Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '08

 
Kategori
Deneme
 

Artıklar

Denizdeki kum taneleriyle eşdeğer parçalanmış duygular yumağı belleklerimiz… Onlar kadar sonsuz, dağınık sere serpe…

Artıklar; sahilin incileri… Artıklarımız yürek sancıları, bazıları davetsiz misafirlerimiz; bazılarıysa kabul gördüklerimiz...

Kendince yerleşmiş; başköşeye koyan biz… Yeri geldikçe açıp, okunan kederlerimiz...

Zaman ve mekân açar sayfaları, nasıl düşerse sıkışık dosya yığınlarına martı kanadı serzeniş.

Yürek… Dokunduğumuz da anımsatan, "acı/ sevinç/ hüzün... Uzaklaşıldığında unutulmaya hazır yüzümüz… Sus kalırsak:" iz bırakır mı geride?"

Kopan bin bir parça süzülür mü kendince? Ardına takılıp gider miyiz? Yoksa kaleme dokunmaz ellerimiz, yazar mı artıkları, benliğin kan damlayan notalarını, yakalar mı izdüşümün portresini?

Damla damla irinler olursa ya... Durgun suların sığlığında çekilirse köşesine… Uzun soluksuz zamanın gölgesinde ölüme secde ederse…

Kaybetmenin ağırlığı gelirse hepsinin üzerine… Yokluğun yoksunluğuna hapsolmaksa secdeye inmek… Soluksuz ve soğuk bir tenin içinde sevgisiz kalmak… Donuk gözler açlığa doğru semaya yüz çevirirse. Gidiyorum “elveda” diyerek, irislerine kara bulutları çekerse… Artıkların boğuculuğunda, var oluşunun hiçliğine sargın vaziyette, hayatın hareketliğine inat; sessizliği taşımaksa seçim…

Oysaki yokluğu kabullenmek hayatın anlamsızlığı... Yoksunluğu tadan canlarımızdan kaçışımızın nedeni; yansıyan örgüler kümesi…

“İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” demiş Beyatlı ustamız… “Deniz Türküsü” şiirinde yakmış bütün sayfaları… Derin ve dehlizlere inilen bir yol çizmiş önümüze… Biz de O’nun ulvi kişiliğiyle yolculuğa çıkıyoruz. Anlamak ve anlatmak öylesine zor ki… Hayaller ve ölüm iki farklı kavram… Hayallerin bittiği nokta ölüm mü yoksa…

Artıklar artıklar…

Çeşit çeşit; boyut boyut… Gömüldüğümüz korkulardan geriye kalanlar… Kaybedilen sevdaların kırıntılarından bir demet soluk papatya... Tekrar dirilmesi imkânsızın ötesinde öncelerde kalan öncelerimizin kapak dosyaları… Elemlerin demli gecelerinden bir tanesinin ortasında sapsarı bir yüz aynaya yansıyan… Nankörlükler yalnızlığa sürükleniş… Ağırlığıyla temada… Beyin evrimine giden bedenin çaresizlikle çırpınışı… İsyanlar dağa taşa vuran trampet sesleri… Bedenin derin suskunluğu son bölüm… Kendini yiyen insanın bedbaht duruşu inceden dokunuşları görmeye inkârdan kaçış…

“Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı:
Fark etmez anne toprak ölüm mâceramızı.”

Beyatlı ustamız gittiğin yeri anlat bize… Şiirlerin arasında kaybolup aradığımız neydi söylesene… Ölüme bu kadar yakın bedenimiz, ruhumuzda artıklarımız. Onlar ölüme kaçış nedenimiz. Ne güzel demişsin yaprak nasıl düşerse öyle düşüyoruz, hem ölümde hem yaşamda… Hangisi daha kolay ve huzur verici?

