Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '13

 
Kategori
Siyaset
 

Asimilasyon: Yozlaştırma kültürü

Asimilasyon: Yozlaştırma kültürü
 

Yozlaştırma sadece etnik değil! Daha tehlikelisi de var!


Asimilasyon kelimesi, bir farklılığın yok olması ya da yok edilmesi anlamında kullanılır. Siyasi kavgaların önemli konularından biri etnik asimilasyondur ama bu seferki konu biraz daha farklı. Bilinen bütün asimilasyonlardan daha güçlü ve daha yok edici etkileri olan bir olgu (değer ayrımı ya da farklılık) üzerine.

Bu olguyu tek bir isim altında toplamak gerekirse seçilebilecek en güzel tanım KÜLTÜR olmalı. Kültür, üretmek demektir. İnsan kültürü; başta ürün olarak kendi nesli olmak üzere tüm ürünlerini kapsar. Başka yerlerde de bunu belirttim:

“Kültür, üretmek demektir.”

Üretmek için ise iki şey gerekir: Birincisi akıl, ikincisi emek. İnsanlar, içinde bulundukları kalabalığın ortasında, çevrelerine baktıklarında gördükleri, duydukları ne varsa kültürdür. İşte, insan tarafından üretilen, bu kültür varlığının temel eğilimi yok olmamaktır.

Bu bile, yani “yok olmama eğilimi” bile bir kültürdür ve insanların üretim süreçlerini etkiler.

* * *

KÜLTÜREL ASİMİLASYON:

Kültür, üretmek demektir ama üretmek, kontrolden çıktığında artık kendisine şekil veren kültürün güdümünde olmaz. Bu durumdaki üretimi süper üretim teknikleri ile açıklayabiliriz. Süper üretim, çok fazla insanın ürünle buluşması gibi, insani bir amaca hizmet etme söylemi ile uygulanır. Asıl amacı: Çok fazla satıp, çok fazla kazanmaktan başka bir şey değildir.

Endüstriyel üretimin ve yüksek teknolojinin etkisi ile ürünlerin kaliteleri üzerinde sınırlar oluşturulunca üreticiler bunlara uymaya başladılar. Kalite standardı dediğimiz bu sınırlar, üretici için ürününde olması gereken özellikleri tanımladı.

Mesela, şu günlerde 500. yılına erişen Mimar Sinan ile bu günün mimarları ya da mimari standartlarını kalite yönünden karşılaştırdınız mı?

Şöyle düşünün, bundan 500 yıl sonra bu gün yaşayan bir mimarın eserlerine bakıp “müthiş!” diyecek birileri olacak mı? Ben söyleyeyim: OLMAYACAK!

Şaşırmayın, gerçekten de olmayacak! Çünkü bu gün yapılan hiçbir ‘eser’ 500 yıl sonra hatırlanmayacak! Nasıl hatırlansın ki? Bu gün yapılan eserlerin en dayanıklısı bile çoktan yok olmuş ve üzerinden 400 yıl geçmiş olacak!

            Çünkü bu gün STANDART diyerek yapılarda yasayla şart koşulan BETON, ÇELİK, PLASTİK ve diğer yapı elemanları kendi ‘ekonomik ömürlerini’ kaybetmiş olacak!

            Bu durumda 20. ve 21. yüzyıllara ait hiçbir yapının 25. yüzyıla ulaşması düşünülemez! Öyleyse bu dönemde eser üreten bir mimar için kimse “müthiş” demeyecektir diyebiliriz… Bunun tek nedeni son 150 yılda üretilen mimari eserlerin planlı ve organize bir asimilasyona tabi tutulmasıdır! Üstelik bütün bunları, iyileştirme, güzelleştirme, kalite ve standardizasyon adı altında yaptırıyorlar! (Tabii, bir de ‘ekonomik’ olduğu yalanını unutmamak gerekir.)

            Şunu da belirtmek gerekir: O güne kadar insanî(!) bir kasıt ya da tepesine göktaşı düşmesi gibi bir belâ ile karşılaşmaz ise Mimar Sinan’ın eserlerine halâ “müthiş” denilecek!

* * *

TOPLUMSAL AMAÇ VE HEDEF?

            Toplumların amaç ve hedeflerinin olmamasının iki nedeni var: Toplumun bütün bireyleri hedef belirleyebilecek duruma gelemez. Bu işi toplum içerisinde birileri yapar. Bunlar toplumsal sistemleri programlayan tasarımcılardır. Bu tasarımcılar çeşitli bireyler için çeşitli hedefler ve bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak eylem planları yaparlar. Ama hedefleri belirleyecek tasarımcıların olmayan hedefleri hayal etmesi ve geleceği programlaması için öngörüler ve tahmini yakın gelecek projeksiyonları icat etmesi gerekir. Yani daha olmadan gerçekleri görüp toplumu buna hazırlayan kılavuzlar geliştirmelidirler.

            Bu tasarımcılar, kendi gelecek vizyonlarını kendileri geliştiremiyorsa gelecek vizyonları olan başka toplum ve bireyler onlara kılavuzluk eder. Bu durumda tasarımcı gelecek tasarımını başkasının hayallerine göre kurgular.

