Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '09

 
Kategori
Blog
 

Arkadaşın kim? Söyle bana...

Arkadaşın kim? Söyle bana...
 

Orti ve Nano: Onlar gibi hızlı ve çevik olmadığımı görmezden geliyorlar. Aralık 2009/ İzmir


…Nerede oturduğunu sana söyleyeyim!

-Olmadı.

…Kimlik numaranı…

-Cık yine olmadı.

…Cep telefonunun patronunu tahmin edeyim; ettim bile ablacığım; sen çekim gücüsün! Bildim di mi?

Önyargısız bakışlarım soğuk değil; kayanın yarığına saklamaya çalıştığı biranın kutusu; kaşlarımın birinin havaya kalkmasına az daha neden oluyordu; vaziyeti son anda kurtardım; görmezden geldim.

Yaş avantajını kullanmak; ahkâm kesmek için uygun zaman değildi.

Utangaç tavrı zaten özür diliyordu.

-Bildin bilmesine ama ben sana arkadaşımın kim olduğunu söylemedim.

…Okulu ektim bu gün; neden bilmiyorum dertleşmek istiyorum. Ben seni tanıyorum ablacığım köpeklerinle her gün okulun önünden geçiyorsun; fizik ve müzik derslerine denk geliyor; okulun önünden geçtiğin saatler…

Sınıfın penceresinden baktığımda; seni onlarla konuşurken görüyorum.

Belli ki kendi dünyasında dertli; boyun bağı oldukça gevşek, ketçap lekeli; anlatmak için anlatıyor üstü kapalı…

Dertlerini!

Ben, bu âşık dertli genci dinliyorum; fırsattan istifade Orti Nano didişiyorlar. Keyiflerine diyecek yok; benim de bir kaya parçasının üstünde oturmaktan bir tarafım donuyor.

Ne o bana; ne de ben ona söylemek istediklerimizi söyleyebiliyoruz.

İki yabancı, biri genç diğeri yaşlı...

Görüşmek üzere vedalaşıyorlar.

Ardından malum düşünceler; alakalı alakasız konulara takılıp kalıyor.

“Sevdiğin rengi; dinlediğin müziği; mensup olduğun olmadığın dernekleri; çiçeği böceği okuduğun kitabı bana söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” Bozuk plak gibi takıldı kaldı beynin sensorları…(duyarları)

Merak değil benimkisi; sakalıma anlat desem uygun düşmeyecek biliyorum da… Biz kadınlar kullanmak istediğimiz de nasıl diyeceğiz bu lafı? Baştan alıyorum, merak değil benimkisi; sen gel de saçlarıma anlat… Merak olmadan hayat nasıl yürür ki…


Bizler, bizim mahallenin muhtarları:

Yazdıklarımız kadar mıyız? Yazılarımızda, abartı ve ya tevazu ile açık olan bir yerlerimizi mi örtüyoruz?

Yoksa yazılarımıza şöyle afili bir sansür mü çekiyoruz?

Yazılanları okuyup değerlendiren; çerçeveli kutucuklara lâyık gören görmeyenleri; sıkı bir takibe alsak neler okuduklarına baksak; yaşını başını, kim olduklarını çözebilme imkânı doğar mıydı?

Bu gün karşılaştığım dertli genç çok farklı bir dil kullanıyor ve kendini ifade ederken; ultra modern bir iletişim tarzı tercih ediyordu.

Ben onu anlamakta güçlük çekmedim. Oğuldan ötürü idmanlıyım.

Genç evlatlarımız var; onların ne dediğini anlayamazsak vay halimize… Onları anlamak boynumuzun borcu “Sizin zamanınızda öyle olabilir ama şimdi maymun gözünü açtı” Bunu duymamak aşkına gençliğin dilinden anlamak, farz olmalı.

Erişkinler olgunlar birbirlerinin dilinden anlarlar mı?

İyi niyetle yaklaşırlarsa birbirlerine neden olmasın?

Ben her daim yapabiliyor muyum? Nerde o olgunluk nerde amma…

Gayret gösteriyorum… Çift dikiş atarak ilerlemeye çalışıyorum.

Ya bizim mahallede; yazı sanatına renk katanlar!

Yaptığı işi küçümsemeyen, diğerlerinin emeğine saygı gösterenler!

Sevgili yazan arkadaşlar!

Çoğulculuğu savunanlar!

İşaret parmaklarını gözbebeklerinin içine sokmayanlar…

Sen!

Tık tık şeyinin müptelası!

X Kategorisinde yazma!

Diğer kategorilerde yarış benimle!

Olmaz, olmaz ki…

Yazı yazmak bir sanat dalı; ister hormonlu ister hormonsuz olsun tadı; icra edeni rahat bırakmalı.

Şiddet içermeyen, kırıp dökmeyen, kalp incitmeyen yazılara sınır koymanın bir anlamı var mı?

Dünyamızda var olanları konuşmalı yazmalıyız; yasakları kaldırmalıyız diyoruz.

Ardından…

Baltalar elimizde uzun ip belimizde… İlkel çağ dışı, yontma taş devrine lâyık görüyoruz çıplaklığı…

Düşünceler fikirler karşı karşıya gelecek; yıpratmadan daha sonra eller birbirlerine uzanacak…

Zaten şu iki günlük dünyada öyle olmalı.

Kurmaya çalıştığım köprüleri seller sular aldı götürdü dediğim de topu doğa anaya atmış olurum ama beni yenilgiden kurtarmaz.

Sellere set çeken ağaçları baltalamış isem; halime acıyan da olmaz.

Olsa da fayda etmez.

Köprünün ayakları; her iki kıyıda da sağlam temeller üzerinde kurulmalı.

Durmalı ki…

Köprü: Karşıdan karşıya geçenlerin yükünü taşıyabilsin.

MB de barış, yurtta barış, cihanda barıştan önce…

Sen önce kendinle barış!

Tamam! Gayret ediyoruz efendim.

Cahiliz ama öğrenmekten kaçınmıyoruz.

26.Aralık 2009 Cumartesi

Alev Meisel İzmir’den…

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..