Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '15

 
Kategori
Güncel
 

Aşağıladıklarına değdi mi?

Aşağıladıklarına değdi mi?
 

Belki de doğru soru şu olmalıdır: Provokasyon hangi sınıra kadar tahammül edilebilirdir?

Galiba bu sorunun cevabı provokasyonun yani kışkırtmanın içeriğiyle olduğu kadar, kışkırtmanın kimler tarafından, kimlere karşı ve nasıl yapıldığıyla da ilgilidir.

Charlie Hebdo adlı mizah dergisiyle ilgili en çok “provokasyon” yani kışkırtma kelimesi geçmektedir, özellikle de gerçekleşen kanlı saldırıdan sonra ve özellikle de Avrupa basınında. Bunun üzerinde durmamın nedeni, bu kelimenin Batı’da pek sık kullanılmamasındandır. Daha doğrusu mizah dergisi gibi benzeri yayınlarla ilgili çok geniş bir özgürlük ve hoşgörü anlayışı olduğundan, bir şeyin kışkırtıcı olarak algılanması için dozajının oldukça yüksek olması gerekmektedir. Bu açıdan bakınca, Charlie Hebdo dergisinin dozajının ultra yüksek olduğu söylenebilir.

Saldırılardan sonra doğal olarak yine sosyal medyadaki yorumlar sel olup aktı. Dünyanın dört bir tarafından dergi çalışanlarına destek ve saldırganlara lanet yağdı. Bunun başka türlü olmasını beklemek de mümkün değildi zaten.

Ancak benim burada merak ettiğim, kendi ülkemizde derginin duruşunu “dinle değil dini kullananlara dalga geçiyorlardı” olarak adlandıranlardan kaç tanesinin karikatürlerin içeriğini bildiğidir. Ben de bilmiyordum açıkçası. Olay üzerine araştırınca öğrendim. Özetle benim açıdan bunlar karikatür değil, düpedüz aşağılamalardır. Zaten bazılarının içeriğini de anlayamadım, örneğin bir tanesinde “baba – oğul – kutsal ruh” üçlemesinin birbirine tecavüz ederken resmedildiğini, ancak Der Spiegel’deki açıklamayı okuduktan sonra kavrayabildim.  Çırılçıplak namaz kılarken resmedilen “çirkin” çöl bedevisiyle kimin kastedildiği ise zaten çarpıtılmış adından da anlaşılıyordu.

Hayır, bunları başka kışkırtmaları körüklemek için yazmıyorum. Amacım kesinlikle o değil. Sadece ülkemizde bu karikatürlerin içeriğini yeterince bilmeden, onlar hakkında çok fazla iyimser yorum yapıldığını düşünüyorum. Ne olduklarını bilerek arkasında duranlara söyleyecek bir sözüm yok, yalnız lütfen bu çizgileri İslamafobi’nin İslamahobi’ye dönüşmüş “hoş” şekli olarak adlandırmayın. Çünkü bunlar hakaretten öteye çok ağır aşağılamalar içeren “karikatürler”. Bunların her dine ve her kişiye yönelik olmaları, onlardan incinenler açısından bir şey değiştirmiyor.

Dinimiz ve onun peygamberiyle ilgili olanlarla ancak şunu söyleyebilirim, bunları çizenler demek ki bizlerin Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.v.s) ve namazı ne kadar sevdiğimizi hiç anlayamamışlar ve anlaşılan o ki anlamaya da hiç çalışmamışlar. Ama eğer burada hedef fanatiklerin dikkatlerini çekmek idiyse, bunun fazlasıyla başarıldığı söylenebilir.

Der Spiegel’in internet sitesinde, “Bu fanatiklerle ancak dalga geçilerek baş edilebilir, aynen devam” mealinde bir yorum yer alıyordu.  Sanırım sorunu tam da bu yaklaşım özetliyor: Fanatiklerle dalga geçerek onları hizaya getirebileceğini zannetmek. Oysaki adı üstünde “fanatikler”, gözleri bir şey görmüyor. Onları kışkırtmak için ek bir çaba harcamanıza gerek yok, zaten yeterince kışkırtılmış durumdalar. Alev almak için fırsat arıyorlar.

Bunca insanın en kutsal değerlerini çiğneyerek, sadece onları derinden incitmekle kalmıyor, gözü dönmüş olanlara da bu gözü dönmüşlüklerini göstermek için en ala fırsatı sunmuş oluyorsunuz. Daha da kötüsü, karşılıklı hoşgörü ve beraber yaşama için uğraş verenlerin altındaki zemini kaydırıyorsunuz. Ortada buluşmak yerine, herkesi daha da çok kendi köşesine çekilmek zorunda bırakıyorsunuz.

