Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Asansörde selam vermeyenlere Doğan Cüceloğlu yöntemiyle möööleyeceğim

Asansörde selam vermeyenlere Doğan Cüceloğlu yöntemiyle möööleyeceğim
 

Doğan Cüceloğlu ismini illa ki önceden duymuş olanlarınız vardır. Hani şu, toplumu geliştirmek adına kitaplar yazan, TV Programları yapan, bol bol paneller hazırlayan, güler yüzlü, hoş sohbet İletişim Profesörü...

 

En yakın arkadaşlarımdan biri sayesinde geçen Cumartesi günü, Doğan Bey'in "Ailede İletişim ve Başarı" konulu konuşmasına izleyici olarak katıldık. Bahsettiğim arkadaşımın, 15 yaşında dünya güzeli bir kızı var. Aynı zamanda da 3-4 yaşlarında, yani tam da en hareketli dönemlerinde olan çok tatlı bir oğlu...

Evinden çok uzakta yer alan bir şirkette sabahtan akşama kadar çalışan biri olarak, ilk çocuğunu büyütürken, o zamanlar henüz çok genç ve toy olmasına rağmen, elinden geldiğince her şeyine yetişmeye çabalar ve eksiklerini, kişisel gelişim kitaplarıyla tamamlamaya uğraşarak takdirimi kazanırdı.

Şimdi ise biri Bluğ çağında, neredeyse boyunu geçmiş, diğeri daha yeni yeni konuşmaya başlayan iki çocuğuyla, ama hala aynı şirkette tam zamanlı çalışan, bilinçli bir anne olarak, bu aralar ne zaman fırsat bulup, telefonda görüşsek, bana Psikolog Doğan Cüceloğlu'ndan sitayişle ve çok büyük bir hayranlıkla bahseder oldu. Öyle ki fırsat versem saatlerce bu Hoca'nın kitaplarında, TV programlarında ve seminerlerinde verdiği tavsiyeleri ve onları hayata geçirmek için evde neler yaptığını ve ne sonuçlar aldığını, ballandıra ballandıra anlatacak... ki çoğu görüşmemizde bunları bol bol dinlediğim zamanlar da oluyor:))

 


Nihayetinde ısrarlarına daha fazla dayanamayarak, uzun zaman sonra yüz yüze görüşmemize de bir bahane olacak düşüncesiyle, geçtiğimiz Cumartesi günü Doğan Bey'in bir paneline hep birlikte katıldık.

Genel olarak aile fertlerinin birbirleriyle ve çocuklarıyla nasıl iletişim halinde olmasını çok komik ve ilginç örneklerle anlatarak, tamamı dolu olan tiyatro salonundaki herkesi kendine bir kez daha hayran bırakan bu adam, konuşmasının başlarında "çocuklarınızla konuşurken, gerekirse dizlerinizin üzerinde çömelerek, onların göz seviyelerine inmenin" öneminden, çocuklar tabak taşımak vs. bir konuda size yardım etmek istediğinde "hayır sen yapamazsın!" şeklinde heveslerini ve öz güvenlerini kırmak yerine, onlara bu şansın verilmesinden bahsetti. Eğer olur da bu esnada gerçekten bir tabak kırılırsa da, "Yavrum ben sana değil, gözü kapalı sözünü dinlediğim için Doğan Hoca'ya kızıyorum" diye kendisine beddua edilmemesini ve masrafların kendisinden talep edilmeye kalkılmamasını da sözlerine ekledi:) Böyle bir durumla karşılaşınca çocuğa bağırılıp çağırılmamasını, ama bununla birlikte "canın sağolsun, senden değerli mi yavrum" da denilmemesini, "sence tabak neden kırılmış olabilir?" şeklinde sakince çocuğa yaklaşılmasını, ve belki o anda sebep; örneğin, çocuğun ellerinin ıslak olmasıysa, bu durumu, çocuğun tespit etmesine fırsat verilmesini ve bundan bir ders çıkarmasını sağlamanın önemini, canlandırmalarla anlattı. İstediğiniz kadar kolejlere, özel hocalı derslere gönderin, gelişimi için ne kadar masraf yaparsanız yapın beyhude kalacağından, eğer çocuğa öz güven aşılamazsanız, karakterinin gelişmesinde %85 rol oynayan ve küçük yaşlardan itibaren yapılandırılması gereken bu kavramın öneminden özellikle dem vurdu.
 

 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kendi hayatından, çocuklarından, gençliğinden örneklerle renklendirdiği konuşmasının, en komik bölümlerinden birinde ise, bence toplumumuzda bir türlü kapanmak bilmeyen yaralardan biri olan "selamlaşmak" konusundan bahsetti ki; buralarda gülmekten yerlere yatırdı herkesi.

 

 

 

 

 

 

 

              Şöyle ki; kendisi yurt dışında çok uzun yıllar yaşayıp, tanıdık tanımadık, iletişimde olduğu herkese, hafiften gülümseyip, selam verme alışkanlığı kazandıktan sonra, Türkiye'ye döndüğünde, Caddebostan sahilde yürüyüş yaparken, yanından geçen bir kadına "iyi günler" demiş ve kadın "Allah belanı versin, pis herif!" diye bağırıp kaçmış:)



Gerçekten de benim de en nefret ettiğim şeylerden birisi, insan yerine koyup selam verdiğim kişilerin, domuz gibi bakıp cevap vermemesi ya da nereden tanışıyoruz gibilerinden bi' havalara girmesi!

