Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

Aşk: ölümsüzlük arayışı

Aşk: ölümsüzlük arayışı
 

İnsanın “ölümsüzlük arayışı” içinde doğmuştur aşk ve sanat.

Bazen hafiften eflatuna ve mora dönen gökyüzünden ansızın indiriveren bir yağmur altında kaçmış, sevgilinizle sizi koyu yeşil bir şemsiye gibi saklayan bir çam ağacının altında hayatınızın ilk gerçek öpücüğünü alırken; bazen unutulmaz bir aşkın yaralarını sarmak için sığındığınız bir deniz kıyısında mavi denizi yara yara ilerleyen beyaz bir vapurun güvertesindekileri izlerken hissedersiniz sonsuzluğu.

Kim bilir, belki de sizi ürperten bir şarkının, bir filmin orta yerinde...

Bana kalırsa, sanatçı, “mucize ve uykucu” gibi, sonsuzluğa bir kere olsun dokunabilmenin büyüsüyle de yaratır eserini.

Sesinin, tavrının, çizgisinin, görüntünün sonsuzlukta yankılanmasını ister.

Ölümü böylece aşabilecektir...

Bulunabilmiş en eski yazılı metinlerin en önemlilerinden biri olan Gılgamış Destanı dahi, ölümsüzlük arayışını, bu arayışın yolculuğunu anlatır.

Gılgamış, M.Ö. 2000 yıllarında Sümer-Akad-Babil uygarlığının ünlü çivi yazısıyla tabletlere yazılmış, dünyanın ilk doğal destanıdır. Bu destan, uzun, epik bir şiirdir aslında. Tanrılarla yarışın öyküsüdür... Gılgamış, Uruk Kenti’nin beyidir, yarı Tanrı, yarı insandır. Sonsuz yaşamı aramak için çıkmıştır yola... Yolculuk boyunca her yerde, büyük bilgenin söylediği ölümsüzlük ağacını arar. Lübnan’daki Sedra Dağı’nda Humbaba deviyle, gökten inmiş kanatlı bir boğayla, sonra da akrep adamlarla savaşır; hepsini tek tek yener. Ölümsüzlük ağacı uğruna ömrünü verir. Ancak aradığını hiçbir zaman bulamaz.

Gılgamış’ın bile bilmediği bir şey vardır ama...

Bana kalırsa, Gılgamış’ın kendisi bir insan olarak ölümsüzlüğü bulamamıştır ama yolculuğu ve bunun destanı, “ölümsüz”leşmiştir!

İşte büyüleyici paradoksta buradadır... Sonsuz yaşamı ararken, sonsuzluğun, “arayışın” kendisinde olduğunu bilmek!... Ne kadar şaşırtıcı değil mi?...

Ölümsüzlük, yüzyılların içinden taşıyıp kulağımıza fısıldadığı efsanedeydi.

İçimizdeydi.

Tıpkı Can Dündar’ın anlattığı “simurg”un hikâyesi gibi...:

“Simurg, bir masal kuşudur.

Uzun boynunda beyaz bir halka bulunan, safran tüylü, güzel sesli, insana benzer kocaman bir kuş...

Kuşların sultanıdır.

Kaf Dağı’nın ardında yaşar.

Efsaneye göre, kuşlar, sultanlarını bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün...

Yol uzun, yolculuk zorludur.

“Aşk Denizi”nden geçerler önce...

“Ayrılık Vadisi”nden uçarlar...

“Hırs Ovası”nı aşıp, “Kıskançlık Gölü” ne saparlar...

Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalar, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopar sürüden...

Kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle...

Yolculuk bittiğinde, Kaf Dağı’nın ardına sadece 30 kuş varabilmiştir.

Sultanları Simurg’u bulamazlar orada...

Sonunda sırrı, sözcükler çözer:

Farsça “si”, ”otuz” demektir.

...”murg” ise “kuş”...

“30 kuş”, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir.

Ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

Çoğu mitolojik destan gibi, “Simyacı” da, bu “kendinin efendisi olma” bilincini anlatır aslında...

Mısır piramitlerinin eteklerinde hazine arayan Endülüslü çobana Simyacı’nın dediği gibi, “Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir.”

Saklı hazineyi, vurulduğu sevgiliyi, kaybettiği ülkeyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip yaman engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur bu destanların Kaf dağlarında...

Ve sonunda “kendi hazinesi”ni bulur...

Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.”

İşte böyle hikâyeler, destanlar, masallar, insanı sonsuzluğa taşır...

Onlarla kanatlanmaya başlarsınız... Dünyanın en değerli şeyi bir altın damarı değil, bir çift kanattır.

Her kanat, özgürlüğü ve sonsuzluğu hatırlatır...

Sanırım hepimiz, bizi sonsuzluğa taşıyacak o kanadı arıyoruz.

Sanırım hepimiz, âşık olmanın ve ayrılmanın, sevmenin ve acı çekmenin, yaşamın ve ölümün, anın ve sonsuzluğun yürek çarpıntılarını, bazen bir şarkıda, bazen bir filmde, bazen bir şiirde buluyoruz.

O yankı genişleyerek, bizim de yankımıza dönüşmeye başlıyor.

Şimdi biz de biliyoruz ki, ölümsüzlük “içimizde”... “Yaptığımız yolculuğun” kendisinde... Tıpkı sanat gibi, tıpkı aşk gibi...

Ölümsüzlük aradığımız yerde olmayabilir ama aramaya kalkıştığımız özgürlük, bizi ölümsüzleştirebilir!

Aşkta “mucize ve uykucu” yan yanadır. Aşk, üçüncü danstır.

Aşk, ölüme karşı, sonsuzluğun dansıdır...

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..