Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Arkası yarın...

Arkası yarın...
 

Yasak meyve (III. bölüm)

Pavyondan çıkanlar, pavyona gelenler çok defa sarhoş. Beni görmezler. Bir defasında, nasıl olduysa biri beni fark etmiş. Şarkıcı karılardan sandı karanlıkta zaar. Arkamdan sıkıca tuttuydu. Korkudan öleyazdım neredeyse. Sesim bile çıkmadı. Debelenip öteledim adamı. Sarhoş bile değildi. Sarhoş olsa görmezdi beni. Demek kötüydü. Kötü biriydi. Canımı yakmak istedi ya, ondan.

O mavi ışıklı eve gelen kadınlar hep çok gülerler. Ne zaman görsem gülerler, hem de ne çok. Bağıra bağıra gülmekten bahsediyorum. Ben onları görünceye kadar öyle çok gülen bir kadın görmemiştim. İlk defasında çok şaşmışım, uzun uzun bakakaldım. Kızdı biri, "ne o kız, maymun mu oynuyo burda?" diye bağırdı. Ama sonunda yine uzun uzun güldü. Bunlar kızarken bile güldüğüne göre, gülerken de ağlıyorlar mı ki? Belki de aslında ağlıyorlar da, ben gülme sandım. Arkamdan gelen o adam gibileri bu kadınların çok canını yakıyor besbelli. Benim sevdiğim canımı yakmaz. Ben hiç bağıra bağıra gülmedim. Ağlamadım da.

Belki çok eskiden. Hatırlayamadığım kadar eskiden. Ağlamışımdır. Ağzımdan bir ses çıkmayalı o kadar çok oldu ki... Bağırırken bile tuhaf, boğuk bir ses çıkıyor. İnsan sesine benzemeyen bir ses. Kulağını duvara dayadığında, en sessiz sessizlikte bile duyabildiğin uğultu gibi. Bazen geceleri dudaklarıma dokunuyorum. Dişlerime, dilime. Damağımın ıslaklığında parmaklarımı gezdiriyorum. Orada olduklarını hissetmek iyi geliyor. Çok zaman önce susmuşum herhalde. Hiç konuştum mu, bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Ben de "anne, baba, " dedim mi? "Günaydın, iyi akşamlar, seni seviyorum, afiyet olsun, kırmızı yandı dur, bir dakika bakar mısınız, istemem, teşekkür ederim, hayır yapma..." Bilmem ki. Hep içimden konuştum. Gözlerimle konuştum, gözlerimle sevdim. İtiraz ettim, onayladım, korktum, sevindim. Sevdiğim de öyle yapar. Elleriyle sever, gözleriyle konuşur. Yok, o istese ses çıkarıyor, konuşuyor. Ama benimle değil. Yıllar önce yüzümü okşayıp "neden sustun sen kuzu?" demişti bir kez. Sonra o da hiç konuşmadı benim yanımda. Hep gözlerimizle anlaştık. Böylesi çok sessiz, çok istediğim, çok durgun. Patlamasız, gürültüsüz, uğultusuz. Bağırırken ağzımdan çıkan uğultudan korkuyorum.

Anamı babamı hiç tanımadım. Yurttayken de yuvadayken de anası babası hiç belli olmayanlardan oldum. Benim gibiler, her şeyi dışardan seyrederdi. İçlerine almazlardı bizi. Anası babası olup da bu dunyadan göçmüş olanlar, ya anası ya babası olup da parasızlıktan yuvaya bırakılmış olanlar, anası olup da babası belli olmayanlar... Onlar bizden farklıydı. Biz nereden geldiği, kimin nesi belli olmayanlar onlar gibi değildik. Biz. Kime benzediğini bile bilmeyenler.

Elbette vardı bizi de bir doğuran, bir olduran. Kimse bilmezdi ya, vardı. Bana "karakol eniği, " derlerdi. Bazılarına "cami eniği, " kimine de "çarşı eniği". Kim nerede bulunmuşsa artık. Kim, nerede, nasıl hayata fırlatılmışsa... Konuşmadığımı ne zaman fark ettiler onu da bilmiyorum. Sorulan sorulara cevap vermediğim için çok dayak yediğimi hatırlıyorum ama. Ağlayamadığımı da. O zamanlar öğrenmiştim. Ağlamamak en büyük silahtı. Hep ben kazanıyordum.

Yuvadan sonra yurda geçişimle daha da güçlendim. Canımı yakamadıklarını sandıklarından canımı yakmaktan vazgeçtiler. Öyle sandılar. Ağlayan, bağıran yoksa zafer de yoktur. Nedense katiller hep kan görmek ister. Bense öğrenmiştim, tırnaklarımı avuçlarımın içine batırdığımda duyduğum acıyı da, çıkan kanı da hiç göstermedim. Okumayı yazmayı da herkesten önce öğrendim. Yazdım ama okuduğumu anlamadılar. Gözler, duyulacak kadar ses çıkarmıyor ki. Yazmak sonradan muhtar efendi maaşımın kaç para olduğunu sorduğunda, bir kağıda karalayıverirken işime yaradı. Okumaksa ekmeğim, suyum, anam, babam....

DEVAM EDECEK...

 
Toplam blog
: 22
: 1798
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

1968 yılında Ankara’da doğdum. Klasik Arkeoloji okudum ve Sosyal Antropoloji masteri yaptım. Çevirme..