Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Asıl amaç insanların denetimi

Asıl amaç insanların denetimi
 

İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde ahlak polisi, din polisi ve yoğun bir baskıyla insanlar denetim altında tutulmaya çalışılıyor. Batıda ise elektronik iletişimin denetimi, attığınız her adımı takip eden kamera sistemleri gibi uygulamalar var. Her iki sistemde de amaç otoritenin insanları denetim altına alarak pasifize etmesi. Doğu ağır tahakkümle, batı ise insanları hazza ve tüketime boğarak bunu yapıyor.

Bizim ülkemiz ise iki arada bir derede kalmış durumda. Bu sistemlerin yanlışlarından ders çıkararak ilerlemek yerine tamamen kul ve yaradan arasındaki meseleleri anayasamıza sokmaya çalışıyoruz. Doğu kültürlerinde bireycilik ön planda değildir. Özellikle İslam toplumlarındaki gelenekler ve ümmetçilik anlayışı bireyi adeta yok saymaktadır. 700 senelik Osmanlı zamanında da yetmişikibuçuk düvel bu anlayışla idare edilmiştir.

Osmanlı'nın yıkılmasında önemli etken olan Balkan milliyetçiliği ve panslavizm akımlarını körükleyen egemen güçlerin siyaseti olmuştu. Bu sürecin sonunda ilk harb-i umumi başlamıştı. Savaştan perişan halde çıkan ve Sevr ile fişi çekilen Devlet-i Ali Osmani tükenmişti.

Yüzyıllar boyunca tüm dünyaya hükmeden üç kıtada hakimiyet kuran bu süper gücün bu duruma nasıl geldiği konusunda tarihçiler hala araştırmalarına devam ediyorlar. Ancak biliyoruz ki, Osmanlı Devlet ricalinin ve çıkar odaklarının değişim ve reformlar konusundaki direnci, dünyadaki toplumsal değişimlerin tahlil edilememesi ve sanayi devriminin ıska geçilmesi sanırım oldukça etkilidir.

Üçyüz yıl boyunca matbaayı yasaklayan, kadını sosyal ve ekonomik yaşamın dışında bırakan, onlara söz hakkı dahi vermeyen bir yapıdan, kadınlara seçme ve seçilme hakkını birçok batılı ülkeden dahi önce veren çağdaş bir devlet anlayışına geçilmesini sanırım hazmedemeyen çevreler var. Bana öyle geliyor ki, dünyada ondokuzuncu yüzyılda egemen olan İngiliz siyasetini ikinci harb-i umumiden sonra devralan Amerikan emperyalizminin bu işte bayağı bir rolü var.

Ancak günümüzün dinamikleri çok farklı. Misal ben sıradan bir birey olarak düşüncelerimi ve yazılarımı buradan tüm dünyaya aktarabiliyorum. Bu otoriteler için ne kadar tehlikeli bir durum aslında. Baksanıza Afganistan'da internet üzerinden kadın hakları bildirgesini indiren bir kişiyi idama mahkum ettiler. İran'da ve birçok müslüman ülkede internet erişimi sansürlü. Sıkı bir kontrol mekanizması George Orwell'in 1984'ünde olduğu gibi insanları sürekli izliyor. Yakalananlar da anında cezalandırılıyor. Sokak ortasında ağzına tuvalet ibriği sokulmasından, idama kadar uzanan bir ceza hukukları var. Amaç sindirmek, bezdirmek, bıktırmak ve bu sayede iktidarlarını devam etirmek.

Sn. Başvekilin buyurduğu gibi ben de bir din alimi değilim ama bugüne kadar okuduğum hiçbir kaynakta, devr-i saadet döneminde bu tür baskıların uygulanmış olduğuna rastgelmedim. Peygamber efendimizin "dinde zorlama yoktur" hadisini her müslüman bilir. Peki öyleyse neden devlet eliyle insanları cebren ve baskı ile din odaklı bir devletin ümmeti yapabilmek telaşı? Sanıyorum ki Stalin'in tavukları gibi itaatkar ve sinmiş bir halk yaratabilmek için totaliter rejimlerin acımasız yöntemlerinden çekinen diktatör adayları bu amaçlarına din ve maneviyat gibi çok hassas kavramları kullanarak ulaşmak istiyorlar.

Korkarım ki bizim rotamız da bu yöne doğru kaymaya başladı. Son 30 yıldır siyasi rant ve oy için manipule edilen imam-hatip okulları ve türban meselesi bundan böyle iktidarı ele geçirecekler için önemli bir denetim ve idare aracı haline gelecek.

Bu toprakların kadınları bilmelidir ki, egemen güçler sizlerin bu hassasiyetinizden bi'listifade emellerine önce sizleri alet ediyorlar. Sonra sıra bu işe sessiz kalan, kendilerine dokunmadığı için umursamayan erkeklere gelecek. Çember giderek daralacak ve bireysel özgürlükler, eğitim hakkı vs. diye yutturulmaya çalışan bu süreç bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve iktidardakilerin çok daha yüksek erk ve kontrole sahip olmalarıyla bitecek. Nereden mi biliyorum? Tarih tekerrürden ibarettir. Ders alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?

Bilinen bir hikaye de olsa konumuzu güzel özetlediği için aşağıdaki fablı da yazımıza ekleyelim:

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını görür. Kendi kendine;
“İçinde hangi yiyecek var acaba?” diye düşünür.

Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında çok korkar.

“Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçede koşuşturur.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırır ve gıdaklar;
“Zavallı farecik... Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” der.

Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koşar;
“Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye çırpınır.
Domuz anlayışla karşılar ama; “ Çok üzgünüm fare kardeş, ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” der.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döner:
“Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” der.
İnek; “bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor” der.

Sonunda farecik, başı önde umutsuz bir şekilde eve döner. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anlamıştır.

O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardır. Minik farecik aç ve susuzdur. Tam yorgunluktan gözleri kapanacken birden bir ses duyulur. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından gelmektedir.

Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırlar ve mutfağa koşar. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edemez. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanmaktadır ve aniden çiftçinin karısını ısırır.

Çiftçi, karısını apar topar doktora götürür. Doktor, zehri temizler ve sarar. Eve dönerler ama kadının ateşi bir türlü düşmez. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu bilen çiftçi bıçağını alıp bahçeye koşar. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içerek biraz kendine gelir. Kadının hastalığını duyan komşular ziyarete gelirler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu keser.

Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gitmektedir ve birkaç gün sonra ölür. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yollar. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izler.

Benim bu hikayeden çıkardığım ders, "farenin derdini daha etkili anlatacak yöntemler" geliştirmesi gerektiğidir. Zira canını kurtarmış da olsa, koca çiftlikte tek başına yaşamak hoş olmasa gerek.

 
Toplam blog
: 9
: 1126
Kayıt tarihi
: 05.07.06
 
 

Tevellüdüm 1970, evliyim ve bir oğlum var. Nedense iflah olmaz bir muhalifim. Doğma büyüme İstanb..