Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '10

 
Kategori
Anılar
 

Arkadaşa Son Mektup!

Arkadaşa Son Mektup!
 

Fahri Yücel:Edirne'nin unutulmayan, efsanevi valisi...


Bugün günlerden yine bir 12 Ağustos. Sen aramızdan ayrılalı altıncı 12 Ağustos. Benden üç yaş büyük ağabeyimdin. Nazik, yumuşak, kültürlü ve zarif kişiliğinle, eylemlerinle farkında olmasan da tercihlerime ve yaşamıma damga vuran bir ağabeyim... Okuduğum fakülteyi daha çok sen ve Kenan (Özsaraç) oradasınız diye seçtim, dolayısıyla da hayatımın ondan sonraki şekillenişini de…

Şimdi ben senden üç yaş büyüğüm. Belki de artık ben senin ağabeyin sayılırım. Henüz 46 yaşında, tüm Edirne halkının sevdiği, başarılı, Sinan’ın kültür mirasının koruyucu meleği bir vali iken, hızla gelişen amansız bir hastalığın pençesinde yeryüzündeki konukluğunu erken sonlandırıp aramızdan sessizce ayrılıp gitmiştin… Bilirsin, sonsuzluğa intikal edenler, sonsuza dek o intikal yaşında kalırlar.

Sana sağken, gençken, henüz Kabataş’ta yatılı okuduğun dönemlerde de, Devrek’ten, bir ortaokul öğrencisi olarak da mektuplar yazdığım için bu ilk mektubum değil. Bu açıdan müsterihim. Ama bu, son mektup olacak!

Müsterih olamadığım ve üzüldüğüm nokta ise,o, kalabalık ve görkemli yaşama veda töreninde babamın beyin kanaması geçirmesi nedeniyle hastane nöbetinde olduğum için gelemeyişimdir. Nadir İstanbul ziyaretlerimde "asude bahar ülkesindeki kabrine" ziyaretler yapsam da bu bir borç benim için (1)... Bunun için de, değeri ölçülemez bir borcu ödemek için de sana yazmalıydım. Sen “sonsuzlukta”, bense “ucu belirsiz sonluluk" içindeyken de yazmalıydım. Hem senin, benim yaşamımda oynadığın rolü sana anlatmak, hem de eski günleri, eski sevinçleri anımsamak için

Tam 39 yıl önceydi. 1971 yazı. Tayinle geldiğimiz Zonguldak’ın Devrek ilçesinde, yine sıcak bir Ağustos akşamüzeri, ilçeyi tanımak üzere sokak, sokak dolaşırken, dar bir sokakta tek katlı, açık yeşil boyalı, küçük bahçeli bir evin önünden geçiyordum. Silindirik bir ilâç kutusunun altına kartondan delta kanatlar ve içine biraz barutla yaptığın maket roketin tam ayağımın dibine düşmesi ne mutlu bir tesadüfmüş meğer benim için… Geçen zaman bunu hep doğruladı!

Düz, kumral, uzun saçlı, yeşil gözlü, uzun boylu ve atletik yapılı, henüz 13 yaşında bir çocuk olarak hızla koşarak gelmiştin onu yerden almaya... Bu olay ilk konuşmamıza ve tanışmamıza vesile olmuştu. Maket roketle başlayıp, yaşam, edebiyat, şiir, pul kolleksiyonu, ergenlik ve siyasal tarih sohbetleriyle devam etmişti o ilk gençlik günlerimiz. Şimdi o sokak senin adını taşımaktaAdını taşıyan birçok eser gibi!

Birkaç ay içinde samimi olduk, okullar açıldı ve seni sevgideğer Kenan’la (Özsaraç) birlikte hızla koşarak merdivenlerden inerken görmüştüm... Kabataş’ı yatılı kazanmış ve İstanbul’a gidiyordunuz. En yakın arkadaşım, ağabeyim yatılı gidiyordu. İşte o an içimden bir şeyler koptuğunu hissetmiştim.

Sonra Kabataş yılların, mektuplaşmalarımız, satırlara sinen memleket ahval ve şeraiti… Sonra yine Kenan'la birlikte Mülkiye’yi kazanarak Ankara’ya geldiniz. Birkaç kez görüştük. O zarif, bilge, kültürlü ve mütavazı halin şık bir elbise gibi hep üstündeydi. Lise bitti. Ben de senin okulunu yazdım, yanına geldim. Kaydımı yaptırırken yanımda sen vardın. Taşra liselerinin merdivenlerini arşınlaya, arşınlaya aynı okulu kazanabilmek bana onur ve güven vermişti.

