Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '10

 
Kategori
Eğitim
 

Aşık Ercişli Emrah ile Selvi (1)

Emrah ile Selvi'yi okuyalım, görelim nice engeller, nice zorluklar yaşamışlar; ulu bir sevginin uzun erimliliği ile günümüzde de yaşamaktadırlar; ebediyette olsalar da...

Halk yazıncısı Ali Püsküllüoğlu; Aşık Ercişli Emrah ile Selvi'yi ilk olarak 11 Nisan 1982'de yazmış; okuyalım bakalım neler yazmış:

"Nice nice yıllar önce, Aşık Ahmet derler bir adam vardı. Sazla, sözle yaşar; geçinir giderdi Isfahan kentinde. Isfahan, o zamanlar güzel bir kentti. Adını duyan koşardı ona. Bu Aşık Ahmet de, besbelli, öyle, koşup gelenlerdendi. Sazda, sözde ustaydı; kimse eline su dökemezdi bu konuda. Onunla aşık atacak biri çıkmamıştı nicedir. Çıkanlar, mat olur giderdi. Aşık kahvelerinde çok aranan, çok tutulan bir ozandı Aşık Ahmet. Ünlüydü.

"O zamanlarda, halk ozanları aşık kahvelerinde toplanır, halkın önünde yarışırlardı birbirleriyle. Sazda, sözde kim usta , o çıkardı bu yarışlarda ortaya. "El elden üstündür." derler. Şu insanoğlu, yarışmıştır hep birbirleriyle. Çalışkanlıkta, beceride bilgide; sazda, sözde, ozanlıkta, aşıklıkta... Koskoca yolları delip yollar açmada... Irmaklar üzerine köprüler kurmada... Uçan kuşla, doğan ayla konuşmada... Aya ayak basmada... İnsanoğlu öyledir hep, ileri gider; aşar kendini... Yarışır kendiyle... Ta aşıklar kahvesindeki o yarışlardan bu yana..."

Günümüzde bu yarışlar daha beter. Öyle ki, bir bakıyorsun, güçlü bir ülke zayıf bir ülkeyi yutmuş az bir zamanda... Uzun bir zamanda olgunlaşması gereken sebzeler, kısa bir zamanda ilaçla, şununla, bununla bir bakmışsın ki olgunlaşmış, konulmuş sofralara... Hayra alamet mi değil mi diye söylenip duruyor akil kişiler... Dinleyen olsa da aldıran yok; hayat çok hızlandırılmış, hızlı aletlerle... Sanki insanlar değil de aletler yaşıyor... Dur bakalım nice olacak insanlığın sonu?!..

Biz gelelim Aşık Ercişli Emrah ile Selvi'ye... O günlerle bu günlere...

"Her neyse... Dediğim gibi, yıllar var ki, bir yenen çıkmamıştı Aşık Ahmet'i.

"Ama o da oldu günün birinde. Kahveye bir aşık geldi. Yarışmak diledi. İşe bakın ki, Aşık Ahmet rastladı ona. Yarıştılar. İyi bir yarış oldu. Saz çaldılar, söz alıp söz verdiler. Ve nice yılların usta sazcısı, osta ozanı Aşık Ahmet mat oldu sonunda.

"Aşık Ahmet, onurlu adamdı. Mat olunca, "Artık bu kentte durulmaz." deyip, kabını, kacağını bir ata yükledi, karısını üstüne bindirdi atın; oğlu Emrah'ı da terkiye koydu, sazı sırtına vurup düştü yollara...

"Ve az gitti,çok gitti, gele gele Erciş toprağına geldi. Erciş, öyle, güzel bir kasaba değildi. Hele Isfahan gibi bir kentin yanında köy bile sayılmazdı. Ama varsılı çoktu. Hele, Miroğlu Ahmet derler biri vardı ki, varsıllıkta, Çukurova ağaları kaç para!.. Aç doyurur; çıplak giydirirdi. Saza, söze de düşkündü. Adını duymasın bir aşığın; onu, kırk günlük yolda da olsa buldurur; konağına getirir, ağırlar, sazını, sözünü dinlerdi."

