Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '12

 
Kategori
TV Programları
 

Asi Dizisi hakkında

(20 Kasım 2011'de yazıldı.)

Birileri bir gün Türk dizileri hakkında şöyle güzel bir doktora tezi yazsa da okusak. Neydi ortak numaraları (zengin aileler ve uşakları arasındaki derin bağ, herkese muhakkak bir sevgili ayarlanabiliyor olması, düğün, çocuk, yanlış anlaşılmalar, iyi kızlarla zor yatağa girmeler), ne onları başarılı kıldı, başbakanımızın popülerliği dışında neler onları eski Osmanlı coğrafyası ve İran’da bu denli  sevilir hale getirdi, o binlerce tutarsızlık ve saçmalık nasıl eğitimli Türkleri bile fazla rahatsız etmedi, öğrenebilseydik.  Tabii izleyenlerin kaçı bunalımlıydı, kaç aile bu dizilerle alay ederken mutlu oldu onu da anlatsın bu kitap.

Bu furya ne zaman başladı? Herhalde Asmalı Konak’la (2002’de filan). Bu taraklarda hiç bezi olmayan arkadaşım Bora bile toplum dışı kalmamak için o yıllarda diziyi izlediğini, zaten dizinin oynadığı geceler sokakların boşaldığını söylemişti. Gerçi bu tür dizilerle kendinden geçme, Mehmet’in söylediğine göre çok önceleri Köle Isaura adlı dizinin son bölümü yayınladığında da yaşanmış, erkekler bile kahvelerde TV karşısına dizilmişler. Ben çalışkan bir öğrenci olduğum için, Dallas ve TRT’nin şimdi izleyince teknik eksikleri ile bizi şaşkınlığa düşüren Çalıkuşu, Kartallar Yüksekten Uçar gibi dizilerinden sonra TV karşısına fazla geçmedim. Ama o yıllar tek bir kanal vardı. Ne konsa önümüze bizi mest ediyordu. O yüzden ayrıntılarını anımsamasak bile Aşk-ı Memnu, Yukardakiler Aşağıdakiler, Kaçak, Waltonlar, Küçük Ev kolaycacık hafızamızda iyi şeylermiş gibi yer ediniverdiler. Yukardakiler Aşağıdakiler’i Toronto’da tekrar izlemeye çalıştığımda hiç etkilenmedim. Hadi onu bir on bölüm kadar izledim, Waltonlar derhal bende bir mide bulantısı yarattı.

Yavaş yavaş özel kanalların egemenliklerini kurdukları 90’lı yıllara geldiğimizde bile diziler az sayıdaydı. Perihan Abla, Süper baba, Şehnaz Tango gibi uzun yıllar oynayanları bile izlemedim doğru düzgün; ama bunlar şimdiki gibi herhalde başka dizilerle kıran kırana bir mücadele yapmak zorunda kalmamışlardır. Huzur içinde uyusun rahmetli Sahure Teyzemin Şehnaz Tango’da kendine çıkış yolları bulduğunu anımsıyorum bir tek. Babamların çok sevdiği İkinci Bahar’ı bile yayımlandıktan belki bir 10 yıl sonra internetten izledim (ve tabii beğenmedim, beğenmek istememe rağmen). Gerçekten bu eski dizileri izleyen kaldı mı acaba?

Bu vefasızlık beni biraz üzüyor.  Yani bir dizi belli bir süre çok seviliyor, başarılı olursa iki yıl oynuyor (Kurtlar Vadisi ve Yaprak Dökümü kadar uzun yıllar hiçbiri oynayamıyor galiba), dizi fanatikleri, oyuncular başka bir yerde karşılarına çıktığında ‘’Ha şu dizide oynuyordu bu adam’’ diyerek hafızalarıyla beni hayretlere düşürebiliyor.  Ama bir kez yayınlanıp bittikten sonra o diziden nasıl etkilendiklerini bile anımsamıyorlardır belki de. Ben neden bilmem Ask-ı Memnu’nun ilk sezonunu izledim; hatta hakkında bir yazı bile yazdım.  Türkiye’ye dönüş yapınca benim de mutlu mutlu izleyeceğim diziler olur inancına kapıldım. Geniş Aile dedim 2010 yazında tekrar bölümlerini izlerken, olmadı, Küçük Sırlar dedim Çet karakteri iyi olduğu için; hatta esin kaynağı olan Gossip Girl’e bile biraz baktım analitik yönüm güçlü olduğundan,  ikisi de kepazeleşti, Fatmagül’ün Suçu Ne başlangıçta çok esaslıydı; ama ona da dayanamadım.