Maalesef neredeyse her gün bir yerlerde böyleleri çıkıyor karşıma... Asansöre biniyorum, içinde bir Teyze'yi andıran biri  var, ilk bakışta sanırsın ki o da bir insan... Ama nerdeeee?

Büyük ihtimalle apartmandaki komşulardan biri. Asansör kapısını açar açmaz karşılaşınca, gayri ihtiyari "Günaydın" diyorum hafiften gülümseyerek. Cevap yok! O anda kendime kızıyorum "yahu oluşumunu tamamlayamamış yaratıkları neden insan yerine koyuyorsun, neden hala biraz akıllanamadın sen?" diye...

Cevap vermediği gibi, "şey" kadar yerde sanki görmüyormuşum gibi, gideceğimiz kata kadar, "ne giymişim, ne takmışım" hepsini, yandan yandan bakışlarıyla alttan üstten süzmesini çok iyi biliyor ama...

Tanrının bir selamını esirgeyen insanlara dayanamıyorum. Siz de yapar mısınız arada bilemedim ama çantasından iki saat anahtarını aramakla uğraşmasın da, iyilik olsun diye arkamdan geldiğini gördüğüm bir komşu için bekliyor ve apartman kapısını tutuyorum bazen. Kadın ya da adam girip, geçiyor, ne bir teşekkür ne başka bir söz.

Şimdi yeni bir taktik geliştirdim, öküz gibi geçenlerin arkasından "Bi'şey değil efendim, ne zahmeti!" diye sesleniyorum. Bunu duyunca bir anlık şok geçirip, mecburen ya belli belirsiz bir teşekkür ediyor ya da aynen tırıs tırıs uzaklaşıyor ama en azından ben, kendi kendime durumdan eğlence çıkarmış oluyorum. Arkasından ettiğim küfürleri ise tabi ki de burada yazmayacağım. 


Doğan Hoca'nın o gün anlattığı en komik hikayeden de bahsetmeden geçmeyeyim: Şirketlere özel seminerler de verdiği için, gözlemleye gözlemleye, organizasyon şemasında kişinin rütbesi arttıkça, sanki gizli bir kural gibi, suratlarının daha da asıklaştığını fark etmiş. Gerçekten de biraz düşününce katılmamak elde değil. istediği kadar bilmem kaç üniversite mezunu olsun, orda burda master yapsın, CEO'ya doğru yaklaştıkça, kişide kasım kasım kasılmalar ve etrafındakilere selam vermeyi geçtim, verilen selamı bile almadan, en sert ifadeyle gezinmeler iyice tavan yapar...

Doğan Bey'in anlattığına göre, yine böyle bir şirket seminerine katılmak için, asansörde yukarı çıkarken, asık mı asık suratlı kalantor bir adam da, aynı asansöre tüm sevimsizliğiyle binmiş. Hoca önce selam vermeyi düşünmüş, sonra da "yahu neden hep ben önce selam veriyorum, bakalım o ne yapacak" diye beklemeye koyulmuş. "Asansör yukarı çıkarken, ikimiz de selam filan vermemek için, bir baktım ki küçücük yerde birbirimize arkamızı dönmüştük" diyor. Sonra da ekliyor...

"Ben Silifkeliyim ve biz çocukluğumuzda ineklerin arasında, çiftlik ortamında büyüdük. Bir tarlanın ineği otlarken, diğer tarlanın ineğini görünce "Mööööööööö" diye selam verirdi. Öbür tarlanın ineği de buna kayıtsız kalmaz, o da hemen arkasından "Mmmmmööööööğğğ" diye cevap verirdi" diye... Ve asansörde sessiz sessiz yukarı çıkarken, aklından bu durum geçmiş, bir durup düşünmüş ki, acaba bu büyük abiye bir Möööööölesem mi diye. Adam "ne yapıyorsun kardeşim?" diye tepki verse, cevap hazır... İnsan gibi selamlaşmadınız, inek gibi selam vereyim dedim :)

 

Kimsenin kimseye kapı tutmayıp, birbirleri için asansörü 1 saniyecik bekletmeyip, zorlandıklarını görmelerine rağmen poşetlerini taşımasına yardım teklif etmeyip, karşılaştıklarında selam vermeden geçtikleri bir dünyada yaşamak istemiyorum. Ben ailemden böyle görmedim. Keşke herkes böylesine kompleksli davranmaktan artık vazgeçse de biraz daha uygar bir toplum haline gelsek....

Not: Prof. Doğan Cüceloğlu'nu daha yakından tanımak isteyenleriniz olursa, yazmış olduğu kitaplar yanında, SkyTürk 360 kanalında sunduğu "İnsan İnsana" isimli TV programını her Pazar saat 10:05'de izleyebileceğinizi belirteyim:)

 
Toplam blog
: 230
: 5958
Kayıt tarihi
: 03.04.13
 
 

Öncelikle "Üşengeç Şef"e olan ilginiz için sizlere teşekkür ederim. "Şef" denilince aklınıza heme..