Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Arzular, talepler ve telkinler

Sinema perdelerinin en güzel görüntülerinden Selma Hayek'in evlenme haberini Vatan gazetesi hangi başlıkla nasıl vermiş biliyor musunuz:

- Erkeklere kötü haber... diye.

Bunu görünce biraz düşündüm, acaba gerçek hayatta ulaşabildikleri, hayal dünyasında ulaşamadıkları yanında pek az kalan birkaç hayalperest erkek dışında kim, hangi sebeple bir gün Selma Hayek'le birlikte olmayı hayal etsin ve gazetelere düşen evlenme haberine içi cızlasın? Var mıdır böyle birisi acaba?

80'li yılların başında Hıncal Uluç, o günlerin erkeksi militarist dünyasında bir devrim niteliğinde olan ve peşinden Duygu Asena'nın Kadınca'sının izlediği Erkekçe dergisini çıkartırken, yanında çalışan genç gazeteci arkadaşlarına şöyle nasihat verirmiş:

- Derginin sayfalarına, erkeklerin günlük hayatta ulaşamayacakları, hatta hayalini kuramayacakları kadınları koymayalım. Tıkıp "komşunun kızı" gibi bizden imgeler olsun zengin fotoğraf içeriğinde.

Kitleler, hayal edemeyecekleri şeylerin hayali gözleri önünde belirince, onu derhal kötülerler. Şık bir manken ya da alımlı bir oyuncu kadın gibi çekici biri ekranda gördüğünde, öfkeler TV ekranına yönlendirilir:

- Hep bu orospuları çıkarıyorlar televizyona, diye.

Geçenlerde Fethullah Gülen'in televizyon kanallarından birinde İslami fetvalar veren bir ilahiyatçı da, "Namaz girmeyen eve bereket girmez" diyerek zehirli bir ok daha bıraktı, laik-şeriat gerginliğinin altının bir kısılıp bir harlandırıldığı siyasal gündemimize. Hoca'nın "namaz girmemiş" evleri topyekün bereketsiz ilan etmesi, gerçek hayatla pek bağdaşır şey değil; en azından benim tanıdığım pek çok namaz girmemiş ev var ve maddi durumları oldukça bereketli; dahası, İslami söylemde inanırlara sıkı sıkıya "imanı ve ibadeti sağlam olmayanların" hem bu dünyada hem öteki dünyada gün yüzü göremeyecekleri söylenmesine rağmen, gerek dünyadaki sermayenin küresel dağılımında, gerekçe yurtiçi sermayenin zümresel dağılımında, burjuva yaşamın dünyevi ihtişamını dini değerler düzeninin uhrevi vaatlerine çoktan değişenlerin sayısı, kat be kat fazladır. Fakat şunu söylediğim zannedilmesin: Din ve yerel kültür gibi olguların burjuvalaşma selinde bendi tamamen yıkılmaktadır; hayır, böyle düşünmüyorum; İslam kültüründen Hıristiyan kültürüne, İslam içi Sünni kültüründen Alevi kültürüne, Hindu dininden ilkel Afrika kabile dinlerine kadar, çeşitli coğrafyalarda yaşayan insanların tüketim ve yaşam biçimlerini nasıl ki büyük ölçüde üretim biçimleri belirliyorsa, yerel kültürlerin de tüketim biçiminin şekillenmesinde yadsınamayacak bir önemi vardır.

Fakat bütün bunlar, İslamcıların neden namaz girmeyen eve bereket girmediğini düşündüğünü açıklamıyor. Yeni yeni palazlanmakta ve İstanbul'a kafa tutmakta olan Anadolu burjuvazisinin İslamla olan bağlantılarının kopmamasını sağlamaya çalışıyorlar olsa gerek, bu bir sebep, yani onlara göre içerdeki sermayenin dağılımında gücünü artırdıkça artırmakta olan Anadolulu sermayedar burjuva yaşamını İslami geleneğin dinsel yorumlarıyla birleştirip, emekçi halk kitlelerine öyle örnek olmalı, öyle mi?

Bence İslam dünyasında, üretim biçimi bakımından burjuvalaşma ilerledikçe tüketim biçiminin yani yaşam tarzının da üç aşağı beş yukarı Batılı burjuva değerler düzenine eklemleneceği, henüz bütün boyutlarıyla anlaşılmış değil; daha doğrusu, üretim, rekabet, emekçiyi sindirme gibi konularda neoliberal dönemin Batılı burjuvası kadar, modernleşme sonrası dönemin İstanbul burjuvası kadar yamyamca hareket ediyorlar etmesine de, iş yaşam biçimini ve kültürel değerler oldu mu, eski İslami havanın da pek arındırılmamasını istiyorlar gibi.

Bundan 50 yıl sonra bugün yeni yeni boy verenlerin nasıl bir yaşam biçimine entegre olacağını bilemeyiz ama esas itibariyle günümüzde bütün dünyayı etkisi altına daha şiddetli almaya başlayan ve Üçüncü Dünya'ya da kapitalist toplumun tüketim alışkanlıklarının Batı tarafından aşılanmasıyla etkisi daha da derinleşen bir üretim sürecinde emekçi sınıfının insani yaşam standartlarından gitgide uzaklaştırılması durumu göze çarpıyor: Nicel bakımdan azınlık olan fakat nitel manada iyi örgütlenmiş küresel kapitalizm ve onun yerli kılcal damarları, sayı bakımından çoğunluk gibi gözükse de örgütlülüğü ve sınıfsal bilinci neoliberal etkiler altında törpülendikçe törpülenmeye çalışılan her ulustan emekçi sınıfına karşı pençelerini çıkarmıştır, dişlerini göstermiştir ve emeğe-demokrasiye dair ne kadar umut varsa "özde"den "sözde"ye doğru yelkenlenmektedir bütün dünyada. Bunun etkisi, 1980 sonrası süreçte Türkiye'de de iyiden iyiye hissedilmiştir. Emekçi sınıfı, sınıf ekseni altında yoğrulmuş hak ve özgürlük ve demokrasi mücadelesinden bir kenara çekilip din ve milliyetçilik eksenli burjuva tuzakları ve maniplasyonları etrafına yedeklenmeye çalışılmaktadırlar ve bunda da epey başarılı olmuşlardır.

Fakat kırık dökük çıkmakta olan bazı "çatlak sesler" yok değil...

Bakın hele şunlara, Türk-İş, DİSK ve KESK, boylarına poslarına bakmadan ve utanmadan 15 Şubat'ta Kadıköy'de bir Emek ve Demokrasi Mitingi tertiplemeye kalkmışlar ve yüz bini aşkın kitle de konfederasyonlarının peşinden alanlara dökülmüş; olacak şey mi bu?

Sendikalı emekçiler de için için kendilerinde olmayanı istiyorlar; refah istiyorlar, sosyal adalet istiyorlar, eşitlik istiyorlar, barış istiyorlar...

Bilmem arada Selma Hayek'i arzu kanallarından geçirmiş olabilirler mi, ya da dünya hayatı pek bereketli geçen sömürücü sermaye sınıfının kodamanları namaz kılsa ne olur kılmasa ne olur, hiç düşündüler mi...

 
Toplam blog
: 4
: 365
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Çankaya'dan herkese merhabalar.ODTÜ'de üniversite lisans öğrencisiyim. İlgi alanlarımın kapsamı dahi..