Peki, entelektüel dediğimiz insan, tüm bunları öngörebilen ve ona göre sorumlu davranışlarda bulunan duyarlı ve öngörülü insan değil midir?

Özgürlük, başkasının kutsalını bunca aşağılamak özgürlüğü müdür?

Neden o zaman, örneğin Der Spiegel’de cinsellik, hakaret, tehdit, şantaj ve pornografi içeren okur mektupların yayınlanmayacağı ve gerekirse yasal yollara başvurulacağı belirtilmiş?

Demek ki hakaret ve pornografi suç teşkil edebiliyormuş.

Ama söz konusu din ve dini değerler olunca atış serbest mi?

Hayır, bunları Müslüman polis dâhil herkesi soğukkanlılıkla katledenleri savunmak veya suçlarını hafif göstermek için yazmıyorum. Sadece özgürlük alanlarıyla ilgili tartışılması gereken çok kaygan sınırların olduğu konusunda uyarıda veya çağrıda bulunmak istiyorum. “Nietzsche, Kant ve Kuran” adlı yazıma göz atacak olursanız, belki ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız (bkz. aşağıda). Özellikle de, “Önce onları avlamalısın, ondan sonra şarj edilen piller gibi oluyorlar. Dolduruyorsun, boşaltıyorsun ve tekrar dolduruyorsun” gibi cümleleri okuyunca, söz konusu karikatürlerin nasıl şarj etkisi gösterdiğini anlamanız açısından.

Geçenlerde minnacık bir resim karesi gözüme ilişti, Ebu Gureyb cezaevinde çırılçıplak bir mahkûm kelepçeli elleriyle önünü kapatıyordu. Diz çökmüş haldeydi, her tarafı kan içindeydi, besbelli ki tasmayla zor zapt ettikleri kurt köpeğini üzerine salıyorlardı. O minnacık resimde bile nasıl yalvardığını, yüzünde nasıl bir dehşet ve acı olduğunu seçebiliyordunuz.

Şimdi bir de bunun üzerine bu insanların kutsallarıyla en sığ bel altı seviyesinden dalga geçmek, nasıl bir özgürlük anlayışıdır, lütfen anlatın bir bana.

Anlayamıyorum çünkü.

Gerçekten anlayamıyorum.

Bu yüzden de ben Charlie Hebdo değilim.

Ben, “10 Çocuk Kutlu Doğum’un Neresinde?” adlı yazımdaki Afganlı bebelerim. Hani Alman gazetecinin gayet de cool yorum yaptığı şu bebelerin: “2014'te her şey bitmiş olacak ve yabancı birlikler toparlanıp gidecekler. Aynen gösterisi biten sirkin toparlanıp gitmesi gibi. Ama buradaki gösteri tabii ki bir oyun değil, bir katliam. Çünkü anlamsız savaş, katliamdan başka bir şey değildir. Orada savaşılan her gün, gereksiz savaşılmış bir gündür. Her ölü, gereksiz bir ölüdür. Biz de bu suçun ortakları olduk. Savaşa alıştık. On adet anlamsızca öldürülmüş çocuk bizi artık öfkelendirmiyor. Bunun ne anlama geldiğini öğrenmiş bulunuyoruz: Uluslararası Sorumluluk. Bu ders için teşekkürler.”

Eğer bir karikatür çizecek olsaydım, Charlie Hebdo’nun gözlüklü karikatüristini otopsi masasın üzerinde etrafını sarmış olan kanlı elbiseli küçük çocuklara şaşkınlıkla bakarken çizerdim. Ama öyle çirkin ve çıplak değil. Olduğu gibi. Çocuklara da şunu söyletirdim: “Biz terörist oldukları söylenenler bombalanırken ölenleriz. Bize “kaçınılmaz kayıplar” diyorlar. Senin çizdiğin karikatürler kardeşlerimizi bu bombalardan koruyacak mı?”

Evet, bu karikatürler son saldırıdan sonra Orta Doğu’ya nasıl dönecek acaba?

Bu kadar aşağıladıklarına deydi mi?

Değecek mi?

Her anlamda soruyorum.

Zuhal Nakay

Söz konusu yazılarım:

“Nietzsche, Kant ve Kuran” (http://blog.radikal.com.tr/dunya/nietzsche-kant-ve-kuran-72802)

“10 Çocuk Kutlu Doğum’un Neresinde?” http://www.gazetemen.com/13/57715/0/10-cocuk-kutlu-dogum-un-neresinde.html

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..