Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk: Boş bir Buzdolabında ısınmaktır..

Aşk: Boş bir Buzdolabında ısınmaktır..
 

Gözlerine bakıyorum. Aklım başka bir şeye çalışmıyor. Bir şeyler yapmalıyım ama hemen! '' Sinemaya bilet aldım diyorum iki kişilik. Benimle gelir misin?'' evet deyip gidiyor. Olduğum yerde metroda bekler gibi kalıyorum. Suratımda şapşal bir mutluluk.

Eşim yıllar sonra '' gerçekten bilet almışmıydın sinemaya ? diye sordu.'' - Yok canım, almamıştım dedim. Aklım hemen ilk o kısmı uydurmuştu.

Aşk, insanın insanda kayboluşu. Teslimiyetimiz tüm cephanelerimizle, cephelerimizle, şehirlerimizle. Tüm yanaklarımızı dönmemiz, kısık ateşte yanmamız, yanarken neşeyle ağlamamız. Aşk; vazgeçmek fetihlerden, yıkmalardan, dökmelerden. Sütün en ılığı, en tazesi, en güzel kokanı. Gece bir vakit adamı İzmir otobüsüne bindiren sebepsiz. Gözlerini açmak ve neredeyim demek bir sabah.. Uyanınca aklına ilk onun gelmesi. Parmakları olduğuna şaşırman, ayakları olduğuna şaşırman.. Diş fırçasına traş köpüğü, yüzüne saç jölesi sürmen , aynada deli gibi gülen sen.

Askerden gelmiştim. Kısa dönem yapmıştım aşk için askerliği. Bir an önce evlenmek için. Evlenmek ama iş yoktu ortada henüz. Ben Antalyada eşim Eskişehir'de bekliyorduk. Neyi bekliyorduk? Godot'un gelmesini muhtemelen. İş yoktu, sınavlarda araya koyacak torpil yoktu, geceler çok uzundu.

Sonra kararını ver dedi benimkisi. Ya evlenir İstanbul'a gideriz ya da öyle hindi gibi beklersin. Hindi gibi beklemek! Yaptığım tam da buydu. Delilik ile akıllılık sınırında bir sahil koruma memuruydum. Karar verildi, herkes ikna edildi ve düğün için gün alındı. 1999 yılının Ağustos ayının 28'i.

Evlenecektik ve ondan sonra saldıracaktık hayata. Ey İstanbul! Aç kucağını ben geliyorum diyordum. Elimde bir çakı devlerle dövüşmeye çocuklar gibi heves ediyordum. Derken en kötü şey oldu. Ülke güne, 7.4 şiddetinde depremle uyandı. Taş taş üstünde kalmamıştı. Moralsiz, mutsuz bir dünyada evlendik o ay.

İstanbul'a gelince işler yolunda gitti. 7 yıllık iş tecrübem işe yaramış Büyük bir bankada Satış Müdürü olmuştum. İyi kazanıyordum. Hatta ilk maaşımı alınca ''şirket şakası'' olabilir diye sağdan soldan kolaçan etmiştim durumu. Müdürler gerçekten bu parayı alıyordu. Deli gibi çalışıyordum, 130 kişiyi yönetiyordum, ekipleri eğitime alıyordum, su gibi akıyordu günler. Hayat bir senfoni gibiydi , şehrin ışıkları harikaydı, sevdalımdı hayat.

Sonra bir gün... Akşam vakti ... İşşiz kaldım. Bankaya el kondu. Meşhur '' 2001 krizi'' vurdu ülkeyi. Vururken benim arkamdan da çıkıverdi bir eli. Elimde bir çek, arkamda çalıştığım ekiplerimin alkışları, kumbarada biriktirir gibi biriktirdiğim umutlarım hepsi arkamda kaldı. Yavaşça sürüdüğüm ayaklar evimin merdivenlerini çıkarken, artık işsiz kalmıştım.

Kimseye derdimizi belli etmedik, uzun süre. Annelerden, babalardan da para almadık. Kardeşim Kıbrıs'ta yedeksubaydı var paramız dedim, sen kendine bak. Para yoktu aslında. Köşeye laf olsun diye konmuş her kuruş eriyordu. Eskiden aklıma bile getirmediğim masraflar, gelen faturalar beni sinirlendirmeye yetiyordu. Doymaz bir iştahla emiyordu şehir köşeye koyduğumuz kuruşları. Sonra deniz bitti. Kirayı ödeyecek paramız kalmadı. Ev sahibi Almanya'da oturuyordu. Derdime düşsün istemedim , '' bak dedim iki ayı beraber ödeyeceğiz, burada durumlar kötü.'' Tamam dedi. Bir sonraki ay hızla geldi. Uzun geceler sabaha uzanıyor, küllükler daha bir dolup taşıyor, aklım omzuma oturup ağlıyordu. Kafamda İstanbul'u terk edip, suratına da bir tokat atıyordum. Ellerim kirlenmesin diye eldivenlerimi çıkarıp öyle vuruyordum üstelik İstanbul'a.

İkinci ayın kirası da gelince.. Eşime Bilgisayarımı satacağımı söyledim. Bir bacağı eksik kediye bakar gibi baktı eşim. Sonra yüreklendirmek için'' daha iyisini alırız, eskimişti zaten dedi.'' Sarıp sarmalayıp makinayı, sokağa attım kendimi. Taş gibi makinaydı, eskimemişti, teselli edilmiştim aslında. Tam da iki kira parasına sattım bilgisayarı. Ben iyi pazarlık ettiğim için değil. Adam öldüme almak için o fiyatı vermişti. Bana o an büyük bir para gibi gelmişti ne bileyim?

Buzdolabı boştu, aklım boştu, inancım boştu. Ordular şehirlerime girmiş, sınırlarımı ezmiş, güvenimi öldürmüştü. Evden çıkmak, televizyon seyretmek, birşey yapmak istemiyordum. Aşk bacadan gidivermişti. Her şeyden alınıyor, her şeye bozuluyor, kafamda bir revolverle geziyordum. Kafam bozuldukça ateşliyordum kendime üstelik. Aşk giderken neleri yanında götürmüştü bilmiyorduk. İçimde büyük bir boşluk vardı, gittikçe de büyüyordu.

Sonra bir gün küçük bir sarman yavrusu bulup eve aldım. Şansım döndü, hayat döndü, panayırın ışıkları yandı. Sonra kendi kendime dedim ki; Aşk: Boş bir Buzdolabında ısınmaktır.

 
Toplam blog
: 187
: 1260
Kayıt tarihi
: 02.10.06
 
 

İyiye ve güzele götürmeliyiz Dünyayı. Sürekli daha çok kazanmak, daha yukarıdan bakmaya çalışmak,..