Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Aşk ağlatır; dert söyletir...

Aşk ağlatır; dert söyletir...
 

Yaşamak, insanoğluna hediye edilmiş bir şanstır... Değerini bilene... Ya yaşamak olmasaydı nice olurdu halimiz ?

Nerede görecektiniz bu güzelim mor menevşeleri... Nereden bilecektiniz Fahriye Abla şiirini...

Size kim gösterecekti sevda yüklü katarları... Ya yavru bir ceylanın sekişini... Martıların denizle olan oynaşlarını...

Sevdiğinizin ölümündeki inanılmaz acıyı nasıl tadacaktınız... ''Ölüm Allah'ın emri , şu ayrılık olmasaydı'' demeyi..

''Seni sevda çiçeğim tac-ı serim... Bilsen seni nasıl severim'' derken atan bir kalbimiz olduğunu nasıl anlayacaktık?

Ataol Behramoğlu'nun duygularını anlamak için yaşamak gerek...

''Ben ölürsem akşamüstü ölürüm.
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm.
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer.
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar.''

Diyerek ''Kavanoz dipli Dünya'yı'' parçalara ayırmak için, duyarak ''Yaşamak '' gerek değil mi?

İnsan , içine güneşleri doldurmayı bilmeli....Gam yağmurları içine aktığı zaman ''İşte ben de varım'' diyebilmeli...

Abdurrahim Karakoç'un yalvarmalarındaki gizemi nasıl tadacaktık...Gelmeseydik bu dünyaya...Her şey ''Aşk ''içindi halbuki...

''Çileyi koklayıp gül niyetine,
Zindana girersen beni de çağır.
Sabrı, kanaatı bal niyetine
Ekmeğe dürersen beni de çağır.

Bazen iki dünya sığar içime,
Bazen iki güneş doğar içime.
Bazen gam yağmuru yağar içime
Sen beni ararsan, beni de çağır.

Dostların var ise divanelerden,
Göz yaşın aktıysa minarelerden.
Binlerce senelik viranelerden
Bir şeyler yorarsan beni de çağır.

Ezelin ezelden öncesi vardı,
Yine sonsuzluktur sonsuzun ardı.
Zaman yumağına bizi kim sardı?
Aklını yorarsan beni de çağır.

Dışarda göz yanar, içerde yürek,
Taahhüt ehline tahammül gerek.
Mazlum yarasına merhem diyerek
Göz yaşı sürersen beni de çağır.''

Şairin ezik söylemlerinde, bir damla süzülen gözyaşının ilaç olabileceğini;dünyanın yaradılışının amacının sevgi üzerinde şekillendiğini nasıl anlayacaktık...

Halbuki herşey sevmekle başlamamış mıydı ? Tanrı bize hırsından mı yaratmıştı, bu evreni ? Sevmeden bir şey yoktan var edilebilir miydi?

Ve de ne kadar da kısa bir ömür vermişti...Az bulunan şeylerin değerini bilmeliydik...Kimi bu dünya bahçesinin çiçeklerinden balını aldı uyanıkçasına...Kimi de kısa zaman incilerini ''Yatırımla '' geçirdi...

Herşeyi yanlış algılayarak...Ve hiç ''ertelenmemesi gereken sevgilerini'' acemice, enayice hep erteledi durdu...

Gizli bahçelerinizde açan çiçeklerinizi neden paylaşmadınız...Başka bir dünya mı var sandınız ?

Dünya işte bu kadardı yumruğum kadar...Ve kalbiniz de kendi yumruğunuz kadar...

Behçet Necatigil gibi pişmanlıklarımız olmadan , yaşamak ne kadar güzeldi...

''Sevgileri yarınlara bıraktınız
cekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.

bitmeyen işler yüzünden
(Siz boyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı

siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi soylemek.
yılların telaslarda bu kadar cabuk
gececeği aklınıza gelmezdi.

gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı .''

İşte vakit daraldı...Takvimde yazım, baharım kalmadı demeye başladınız...

''O tarakta bezim kalmadı'' dediniz mi ? Eğer ''Sevgi ''içinse söyleminiz....''Sonun başlangıcı gelmiştir ''artık...

Ama her yaşın ayrı bir tadı; her ''Tip kalbin'' bir ''Sevgi kredisi ''vardı...

''Su gibi sevgiler vardı da ben mi içtim ?'' diye kahretmek için gelmedik bu dünyaya...

Oysaki şimdi, huzurevlerinde ''ne aşklar yaşanıyor bilir misin arkadaş ? ''

Hem de Leyla -Mecnun'u kıskandırır billah !..

Ama ''Unumu eledim...Astım '' diyenlere yoktur sözüm...

Cemal Safi'nin kalbini inciten güzeller...Her nerede yaşatılıyorsanız çıkın ortaya...Bakın sizlere sesleniyor...

''GÖNÜL
Ben sana uymazsam ağrımaz başım,

Sayende gülecek yüzüm yok gönül.

Nereyi yıkmadı benim gözyaşım,

Nerede hıçkırık izin yok gönül.

Yeni bir afet mi girdi düşüne?

Hadi Allah versin çek git işine,

Bir fettan gözlünün düşüp peşine,

Derbeder olmaya luzüm yok gönül.

Ne bana cilve yap, ne yalvar yakar,

Yerimde kim olsa usanır bıkar,

İstersen karşıma huriler çıkar,

Vallahi billahi gözüm yok gönül.

Son diye söz verdin her seferinde ,

Vefa yok , ne Aynur, ne Ayfer’inde,

Hayırsız Nur’unda Nilüfer’inde,

Emelim , özlemim, arzum yok gönül .

Seni çöle çevirmeye mahkumum,

Ne bir gülüm olsun, ne bir zakkumum,

Çoktandır başladı , yaprak dökümüm,

Takvimde baharım, yazım yok gönül.

Nerede görülmüş , güldüğüm nerde,

Nerede başımı sokmadın derde,

Her aşkta hüsranla kapandı perde,

Artık o tarakta bezim yok gönül.

Kapandı sevdanın dönemi bence,

Kalmadı Leyla’nın önemi bence,

Gene mi özendin gene mi gence,

Sana söyleyecek sözüm yok gönül !..''
..............

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..