Susmak susmak…

Salkımlara tutunmak mı dehlizlere inmemek mi? Yıpranmış sayfaları yakmak, türkülerin mistik dokunuşunda salkım salkım örmek çıkışın iplerini… Başarı, yüzeyin yüzeysizliğine inat salkımlara tutunmak… Neden histeri nöbetleri kör noktalarda… Sevgi dersinden feragat edip sevgisizlik dersinden kredi almak bu yüzden mi? İnzivaya akan yol, suskunluğa doğru çekiliş. Umutlu bir gülümseyişle el sallamak geriye… Artıkları olduğu yerde bırakıp; gitmek… Kolay mı kurtuluş? Kendi kendine avunan bir insanın temennileri olmalı süzülüş… Sessiz sedasız bir gidiş iz bırakmadan, demir alıp kopmak zindan olan limandan…

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”

Yahya Kemalin dizesi suskun kalışın içseli… Hicranlı hayatımızın bayramı uzun ve sessiz bir geminin içinde ilerlemek… Artıklara kalkan çekmek…

Artıklarını kim dile dökebilir… Arayışlar bitmez ve geride kalan artıklar… Savunmayla geçen zaman…

Üzerine üzerine gitmek varken; savunmak niye? Gidemez insan acıların iplerine yakalanırsa tükenir umutlar ve güzel düşler… Mutluluğun anahtarını kaybetmekten ürküş kanadı kırık düş, diyen ses sesleniyor derinden. Nerden geldiği önemli mi? Şeytanla meleğin yarışı var olan… Artıkların avukatı şeytan, umutların ışığı melek… Biri kara, diğeri ak… Hesaplaşmalar davalar çarpışmakta kapalı kapılar ardında… Galip gelen ve yenilen yok ortada… Celseler celselere taşınmakta… Hâkimsen neden kararsızlık? Büyük düşünüp, küçük şeylere hafifletici sebepler bindirmek zor mu? "Ben" olmanın ayrıcalığı burada… Beni oluşturmak yaşamın ortasında kalebent kalmaktan kolay… Artıklar çelmesin düşleri… Mum ışığına sarılsın sönmüş meşaleler…

Benliği ve yargıyı pürüzsüz zemine taşıyacak kılavuz… Bedel ödenip; berat etmekte mümkün sonuçta… Artıklara kesmek cezayı ve göndermek… Sevimsiz olgulara bağlı geçer mi ömür? Benimdir, parlayacaktır sonsuza dek diyerek, göklere mi dikmeli anılardan kalanları? Olguların varlığında mutlu olunup; yokluğunda mutsuzluk mu istenen? Mum ışığı nerede? Şeytana yol vermeli, yüreğe atılanlar arasındaysa… Biriktirdiklerim, antikalarım kıyamadığım onca şeyin arasında bir yerlerde… Onunla yürümek…

Kurtuluş ölüme beş kalaysa, isyanlar başlar yeniden… Tanrıya değil, kendine vuruşlar pes edişler… Fani dünyanın çilelerine takılıp kalan zihniyete, seramik gibi işlenen benliğe… Haykırışlar dünyanın evrenin daimi koruyucusuna değil, kendine ve esir alan şeytanın alevli kollarından kurtulamayışa… Sarmalar, ölüm dansı edilir birlikte… Her koldan akan kötülük damarlara sızar ve uyuşan bedenin geçici rehaveti… Şeytan gülümseyişi inceden… Artıklar onun eseri ve içeri alan insan… Kurtulup özgürlüğe koşabilsem diye mum arayıp duran sıcak nefesi fırlatıp atamayan sevgiden emekli insan… “Sıcak yakıyor” diyor her an… Sorgulamaya cesaret bulamaz eğik boyun, ezgin duruş... Cesaretten korkan bezgin… Sevgisizliğe atıfta bulunup; savunma yapan suçluluğu kabullenmiş bir mahkûm… Artıkların kölesi…