            Örneğin; okullarını, hastanelerini, yollarını, şehirlerini en fazla 30-40 yıllık geleceğe göre planlayan bir ülkede 100 yıl sonrasını düşünmemenin tek bir nedeni vardır:

            100 yıl sonrasını umursamamak! Bu yüzden 16. yy’da yapılan köprüler ayakta dururken, 15-20 yıllık köprüler ilk selde çöküyor.

            Bu umursama meselesi; çevreyi kirletmek, tarım alanlarını katletmek, sanayi diye tekstil boyahanelerini köyden gelmiş, eğitimsiz gurbetçilerle doldurup, -utanmadan bir de bunlara ‘sanayi işçisi’ deyip,- toplumla alay etmek... Hep aynı günlük planlamanın sonuçlarıdır.

            Eğer bu ‘plancılarda’ kasti bir gayret aranmıyorsa, bunun tek nedeni: Yaşanan kültür asimilasyonunun kurbanı, yozlaşmış beyinlerinin daha iyisini yapabilecek seviyede olmadığının bilinmesidir!

* * *

GENETİK ASİMİLASYON:

            Mesela, GDO! Evet, GDO! İşte, bu şey terörden önemlidir! Sakın ha, kalkıp da, “tövbe-tövbe bu da ne diyor” diye şaşırma hallerine girmeyin! Terör, ülkemiz, son 30 yılda, en az 40 bin can aldı. Eğer GDO, keyfi ve kontrolsüz şekilde tohumlarımıza, tarlalarıma, üretim süreçlerinin ve soframıza girerse; yakın bir gelecekte en az terörün 30 yılda aldığı kadar canı bir yılda alacak! Dahası da var: GDO, yaygınlaşarak doğal tohumlar yok olur ve artık GDO’lusundan başkasını üretme şansımızı kaybedersek; bu süre daha da kısalır!

            Nasıl mı?

            Terörün 30 yılda aldığı canı bir yılda kaybederek başlarız…

            Sonrasında bu sayıyı bir ayda kaybederiz ve FARK ETMEYİZ!

            Acı olan da bu: Fark etmeyiz! Nasıl olur canım, o kadar ölümü fark etmez mi insan diyenleri duyuyorum: Evet, fark etmeyiz!

            Bu ‘öngörüde’ belirttiğim ölüm kadar (hatta biraz daha fazlası) sigara müptelalığı yüzünden, trafik terörü yüzünden yaşanıyor… Gıkımız çıkıyor mu? HAYIR!

            Aynı şekilde GDO yüzünden ölürken de GIKIMIZ ÇIKMAZ!…

            Bu aralar, hep GDO haberleri duymaya başladık. Tekirdağ, Manisa, Mersin illerinde yakalanan GDO’lu ürünler hakkında haberler var. Sakın ha, “bak işte yakalıyorlar” diye düşünmeyin! Aslında bunların klasik ‘cambaza bak!’ dümeninden başka bir şey olmadığı ortada. Dünyada; özellikle soya ve mısır üzerinde odaklanan GDO terörü yüksek kapasiteli, (yani ‘endüstriyel’) üretime müsait ne kadar tür varsa hepsinde uygulanacak…

* * *

ASİMİLASYONUN “AĞABABASI”:

            İnsan, kendi varlığını, çevresindeki varlıklara borçludur. Onlar sayesinde hayatını sürdürür. Bu borçluluk listesinde karıncadan, kelebekten tutun da en gereksiz gibi görünen mikro-organizmaya kadar hak sahipleri vardır. Buna ‘denge’ diyoruz ama hesabının ucunu kaçırdığımızı unutuyoruz.

            2000’li yıllarda teknolojinin, adları zor telaffuz edilen çağlarından birinden çıkıp diğerine girmekle uğraşırken bir anda hiç de aklımızda yokken karnımız acıkıyor ve ‘teknolojisi’ binlerce yıldır değişmeyen, entel deyişi ile ‘banal’ diye tarif edilen, aslında ne kadar evrenselleştiğini fark edemediğimiz yemeklere yumuluyoruz. Evet, yumuluyoruz. Ama halâ, uzay filmlerindeki gibi bir hapı çıkmadığı için değil! Öyle alışageldiğimiz için. Tavaya biraz zeytin yağı koyup iki yumurta kırıyoruz… Ekmeği üç parmağımızla dürüp yumurtaya banıyoruz ve o anda bütün entelliğimiz madara oluyor.

            Bizi seyreden bir sosyete mensubu varsa, bu halimizi görünce neler düşündüğüne de eminim:

            “Mağra insanının barbar günlerine dönüveriyoruz…” Çünkü özümüz o!

            Dilimize şekil vermeye çalışan dilbilimci akademisyenler gibi; yaşamımızı düzenlemeye çalışan toplum mühendisleri gibi; genlerimizi şekillendirmeye çalışan çatlak bilim adamlarına kadar hepsinin bilmesi gereken şey şudur:

            BİZ İSTERSEK!…
            Hep sevgi ile kalın.

            Murat SEVGİ
            http://twitter.com/muratsevgi  
            murat.sevgi@hotmail.com

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..