En nihayet bir iki hafta önce Ankara’dan döneceğim gün Asi dizisinin ilk bölümlerinden birinin tekrar yayınlandığına tanık oldum.  2007’de yayına başladıklarında, Pride & Prejudice’ten (PP) esinlendiklerini duymuştum ki bir yazımda eleştirsem de kafamı çok yorduğum bir İngiliz klasiğidir, hem romanı hem dizisiyle. Bir anda içime bir ateş düştü ve hemen İstanbul’a varayım da izlemeye başlayım beni bayıncaya kadar dedim. Ve aynı gün izlemeye başladım.

Asi, birçok saçmalığı olmasına rağmen iki sezonunu da izlediğim yegane dizi oldu böylece. Tabii internette her bölümünü bulup da izlemek bile kolay olmadı, ne de olsa 2009’da bitmişti, ilgileneni –belki de ilgilenilmeyi çok da hak etmediği için- azalmıştı. Ama internet sayesinde en azından her dakikasını izlemek zorunda değildim. İlk beş on bölümden sonra 90 dakikalık bölümleri atlaya zıplaya 10-15 dakika içinde izleyebiliyor ve konuları rahatlıkla takip edebiliyordum.

Şimdi Aşk-ı Memnu yazıma baktığımda, en azından orda bir sınıfsal çelişki olduğunu düşünmüşüm, sevsem de sevmesem de bazı karakterleri ilginç saymışım. Dolayısıyla o dizinin Asi’den daha özellikli bir dizi olduğuna şaşırmamalı. Peki neden Asi saçmalığını izledim? Tabii ki Antakya’da geçiyor olması gözümde çoğu şeyi sempatikleştirdi. Ama asıl tüm yüzeyselliğine rağmen Asi ve Demir ilişkisinin saçmalığını çok gerçekçi buldum galiba da o yüzden hızlı hızlı sahneleri atlayıp onların sahnelerine baktım. Gururlu hareket etmeye çalışmalar, ama gururu sevilmek için en olmadık anda bırakıp köleleşmeler. Prensip falan diye bir şey yok, varmış gibi görünmesine rağmen.  Tartışmaların mantıklı olması bile gerekmiyor. İlişkiler büyük olasılık hep böyle yaşanıyor. İnsanlar kendilerinden daha güzek bu iki insanda kendi saçmalıklarını görüp tatmin mi oluyor? Daha önemlisi, ne kadar centilmen olsa da, para ve tip bir erkekte olunca, güzel de olsa kadın daha bağımlı taraf oluyor. Fıtrat mı bunu gerektiriyor, kapitalist düzen mi?

İzlemeyenler için kısa bir özet geçeyim ve PP’yi nasıl yaratıcılıklarıyla aşmışlar anlayın. Mr. Darcy yani Demir, Mr. Bingley yani Kerim’le 20 yıl aradan sonra doğduğu Antakya’ya gelir. Benim hesabıma göre 26 yaşında olmalı; çünkü 6 yaşındayken ırgat annesi işten kovulduğu için kendini Asi nehrine (hem de Demir ve Demir’in kızkardeşi ile) atmış ve intihar etmiştir. Demir kızkardeşini kurtarmış; ama annesine gücü yetmemiştir. Yine ırgat olan teyzesi onları almış, tesadüfen bir tefeci ile tanışıp evlenmiş, 20 yıl içinde tam bir İstanbul sosyetesi kadını olmuştur. Bu 20 yıl içince, Demir de yalnızca okumamış, çok zengin ve başarılı bir işadamı olmuştur. İşte şimdi dönüşündeki amacı annesini ölüme yollayan toprak ağası aileden öç almaktır.