Eski ağalar böyleymiş; severlermiş aşıkları, özellikle de Hakk aşıklarını... Şimdilerde ağalar da bey olmuş; karışmış birbirine... Şehirler, köyler, kasabalar birbirine benzemiş neredeyse... O öyle "nam-ı şahsına münhasır" insanlar hepten azalır olmuş. İnsanoğlu azmış, hevesler, arzular hep bir kaba dolmuş sanki... Kendisi olarak yaşaması insanın, epeyce zora girmiş...

"Aşık Ahmet, Erciş toprağına ayak basar basmaz, işte bu saz söz düşkünü Miroğlu Ahmet'in ününü duymuş, onun evinin yolunu sorup öğrenmişti.

"Gelip, çaldı kapısını Miroğlu'nun...

""Çaldı" demem sözün gelişi... Doğruca Miroğlu'nun evine indi. Miroğlu Ahmet, sazı sırtında, atı, karısı, çocuğuyla bir aşığın evine indiğini görünce, çok gönendi. Hoş beş, on beş; nerden gelir nereye gidersinden sonra, iş anlaşıldı ki, Aşık Ahmet kendine yurt arar. O zaman Miroğlu, "Öyleyse aşık" dedi, "bundan sonra benim sazcımsın, benim sözcümsün. Sana tarla,takım, ev bark vereceğim. Bey gibi yaşar gidersin burda."

"Ve öyle yaptı Miroğlu. Dayalı döşeli bir ev verdi, tarla takım verdi. Böylece, Aşık Ahmet, Erciş'e yerleşti. Tarla tapan sürme, ekip biçmelerden artan zamanında, Miroğlu'na çalıp söyler oldu.

"Eksiği benim, artığı sizin. böylece aradan beş yıl geçti. Aşık Ahmet, saz koltuğunda, Miroğlu'nun konağına gider gelirdi. Emrah da artık, hacıya hocaya gidecek yaşa geldiğinden, okula verilmişti. Okusun da adam olsun diye... Her okuyan adam olsa iyi ya... Her neyse, orası bizi çokça ilgilendirmez. Biz Emrah'a bakalım. Dileyelim, okusun da adam olsun!..

"Emrah okula başladı ya, şunu bilsem, bunu bilsem diye bilsemeleri de başladı. Çocuktur, her şeyi bilmek ister elbet. Bu arada, babasının hafta yedi, ay otuz, sazı koltuğunda, gidip gelmelerini gördükçe, "Acep nereye gider?" diye düşünmeleri de başladı.

"Ve günlerden bir gün, babasının ardına düştü gizlice. Babasının, Miroğlu Ahmet Bey'in konağına girdiğini görünce, Emrah da, konağa girmenin yolunu aradı. Ve de girdi sonunda. Önce saklanmak istedi, ama baktı ki, girenin çıkanın bini bir para, saklanmadı. Baktı ki,divan kurulmuş, babası çalıp söylüyor. bir kıyıda durup, dinlemeye başladı. Babası onu görmüyordu ama Miroğlu gördü. Kimdir, neyin nesidir bu çocuk demeye kalmadı, Aşık Ahmet de gördü Emrah'ı... Ve de tanıttı, onu, Miroğlu'na; "Oğlum Emrah." diyerek..."

Böylece Emrah için yeni bir hayatın kapısı da açılmış oldu. Eskiden göçler az ve zor olurdu; ama hikayeleri çok uzun olurdu. Bakalım oğul Emrah ne eyledi:

"Emrah, bu tanışmadan sonra, Miroğlu'ndan başlayıp, orda bulunanların ellerini öperek bir köşeye çöktü. Çöktü ya, o sırada Miroğlu'nun, "Getirin benim sazımı da Emrah'a verin. Baba oğul birlikte çalıp söylesinler!.." dediğini duydu. Miroğlu, şakalaşmak istiyordu Emrah'la.