Bana hep yardımcı oldun. Sınavlar öncesi kalın hacimli kitaplar arasında “…bak buralardan soru gelir…” diyerek gösterdiğin yerlerden gelirdi nedense hep sorular. Ya da bana mı öyle gelirdi? Onu şimdi tam anımsayamıyorum.

Hep Anıttepe civarında, anneannemin, o zamanlar da bizim oturduğumuz semte yakın birkaç yerde oturdun. Öğrenci evlerinde… Bir ikisi de bodrum katıydı. Yatılıdan geldiğinden ve siyasi mücadelenin soyluluğundan olsa gerek bu yerleri hiç dert etmezdin. Sıkıntılarından haberim olmazdı. Pek bahsetmezdin onlardan. Hep kısa, öz, amaca yönelik, zarif ve pratik hareketler içindeydin. O hal ve tavır seni meslek yaşamında da başarıya ulaştırdı. O bodrum katlarında dürüstlük, yurtseverlik ve çalışkanlık adına güçlü bir ağaç gibi boy verirdi yaşam. O ağacın gölgesini sonraları hep çok özledim.

Anıttepe Hedef sokakta, bir 1982 Ağustos akşamüzeri, “…Ben İçişleri’nin sınavına gireceğim, kaymakamlıkta karar kıldım…” dedin ve gittin. Gidişin o gidişti… Halkın çok sevdiği, başarılı, kültür elçisi, çağdaş ve çalışkan bir vali olacağın işte o zamanlar içime doğmuştu. 1967-71 arası çocukluğumun geçtiği Devrekâni’de de (1985-87 arası) kaymakamlık yaptın. Yaşamın garip cilvesidir ki, karşılıklı tesadüfler hanemiz bizler uzakta olsak kabarmaya devam ediyordu...Son nefesini de Şişli Amerikan'da cerrah kardeşim Burçak'ın hastanesinde, onun yanında verdin.

Sonra yollarımız ayrıldı, meslekler, mekâ n ve çevre farklılaşınca yollar da farklılaşıyor. En son 1999 Ağustos’unda Mülkiyeliler Birliği’nin bahçesinde kısa bir görüşmemiz olmuştu. Yoğundun, hemen kalkıp gitmen gerekiyordu… İtiraz edemedim. Bunun son görüşmemiz olacağını nasıl bilebilirdim ki?

Başarılarını, aldığın ödülleri hep gıpta ve övünçle izledim.(2) Hep “…Anlamlı bir iz bırakmadan gitmemeli bu dünyadan…” derdin. Sen o eserlerini biriktirerek soyadın gibi hep "yücel"din! Bense bunu ne yazık ki pek yapamadım. Sana ayak uyduramadım. İçinde olduğum sektör de (bankacılık-finans) buna pek müsait değildi. Bazıları tarafından, “İz bırakıyorum” derken sürekli küçük çaplı yangınlar çıkarılıyor, bizler de arkadaşlarla birlikte sürekli söndürmeye çalışıyorduk. Biz bir finans itfaiye başçavuşu olarak kaldık. Son yıllarda da müşavir çavuş…Yine de belli olmaz "keser döner, sap döner..." diye uzatma dakikalarında bekliyoruz. Senin içimde hep diri tutmayı öğrettiğin "umut" ve "aydınlık yarınlar ideali" adına...

İyi, çalışkan, dürüst ve zarif bir insandın ve çok iyi bir arkadaş… Güzel işler yaptın ve sevildin. Unutulmadın. Sen gençler için hep bir ideal olarak kalacaksın… Sanırım Edirneli gençler de seni düşünerek, örnek alarak, üniversite seçimlerinde Mülkiye’yi yine ilk tercih olarak yazıyorlardır.

Ne mutlu sana, ailene ve yakın çevrene...

Işıklar için de yatasın. O hep parlayan, zarif ve rengâ renk ışığınla...

İ.Ersin Kabaoğlu,

12 Ağustos 2010, Ankara

(1) "...Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde- Gönül her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter- Ve serin serviler altında kalan kabrinde - Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter..." Yahya Kemal Beyatlı, "Rindlerin Ölümü"nden...

(2) Vali Fahri Yücel hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: http://www.edirneden.com/goster.php?id=925 "Seni hiç unutmayacağız!"

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..