Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Asabımı bozan blog!

Sakın başlığa bakıp da, bir blog yazısı durup dururken insanın asabını bozar mı demeyin efendim? Öyle bir bozar ki! Üstelik okuduğunuza da okuyacağınıza da pişman olursunuz! Bakın anlatayım:

Geçenlerde MB'da bir yazarın blogunu okudum. Yazı aynen şöyle bitiyordu: '' Sanmam da anladığınızı yazayım dedim... ''

Hadi buyrun burdan yakın! Evet, evet... Aynen böyle! Şimdi bu son satırdan habersiz, yazıyı okuyanlar bu sayın yazara demezler mi:

''- Madem anlamayacağımızı biliyordun, ne demeye yazdın?''

''- Mecbur muydunuz sayın yazar? A benim güzel kardeşim, neden o kadar zahmetlere girdin yazmak için, madem kimseler anlamayacak?''

''- Yani, Zat-ı ali'leri allame-i cihan, biz okurlar allahın budalası mıyız?''

Hadi bu soruları bi yana bırakalım...

Yazarın anlamıyacağımıza (anla-ya-mıyacağımıza değil, lütfen dikkat buyrun) peşinen karar verdiği konu nedir biliyor musunuz? Efendim, Osmanlıca bilmek ile Divan Edebiyatı şairlerinin şiirleri.

Sanki 5 bilinmeyenli diferansiyel denklem!

Sanki kuantum fiziği!

Zannedersin İzafiyet Teorisinin, olmadı uzayın yamulmasının trigonometrik formülasyonu!

Ben yazıdaki ifade bozukluklarına, imla hatalarına değinmeyeceğim. Olabilir. Herkesin fikrine de saygı duyarım. Öyle de olmalı elbet. Ama yazar blogunda Osmanlıca ve Divan Edebiyatı şairlerine ilişkin görüşlerini yazdıktan sonra sözü Batının şairlerine getiriyor (ki, yazarın asıl fikriyatını yansıtan kısmıdır) ve şöyle diyor:

'' Eğer Batının baba ( ne demekse!) şairlerinin (bazılarının adını sayıyor) bizim Baki'den, Fuzuliden, Nef'i'den, Nedim'den, Şeyh Galip'ten haberleri olsa kendilerini ŞAİR sayarlar mıydı?

Saymazlardı efendim, hiç kuşkunuz olmasın...

Kitaplarını, şiirlerini meydanlarda yakar, sonra Osmanlıca öğrenmek için sıraya girerlerdi.

Elbette, Divan Edebiyatı şairleri, yazdıkları birbirinden güzel kaside ve gazellerle edebiyat dünyamızın başlıbaşına bir değeridirler. Yazdıklarımdan ne Divan Edebiyatını, ne de şairlerini küçümsediğim aklınıza gelmesin. Ama bu şairlerin çoğu, yaşadıkları devirde ya bir sultanın, ya bir padişahın, ya da bir zenginin etekleri dibinde culusiye yazarak aldıkları bahşişlerle yaşadılar. Belki Fuzuli gibi bir kaçı hariç, hiçbiri yaşadıkları dönemde ülkenin ve halkın sorunlarıyla, dertleriyle ilgilenmedi ve en azından benim bildiğim kadarıyla ( varsa düzeltin lütfen) bunlara ilişkin tek satır yazmadı. Kaç tanesi halkını aydınlatmak için, halkının özgürlüğü için, en doğal hakları için mücadele etti, kaç tanesi bu uğurda zindanlarda yattı? Bu bir yana, yüzlerce yıl birbirinden güzel kasideler gazeller yazdılar da ne oldu? Halk onların sayesinde kültürde, bilimde, teknolojide, astronomide, tarımda, madencilikte bir arpa boyu yol mu gitti? Hayır! Sadece onların sanatını devam ettiren, onları örnek alan şairlerimiz oldu.

Hadi bunları bir yana bırakalım. Yazar bir marifetinden bahsediyor. Diyor ki; '' ... size bir Baki şiiri okuduğum da (adını söylemeden ben yazdım diyerek Türkçe çevirisiyle) MÜKEMMEL diyerek alkışlarsınız. Her 24 kasım gecelerinde bir Baki, Nedim vb şiirini kendim yazdım diye size yutturdum ÖĞRETMENLER, siz de beni alkışladınız...'' Ve devam ediyor: '' Ben de keni kendime halinize güldüm '' ( imla hataları yazarın kendisine aittir, benim değil.)

