Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk: Paylaştıkça artan tat!

Bu gün çok samimi bir arkadaşımla dertleşiyoruz. Mesele evliliğe giden ilişkiler... Kafası biraz karışık. Yaklaşık 10 yıldır birlikte olduğu erkek arkadaşı ile çok talihsiz bir olay yaşayarak ayrıldılar. Demek ki 10 yılda olsa, sizin için ne kadar özel de olsa ilişkilerde güven sağlanamayabiliyormuş... Demek ki tanımadığınız biri kız arkadaşınıza askıntı olduğunda siz 10 yıllık hayat arkadaşınızı bir kalemde silebiliyormuşsunuz. Üstelik arayıp nedir bu işin aslı demeye gerek bile görmeden... Bunu o sinir hali ile tüm çevrenize anlatıp eski kız arkadaşınızın şerefsizliğine kadeh kaldırarak işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale getirebiliyormuşsunuz.

Peki ilişkilerde böyle çirkinlikler yaşanırken aşk nereye gizleniyor? Bu ve benzer durumları yaşayan o kada çok insan var ki ben de dahil... Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var. Aşk başa bir kere gelmiyor... Aşk her ölüşünde farklı bir vücutta, farklı bir kişilikte rearnkarne oluyor. Kimisinde daha güçlü kimisinde daha zayıf, kimisinde heyecan, kimisinde huzur ve güven olarak. Ama aşk hayattaysa, kalbinize öyle bir yerleşiyor, hücrelerinizi öyle bir hapsediyor ki ikinci bir aşka yer olmuyor... Aşk gelince diğer tüm duygular ya gidiyor ya da biat ediyor.

Aşk kadının kalbinde büyüyorsa, her bakışta sevgiliye duyulan anne korumacılığını da görürsünüz. Bir erkeğin kadına en büyük ihaneti – ve kendine yapabileceği en büyük kötülük- kıskançlık ile boğulmuş, güven temelinden yoksun bir ilişki ağı kurmak bence. Sabrı ve aşkı zamanla tükenmiş kadının içinde kaldığı ikilem ilişkiye verdiği yılların kaybının mı yoksa yeni bir başlangıç için harcayacağı çabanın mı daha büyük olacağıdır. En azından ben ve talihsiz dostlarım için (malesef sayımız hiç de az değil) durum bundan ibaret...

Biraz iğneyi kendime batırmak gerekirse, ilk kalp çarpıntım ile ilgili hatırladığım ve kulağıma küpe olan en önemli şey, “ben papaz hayatı yaşamıyorum” diyen bir erkeğe, şehirler arası ilişki yürüttüğünüz için yanında olamamanın verdiği eziklikle, “erkektir, ihtiyaçları var mutlaka, ama benim yerim başka” polyanacılığını oynamanın sonraki ilişkilerinizde kocaman güven çukurları açacak bir hata olduğudur. Sağolsun yakın erkek arkadaşlarımın gönlü benim bu polyanacılığıma razı olmadı ve aşık erkek ile aşık kadının ilişkilerinde özveri yönünden eşit olması gerektiğini böylece öğrendim...

İnatçı bir karakter olarak ne öğrendiyse yaşayarak öğrenen, dizleri gibi yüreği de yara bere içindeki bireylerdenim... Bundandır ki çivi çiviyi söker mantığı ile hareket ederek bir aşkı diğerinin katili ilan edip, izlerini silmeye çalışmanın ne büyük bir hata olduğunu da öğrenmiş bulunuyorum. Üstelik daha büyük ve dahim vahim bir aşk ile. Oysa ki çivi olarak en iyi anlaştığım arkadaşımı, çocukluğu ve idealleri bana paralel olan dostumu seçmiştim. Yalnız onun da bir kalp sızısı olduğu gerçeğini atlayıvermişim! Bu aşk ilişkisi arkadaşlık ile sevgililik arasında öyle gitgeller yaşadı ki bitti mi, başladı mı, var mıydı derken daha bi melankolik olup çıkıverdim... Ama ben yaşadıklarında ders alan biri olarak aşkın ısmarlama mantık kuralları ile yaşanamayacağını, mantığın bitip de kaçan kovalanır kurallının geçerli olduğu anda aşkın en koyu şekli ile doğduğunu nihayetinde öğrenmiş bulunuyorum...

Şimdi evliliğe giden ilişkimde ise sanırım tanrı benim tamahkar tavrımı cezalandırıyor. Öyle bir sınavla sınıyor ki, dünyanın en mükemmel aşığı ile sütten ağzı yanmış, babana bile güvenme düsturuna bel bağlamış iki insanı bir bedende toplayıvermiş, bana nasip görmüş efendim... Dürüst, güvenilir, sadık, çalışkan, yakışıklı, aşık ve kıskanç bir erkek. Bir kadının aradığı huzur dolu yuvanın bir anda cehenneme dönmesine neden olabilecek tehlikli bir birleşimdir bu. Aradığınız güven, huzur, sevgi dolu sıcak bakışlar, aşk dolu kucaklamaların arkasına gizlenmiş bir canavardır kıskançlık. En olmadık anda hortlayıverip sizi böyle yazmaya sevk eder işte. Cıvıl cıvıl bir ses ile açılan telefon uykudan yeni uyanmış nişanlınızın şeytanı olup, tüm neşenizi kaçırabilir. Bu birleşimin tipik dışa vurumlarından biri de geçmişin kurcalanmasıdır. O sinir harbi ile pek müstakbel eşiniz sizi yalancılık ile suçlayıp, geçmişte benzer krizlerde yanlış anlayıp sizin yeminlerle, gözyaşları ile düzelttiğiniz benzer durumları ısıtıp önünüze koyuverir... Şimdi sizi zor bir karar beklemektedir: bu evcimen, aşık, sadık ve ten uyumu mükemmel erkek kıskanç ve güvensiz olduğu için terk edilmeli midir? Bu hayat sizi ne kadar zorlar? Ne sıklıkla bu problem yaşanır? Evlenince düzelir mi? Ya çocuk olunca? Peki 10 yıl geçse? Sorunun cevabı yanı başındaki arkadaşınızın 10 yıllık ilişkisinde ve evli arkadaşınızın hıçkırıkla karışık buğulu sesinde gizlidir ama siz kendi erkeğinizin mutlaka değişeceğine inanmak istersiniz.

Şimdi yapmanız gereken oynayacağınız role karar vermektir: mutluluk oyununu sürderecek, umudunu kaybetmeyen Polyanayı mı, yorgun ve yalnız Redkit’i mi yoksa yaralarını sarıp yeni maceralara hazır, örnek dünyaüstü varlık Süperman’i mi oynamak istersiniz?

 
Toplam blog
: 5
: 702
Kayıt tarihi
: 07.03.08
 
 

1983 İstanbul doğumluyum. Üniversitede aldığım İstatistik eğitimi üzerine bir pazar araştırmaları fi..