Daha Antakya’ya dönüşünün ilk gününde, annesinin ölüme atladığı köprüden Asi nehrine bakarken bir çocuğun da boğulmasına ramak kalır (sonradan aynı noktadan teyzesi de atlayacak kızkardeşi de, yüzükler de atılacak). Ama o da ne! Dünya güzeli bir ırgat kız atlar çocuğu kurtarır; ama bu sefer de kız akıntıya kapılır. Ve ne olur, Demir kurtarır kızı, suni teneffüs yapar, kız ayılınca hiçbir şey demeden çeker gider. Efendim, bu kız aslında Demir’in düşmanı olan İhsan Bey’in tarımı çok seven kızı Asi’den başkası değildir. Yaa, böyle korkunç çelişkiler, ailelerin itiraz etmeleri, şunlar bunlar, yanlış anlaşılmalar, konuşamamalar (iletişim bozukluğu işte en kötü şey). Ama Demir ve Asi birbirlerinden hoşlanmazken Pamberly’deki Colin Firth ve Jennifer Ehle arasındaki  muhteşem dansın benzerini muhteşem olmayan bir şekilde bir sünnet düğününde yaparlar, Mr. Colins benzeri komik bir karakter Asi’ye asılır PP’de kimseyi kıskandıramayan Mr. Colins’in Türk versiyonu Demir’i kıskandırır.

Bir iki küçük nokta daha ve bitiriyorum. İhsan Bey rolündeki Çetin Tekindor’un gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu kimbilir kaç kişi düşündü ki hala başrol buluyor dizilerde. Yeteneği var mı yok mu bilemem; ama ne kadar sahteydi burda ya! O dramatik konuşmalarına rast geldiğimde az güldürmedi beni. Tuncel Kurtiz başlarda abartılı rolüne rağmen beni samimiyetle güldürdü, ama onun rolü zaten komik olarak kurgulanmıştı. Diğer hiç kimse (ıssız adam Kerim veya eskiden sempatim olan Nur Süer bile) dikkate şayan değilken, dizinin son bölümlerinde çıkan mafyacı Zafer tiplemesi bayağı insaniydi bence. Adam Asi’nin ablası renksiz Defne’ye umutsuz aşkından dolayı öldürüldü, Defne kendisini boynuzlayıp beş yıl geride bırakan eski kocası ıssız adama bu olaya tanık olduktan hemen sonra atladı. Bizim için bu kadar doğalken ölüm kalım aşkın birlikteliği Batılılar anlayamaz bizi.  Ama ben bile anlamadım bizi, nasıl kabullendik böyle bir adaletsizliği?

Tuba Büyüküstün’ün (TB) evlendiği adamı da bu dizide gördüm. O olduğunu anlayınca bu yardımcı oyuncuya sempatim arttı. Her şeyden önce yakışıklı değil bir de orda göbekli gibi görünüyor. Hiçbir zaman başrol oynayamayacak belki de; ama yüzü açısından Türkiye’nin belki de en güzel kadını olan Büyüküstün’le evlendi işte. Tabii TB çok iyi bir oyuncu değil. Kızcağıza giydirdikleri tarz giysiler de çok komikti. Keşke insanlar öyle karakterliymiş gibi şeyler giyseler; ama zevklerimiz o kadar moda akımlarıyla belirleniyor ki, sokakta o halde görsek hangi tarihi dönemden fırlamış bu kadın deriz. Murat Yıldırım da TB gibi bacak sorunu olan birisiydi galiba (adamın ki çarpık, kadınınki kalın). Ama karizmasını çizdiren şiirsel konuşmaları, hiç inandırıcı olmayan adam dövme ve Suriye’den adam kurtarma halleri dışında sandığım kadar kıro değil hatta sempatik bir tipleme çıkarmış. Ama onun da geleceği parlak olmayabilir.

Ben size en güzel sahneleri bulamadım PP’de olduğu gibi ama bu damar jenerik müziği:

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..