Ne bulunmaz bir meziyet değil mi? Ne büyük bir marifet! Ben bu yaşıma geldim, kendi meslektaşlarını böylesine sarakaya alan bir öğretmen, hatta bir tornacı, bir boyacı, bir ayakkabı tamircisi, ya da bir işportacı görmedim, işitmedim, duymadım.

Doğrusu, iş bununla kalsa, bu yazıyı yazmaya kalkışmazdım. Ama yazar sözü Aşık Veysele getiriyor ve bakın ne diyor:
'' Hani sevgilisini, babasından, annesinden, beline taktığı kemerden hatta yerdeki karıncadan kıskanacak kadar SAPIK Aşık Veysel'den... ''

Efendim ben edebiyatçı değilim, öğretmen de değilim, yazar da değilim, şair de değilim. Ama bildiğim kadarı ile bu dizeler Aşık Veysel'e değil, bir başka halk ozanımız Aşık Ali İzzet'e aittir (yanılıyorsam lütfen düzeltiniz). Velev ki Aşık Veysele ait olsun. Bu dizeleri söyleyeni SAPIK ilan etmeye kimin hakkı olabilir? Ya da şöyle söyleyeyim: kimin haddine düşer? Söyler misiniz? Ben kendi hesabıma bu satırlardan utandım.

O Veysel ki, görmeyen gözlerine, renkleri tanımamasına ve okuma yazma bilmemesine rağmen, 40 üniversite bitirmiş adama taş çıkartacak bir dünya görüşünün, dizelere sığmayan engin bir hayat felsefesinin sahibidir. (Divan edebiyatı şairlerinden gözleri görmeyen kaç kişi vardı acaba?)

Utandım dedim de başka bir edebiyat öğretmeni geldi aklıma. Lütfen dinleyin efendim:

Bana 25 yıl önce Zonguldak'ta anlatmışlardı, Edebiyat öğretmeni Necati beyin öyküsünü. Şehrin tek lisesi olan Çelikel Lisesinde 40 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra okullar yaz tatiline girerken emekli oluyor. Tatil bitip okulların açıldığı sabah, bütün öğretmenler okul müdürünün odasında iken kapı açılıyor ve Necati hoca içeri giriyor. Hoşgeldin deyip, elini öpüp, yer gösteriyorlar. Daha kahvesini söylemeye zaman kalmadan Necati hoca müdüre dönerek:

''- Bu sene hangi sınıfları okutacağım evladım?'' diyor.

Bir anda herkes adeta taş kesiliyor. Kimse:

''- Aman hocam siz emekli oldunuz ya, ne dersi, ne sınıfı?'' diyemiyor. İlk kendini toplayan okul müdürü oluyor.

''- Size merdiven çıkartmayalım hocam, giriş katındaki sınıfları verelim'' diyor.

Ve Necati hoca yıllar yılı yaptığı gibi, her sabah okula gelip edebiyat derslerine giriyor. Olay eğitim camiasında duyuluyor, ama kimse Necati hocaya birşey sezdirmiyor. Derken aybaşı geliyor. Bütün öğretmenler maaşlarını almak için müdürün odasındayken Necati hoca da gelip sıraya giriyor. Sıra kendisine geldiğinde, maaşları dağıtan mutemed mahcubiyet içinde:

''- Hocam, bakanlık sizin maaşınızı göndermeyi unutmuş. Kusura bakmayın olur mu?'' diyor.

''- Önemli değil evladım, sonra alırım. Acelesi yok.''

O yıl, ağır bir hastalık Necati hocayı yatağa düşürünceye kadar her sabah okula gelip ders vermeyi sürdürüyor. Sonra hayatını kaybediyor. Ama adı ve öyküsü asla unutulmuyor.

Ben Divan Şairi Necati'yi bilmem. Hiçbir şiirini okuduğumu da hatırlamıyorum. Ama Edebiyat öğretmeni Necati hocayı, öyküsünü dinlediğim günden bu yana unutmuyor ve hatırasına tarifsiz bir saygı duyuyorum. O saygının nasıl bir duygu olduğunu anlatmaya çalışmayacağım. Çünkü bu zamana kadar bunu öğrenmeyen birinin , bu saatten sonra bunu anlayacağını sanmıyorum.

Sevgili Necati hocam, ne mutlu size ki; meslektaşlarını sarakaya alan, ve bunu marifet sanan öğretmenlerin zamanından önce yaşadınız. Toprağınız bol olsun.

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..