın, Babamın anamın, ömrüyle soframa gelişini.
Sen yine mi sofranda, sadece ekmek su diyorsun?
Bu anlatması, ya yaşaması…
Ben o yüzden soframda çok şey gördüm.
Severek yedim o emeğin nimeti. Ben çocuk da olmadım ey doğduğu gün,
Şansını beraberinde getiren arkadaş.
Benim oyun parklarım da olmadı. Sen çocuk oldun güle oynaya, ışıklı parklarda,
Oyuncakların oldu.
Yani oyun dünyan oldu,
Çocuk gibi, çocuk oldun arkadaş.
Benim oyun bildiğim solucanlarım oldu.
Ben yaralı kuşlara solucanlar yedirdim.
Kanadı kırık kuşların kanadını bağladım.
Doktorluk yaptım kendimce… Benim mutluluğum da, oyunum da buydu.
Çok ta mutlu olurdum arkadaş!
Ben doğduğum gün, arkadaş olmuşum kışlara.
Ben çocuk olduğum gün, ana olmuşum kuşlara;
Ben o yüzden ana olduğumda,
Yabancı değildim analığa.
Ben hasret türküleri yakmışım,
Karlı boran, kardelenli kışlara.
Ben, çocukken su dökmüşüm uzun uzun yollara.
Ben, vedalaşırken yüreğim titremiş,
Hasretle beklemişim, gurbetten dönecek yolcuyu.
Ben çocukken acıları paylaşmasını bilmişim.
Anam babam türküler dinlemişler de,
Ben o yüzden bu kadar hisli dinlerim arkadaş.
Ben cazları hicazları bilmem ki.
Benim ninnilerim hasret türkülerim.
Hani vardır ya, Sarıkamış, Ali sofu,
Allah-ü ekber dağlarını anlatan…
Hani, upuzun karanlık gurbet akşamlarını anlatan…
Hani, asker yolu bekleyen ananın türküsü...
Hani, gurbetten sılaya ekmeğin türküsü…
Hani, gurbet inşaatlarında çalışan babanın ekmek türküsü…
Hani, sevgiliyi ayırtan törenin türküsü...
Zenginin fakiri ezdiği, zengine gelin giden fakirin,
Sevgilisinin ardından, çaldığı çaresizliğin türküsü...
İşte arkadaş, ben bu ninnilerle büyüdüm.
Emeğimizin yolu upuzun bir yol…
İşte, anamızın babamızın emek teri güneşli bir yağmur.
Emeğimiz çok, yolumuz uzun ve yorgun.
Neden anlatıyorum ki sana, yanımda olmayan arkadaş?
Yaşamayan bilmez ki, sen nereden bileceksin ki arkadaş!
Sen nerden, nerden bileceksin ki arkadaş.

1999

DİLEK EJDER

(Not: Eski soyadı Dilek FIRAT'TI)

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..