"Sazı getirdiler. Çok güzel bir saz. Süste süs, nakışta nakış, telde tel... Ucundaki püskülü ise altın işlemeli.

"Sazı getiridiler ya, Emrah ne bilsin saz çalmasını? Ama Miroğlu bir yandan gülüyor, bir yandan, "Aşık olanın oğlu da aşık olur. Verin sazı, çalsın Emrah!" diyordu da başka bir şey demiyordu.

"Verdiler sazı Emrah'a.

"Emrah, tezene tutmasını , tellere vurmasını ne bilsin!.. Daha, elini sazın tellerine dokundurur dokundurmaz, pat küt diye kopmaya başladı teller. Derken, dokuz telin dokuzu da koptu.

"Vay sen misin sazın tellerini koparan!..

"Aşık Ahmet, oğlunun bu beceriksizliğine öyle bir kızdı, öyle bir kızdı ki, iki tokatta Emrah'ın ağzından, burnundan kan getirdi. Emrah, neye uğradığını bilmeden, aldı başını kaçtı konaktan.

"Miroğlu ise, Aşık Ahmet'e demediğini bırakmadı. "Saz benim, istek benim, sana ne düşer*" deyip, hele, yanında bir çocuğa böylesine davranılmasını çok kınayıp, sazını koltuğuna tutuşturdu Aşık Ahmet'in, kovmadan beter etti. Aşık Ahmet, sus pus, evinin yolunu tutar olsun, biz gelelim Emrah'a.

"Baba tokatını yiyen Emrah, konaktan kaçınca, Erciş'in dışına çıktı. Bildiği bir çeşme vardı, onun başına geldi. Elini yüzünü yıkadı, burnuna soğuk su çekip akan kanı durdurdu. biraz kendine gelince, şöyle bir düşündü ki, yediği, ne de olsa, baba tokatı. "Bundan bir öğrenek çıkarmalı." deyip, az ötedeki bir ağacın gölgesine oturdu. böyle düşüne düşüne dururken, uyku ile uyanıklık arasında, daldı gitti.

"Daldı gitti ve de bir düş gördü."

Aşık Ercişli Emrah'ın düşünü ve sonrasını gelecek yazıya bırakalım. Bizler de sabreyleyelim dervişler misalince... Göreleim bakalım Aşık Ercişli Emrah düşünde neler görmüş ve düşten sonra neler yaşamış!..

"Aşık Ercişli Emrah ile Selvi''sini Ali Püsküllüoğlu'nun "TÜRK HALK ÖYKÜLERİ" kitabından yararlanarak buraya aktardım. Kitap Türk Dil Kurumu'nca 1982 haziranında yayımlanmış. Halkımızı dünden bu güne, yaşanmış gerçek halk öyküleriyle tanımak gerek. En güzel hayatlar, bu öykülerde çıkıyor karşımıza, ne zor şartlara karşın, acılar bal eylenmiş, büyük gönüllerce büyüklükler edilmiş... Hasretiz şimdilerde böyle hayatlara... Dünyayı gezsen ne fayda, bir dost ehli bulamadıktan sonra!..

"Gahi Arzu, gahi Kamber; gahi Aslı, gahi Kerem..." derdi, rahmetli Ümit Kaftancıoğlu, TRT'de halk öykülerini aanlattığı programlarında...

Biz de bugün hem Ali Püsküllüoğlu'nu ve hem de Ümit Kaftancıoğlu'nu anarak; "Gahi Emrah, gahi Selvi" dedik!...

Aşık olunca böyle aşık olunmalı... Ve hiçbir umut kırılmışlığının insanı olunmamalı...

Tekrarlayayım ki; yaşanmış her hayat en iyi hayattır; yeter ki, içinde kötülük olmasın!.. Kimseye, ama hiç kimseye kötülük etmeyelim!..

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..