Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Armudu nasıl pişireceğiz?..

Armudu nasıl pişireceğiz?..
 

Armut, hiçbir zaman, kendiliğinden pişip, insanın ağzının içine düşmüyor…

Gelişmenin çileli bir serüveni var…

Harcanan emeğin, hem nitelik açısından ve hem de niceliği itibariyle zorunlu bir birikim süreci var.

Bu yoğun emek gerektiren süreçler tamamlanmadıkça, gelişme denen “şey” gerçekleşmiyor…

Gelin, insanlığın kültür mirası içinde kısa bir tur atarak meramımızın dibacesini anlatmaya çalışalım:

Örneğin materyalizm, “maddeyi evrenin ilkesi yapan” eski Yunan atomcularından Leukippos ve Demokritos ile başlamış bir düşünce serüveninin son halkasıdır…

Sorun, 19 yüzyılın ortalarında Hegel felsefesinin yıkılmasından sonra, yine düşünce tarihinin en tepesine oturmuş ve geliştikçe gelişmiştir…

Daha sonra, Pozitivizm”in kurucusu sayılan Saint-Simon, planlı ve Devletçe düzenlenmiş ekonomi düşüncesini ortaya atmaktadır… Sözü edilen düzeni sağlayacak olan ise, bilimdir…

Saint-Simon’dan sonra Auguste Comte’un, insanın aklı ile inanç dünyası arasındaki çelişkiyi uzlaştırma çabalarına tanık oluyoruz. Şöyle diyor ünlü filozof:

- Gönüle karşı aklın başkaldırısına son verilmelidir… Akıl adına, yadsıyan eleştirici düşünce ile, gönül adına, evetleyen Tanrı-bilim arasındaki çatışmayı ortadan kaldırmak gerekmektedir. .Öyleyse, toplum bilimde pozitifliğin zorunlu formülü “insanlık”tır…

Derken ortaya Feuerbach çıkmakta ve şu düşünceleri ortaya koymaktadır:

- Dinin kaynağı düşüncede değil, korku ve umuttadır… İnsan, dilediği, olmasını istediği şeyleri Tanrı biçiminde kurar ve kurgular... Tanrı, din bilinci içinde yükselen insanın ideal özüdür… Dinin en derin kaynağı, insanın doğaya olan bağlılığıdır.

Evet, hak veriyorum; ortaya konan düşünceler oldukça karmaşık… Üzerinde derin bir biçimde düşünülmesi ve sindirilmesi gereken bir yoğunluk taşıyor…

Ancak… İşte bu düşünce birikimi zemini üzerinde ortaya çıkıyor Karl Marks!..

Gökten vahiy gelmiyor Marks’a…

İnsanlığın kültür mirasının yoğun birikimi üzerine çözümler üretiyor ünlü bilgin-filozof…

Ve ayrıca, içinde yaşanılan dinamik toplumsal koşullar ve aydınlanma devriminin pozitif, bilimsel verilerinin ısıttığı kültürel ortamda çalışıyor Marks… Ve materyalist felsefeyi geliştirerek, en uç noktalarına kadar özenle taşıyor…

Yani, Toros dağlarının uçsuz bucaksız yaylalarında koyun otlatılarak geliştirilmiyor bu düşünceler… Birbirine eklenerek, birbirleri ile mücadele ederek ve birbirlerini aşarak gelişiyor ve olgunlaştırılıyor...

Sorunun bizim ile olan ilişkisi, meselenin kendi kültürel gelişme sürecimiz içinde yerini tespit ile ilgilidir…

Bizler, düşünce düzleminde geliştirilmesi gereken materyalist felsefeyi, genellikle, dini bir bağnazlıktan kalkarak, külliyen inkâr etmişiz… Sosyal ve ekonomik alanlarda ise, Türk Ceza Kanunu’na maddeler koyarak yasaklama yolunu seçmişiz...

Peki, bütün bunları yaparak nereye varmışız?..

Bu soruya verilecek yanıt oldukça anlamlıdır…

Hiçbir ülke ve hiçbir toplum, insanlığın kültür mirasına yasaklar koyarak bir yerlere varamamıştır… Bu açıdan baktığımız zaman ise, Türkiye’nin evrensel kültür düzleminde nerede olduğunu sorgulamak, sanıyoruz bize bir takım ipuçları verebilecek niteliktedir.

Türkiye’nin birçok aydını materyalist felsefe ve ekonomi politiği [sadece] okuyup, öğrendiler diye zindanlarda çürümek durumunda kalmışlar, iktidarı elinde tutan cehalet simsarlarının hedefi haline gelmişlerdir.

Ama, ünlü bilgin Galile’nin dediği gibi;

- Dünya yine de bir yandan kendi etrafında ve bir yandan da güneşin etrafında dönmesine devam etmiştir…

Engizisyon ise tarihe, cehaleti şiddet kullanarak egemen kılmak isteyen bir zulüm makinesi olarak geçmiştir…

Ama Dünya döndükçe dönmüş… Ve insanlığın kültür mirası gelişmesine devam etmiştir…

İşte Engizisyoncuların kabul etmek istemedikleri temel gerçek budur.

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..