Artıklar sevginin yontularak sevgisizliğe dönüşmesi mi? Artıklar benliğe saldıran virüs. Arıtmak temizlemek zor mu zor? Bir gece yarısı artıklarının hesabını yapmakla meşgul olan insanın son mahkemesinde alınan karar… Dakikalara saatlere meydan okumadan dalıp gitmek, zincirlerini koparmadan yaşamak… Işığa tutunmak, salkıma sarılmak arzusunun yanında kendine sarılıp artıklarına yol verememek…

Sabah tan vaktine yaklaşmakta… Başladı geceyi ezmeye gün. Acımasızca büküyor boynunu gece. Fark etmeden tükenen geceden arkada kalanlar. Acılar toprağa serilecek, derinlere doğru saklanacak gece olana dek. Özleyişler bir gün daha artacak ne çıkar? Deli gibi esecek poyraz, kanadı kırılacak güvercinin. Ağlayacak anası önemli mi? Her gün katlanacak acılar, geceye döndüğünde artıklar olacak…

Pencerenin perdesi aralanacak. Rahmet dedikleri bereketiyle gelecek birazdan. Uzaklardan gelen ses denize ait; gözlerin içine baka baka utanmadan suyunu çırpıyor. Gökyüzünde özgürlüğe koşan kuşlar… Artıklar geride gecenin izbe köşelerinde gelecek sefer arayışına devam edecek…

Uzaklardan gelen bir kızgınlık sesi... Yüreği delip geçen ağıtlar. Yağmurun kızılca kıyametini haber veren bulutların arasında çarpışma... Yaralı yüreğin isyanı olmalı ve hopladıkça gürültüyle patlıyor. Şehir tüm sessizliğiyle bekliyor bu anı. İlk damla toprağın kalbine ve içine atılan artıklara; ikincisi özlem duyulana ve üçüncüsü hayal edilene. Bir esintiyle kopuyor ve atıyor kendini buluttan aşağıya.

Artıklar kan revanken ıslak ıslak… Soğuk dokunuşlarla sızlıyor. Buğulanan gözlerle artıkları gecelerde tekrar keşfetmek umuduyla avuçlar açılıyor… Duaların ruhani gücüne sığınıp; artıkların yoksunluğuna alışmak için derman dileniliyor.

Terk eden kim? Gün ışığından kaçan… Artıklar…

Korkulan gerçekler, elem verici işkenceler.

Buğulanmış gözler yağmura eş değer. Tatmin olmak imkânsız… Dökülüyor yanaklardan apansız… Korkular, geceye dönüp; orada artıklara hapsolacaklar. Gündüzlerde beslenen kin, geceleri saçılacak ve artıklara gömülecek. Gecelerde duygu sağanaklarıyla nemlendi gözler, güne dönünce yağmuru kıskanışın verdiği hırsla dökülecek… Sözler donuk; duygular kalbin derinliklerinde gizliler...

Gizemin gölgesinde kalmış artık gerçek sevgiler... Kimse ulaşamaz içten gelen
duygulara… Gün ışığında atışır toprağa; gecenin karanlığında sokulur yüreğe ve cevap bulunamaz kalpten gelen sorgulara...

İçten, derinden gelen dilekler var olsa da çıkmaz olmuş sahaya...

Artıklar mahzeni insanın…

“Dünyada ne ikbal ne servet dileriz
Hattâ ne de ukbâda saadet dileriz
Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde
Yaranla tarab yâr ile vuslat dileriz.”

Dilekler, istekler, hayaller ve onlardan geriye kalanlar…

Artıklar artıklar… Beyatlı usta artıkları sen dizelerinde açmışsın; bizlerse sakladık tek kelimeye artıklar diyerek…

Artıklar artıklar diyerek isyan ettik her şeye…

Havva Gülbeyaz

 
Toplam blog
: 22
: 561
Kayıt tarihi
: 21.07.08
 
 

Hayatla sorunum var. Sorunun üzerine sorunsuz gitmeyi yeğlerim. 1977 Giresun doğumluyum. Lisans eğ..