Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '13

 
Kategori
Deneme
 

Arkheist Benliğin Varoluş Paradoksu

Arkheist Benliğin Varoluş Paradoksu
 

Dünyanın sadece toprak altında olmadığından emindi ve işte kurtuluyordu sonunda solucanlı karanlıktan. Hazırdı günün ilk ışıkları da onu kucaklamaya. Çıkardı başını ürkekçe. Ne kadar da güzeldi dünyanın bu tarafı. Pırıl pırıldı her yer. Isındığını hissetti. Keşke daha önce çıksaydım, diye geçirdi içinden.

Günler geçiyor, boyu da hızla uzuyordu. Öyle narin ve güzel görünüyordu ki. İncecik belini dik tutmakta zorlandığını fark etti. Az ötesindeki ağacın bakışlarıyla çarpıştı. Çok anlamlıydı. Hatta davetkâr bile denilebilirdi. Nasıl hareket etmesi gerektiğini bilemedi. Gece çöktü. Yıldızlar göz kırparken ay ışığı da yapraklarını aydınlatıyordu. Acaba böyle daha mı güzel görünüyordu! Sanki gülümseyerek doğuyordu her sabah güneş. Minik yaprakları mutlu oluyordu. Çevresinde başka ağaçlar da vardı. Hepsinin de bakışları aynıydı. Ama en yakışıklısı dün gördüğü heybetli meşeydi. Arkasından bir ses duydu.

“Birkaç saat sonra bana döner yüzün. Benimle yaşamaya ne dersin? Hadi gel, sarıl belime. Yoksa hep yerlerde kalır, gökyüzüne ulaşamazsın.” dedi dünün yakışıklısı.

Doğru mu söylüyordu! Kendine baktı. Yoksa o da bir ağaç değil miydi! Ama ağaç gibi yaprakları vardı ve her gün de sayıları artıyordu. Peki neden kalınlaşmıyordu beli! Karşısındaki ağaç gerçekten de onu mu düşünüyordu. Boşverdi. Ne önemi vardı.

“Madem bu kadar istiyorsun, sana doğru geleceğim.” dedi.

Sanki kendi istemiyordu! Demek ki böyle bir yaşamı olacaktı. Ormanın en güzel yerinde boylu boslu yakışıklı bir ağaçtı çağıran. Onun beline sarılı yaşama fikri hoşuna gitmeye başlamıştı. Öyle ya, kendi ayakları üzerinde durması gerekmiyordu. Hayat arkadaşına yaslanıp, yükseklere ulaşacaktı.

Sabırsızdı ikisi de. Merak içinde geçti günler ve ulaştı ağaca. Belli ki ağaç da heyecanlıydı. Bütün gece yapraklarının hışırtısını duymuştu. Bakıştılar sabahın nemli ışıklarında, tutundu ilk kökçüğüyle. Birleştiler! Ağacın öz suyunu tattı. Güçlendiğini hissetti. Yukarılara baktı. Öyle uzun boyluydu ki.

“Hoş geldin.” dedi ağaç.

Onu sevdiğinden emin değildi; ama güvenilir ve güçlü bir dayanaktı.

“Hoş bulduk. Seninle yaşamak keyifli olacak.” dedi.

Hızla sarıyordu koca bedeni. Doyasıya besleniyordu. Yaprakları daha da irileşmişti. O mu ağaca muhtaçtı yoksa ağaç mı ona. Bunu sorgulamalı mıydı! Yaşamını yalnız sürdüremezdi, ağaca dayanarak yaşamak en kolayıydı. Neden kendi bedenini taşımak için çabalayacaktı ki. Bu rahatlığı seviyordu. Ağaç da -narin güzelliğiyle- onu sarmasından hoşlanıyor olmalıydı.

Özgür olan hangisiydi? Yoksa ikisi de mi tutsaktı? Ağaç öz suyunu kendi isteğiyle mi veriyordu yoksa o mu emiyordu? Gerçeği her ikisi de biliyordu: Onlar birbirine bağımlıydı.

Günler, yıllar geçiyor ve gittikçe daha da yükseklere ulaşıyordu. Kollara ayrılan odunsu gövdesi ve gösterişli yapraklarıyla pek ihtişamlıydı. Etraftaki ağaçlar da kıskançlıkla bakıyordu. Aralarında -bugüne dek fark etmediği- genç yakışıklılar da vardı. Kulağına gelen iltifatlar, kaçamak bakışlar hoşuna gidiyordu. Hatta onlara da sarılma fikrinden kendini alamıyordu. Acaba hepsine de sarılabilir miydi. Nedense dallarla arası hiç iyi olmamıştı. Onlara sarılamıyordu. Sonunda gövde bitecekti. O zaman nereye uzayacaktı. Dallara sarılmadan da bir başka ağaca geçemezdi. Dallar da bunu kabullenmiyordu. Onlar önemsenmek, sevilmek istiyordu. Bu gerçek korkuttu onu. Daha da hırsla sarıldı ağacına, tüm kökleriyle emdi. Bütün yaşamını ona bağımlı geçirmek istemiyordu; ama ondan da ayrılamıyordu. O an aklına gelen düşünceyle heyecanlandı ve “Kendinize gelin.” diye bağırdı dallara.

Dallar bu ani çıkışa bir anlam veremedi.

“Ben sizin gövdenizim. Sizler de benim dallarım. İstersem suyunuzu emer, kuruturum hepinizi.”

Öyle ya, ağaçla yek vücuttular. Dalları istediği gibi tehdit edebilirdi. Kaprislerini çekmek zorunda da değildi.

“Senin dalın olmayı reddediyorum.” dedi içlerinden birisi. Diğerleri boynunu bükmüştü. Söylenecek öyle çok şey vardı ki.

Sinirlendi. Ömrünü aynı ağaca bağımlı geçireceği gerçeği incecik bedeninden yapraklarına yayıldı.

Ağaç narin sarmaşığının içine düştüğü fırtınaların, ona yetmemesinden kaynaklandığını düşündü. Acaba onu hiç davet etmemeli miydi; ama bir başına da yaşayamazdı ki. Mutlaka bir ağaç olacaktı sığınacağı. Mutsuzdu sarmaşığı. Özgür olmak istiyor; ama olamıyordu. Toprak altındayken dışarıyı ve şimdi de -ona sarılıyken- başka ağaçları arzuluyordu. Anladı, o tek bir ağaca bağlı kalamazdı. Kendini ağaç sanıp nasıl da azarlamıştı dallarını. Öyle bir hırstı ki bedenine sarılan, nefes almakta zorlanıyordu. İçinin kuruduğunu hissetti.

Artık emindi, o zehirli bir sarmaşıktı.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..