Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk beni geçer!

Aşk beni geçer!
 

Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor
Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde
Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş
Dağları iyi biliyor, nehirleri de

Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer
Serin su başlarında dinleniyorken bile
Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem
Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum
O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben?

Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş
Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o
Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe
Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken
Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin
Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem
Elbet aşk beni geçer
Tren rayların üstünden

Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik
Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden
Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip
Ben iki teleği yanyana getirmişken

Aşk beni bir daha geçer
Tren raylarının üstünden [*]

Böyle diyor Abdülkadir Budak bir şiirinde... Aşk hepimizi geçmiyor mu hakikaten? Aşkın bacakları bizden uzun ve aşk bizden hızlı mı?

Aşkı iyice anlamamız için, önce "âşık olma" halini incelememiz gerekir. Ne demektir aşık olmak? Francesco Alberoni'ye göre, "ikili bir kollektif hareketin doğuş durumudur." [1] Bu tanım bize güzel bir eşik hazırlıyor. Zira aşk, gizemini ve anlaşılmazlığını, insan ilişkileri paralelinde kursa da, hepimizin dolaylı ya da dolaysız olarak öznesi olmamızdan dolayı, bizi de içine alır.

Âşık olmak, kişinin kendini ve benliğini, aynı zamanda kendi olarak gördüğü "ötekini", yeni bir biçimde ortaya koymak; psikolojinin, sosyolojinin ve hatta ekonomik-politik vurgunun, sanatın yeniden üretilmesidir.

Aşk devrimcidir. Bu nedenle âşık olmak, "ne gündelik bir olay ne cinselliği yüceltmek ne de bir hayal kuruntusudur."

Her aşk, âşıklarını getirirken, aynı zamanda özgünlüğünü de belirler. Parmak izleri yalnızca ona aittir. Ancak aşık olmak, sözle anlatılmayan, ilahi bir olay da değildir.

Âşık olmak, tarihteki büyük kollektif hareketler gibi içinde patlayıcı dinamikler taşır. Bu dinamikler tıpkı Fransız Devrimi'ndeki gibi içimizdeki gücü serbest bırakan türdendir. Ortaya çıkan dayanışma, birlik, yaşama sevinci ya da umudu, yenilenme, kuruluş arzusu hakimdir. Yine de aralarında temel bir fark vardır: Büyük kollektif hareketler kalabalık bir grubu aittir ve diğer bireylere de açıktır. Bu ideal, herkesi yanına çağırır ve ufku belirler. Oysa ne denli kollektif bir hareket olursa olsun, aşk yalnızca iki kişiliktir. Edgar Morin, "Aşk, Şiir, Bilgelik" adlı kitabında şöyle der: "Arzu, ilk aidiyet budur!" [2] Çünkü söz konusu aşk olunca, aidiyet ufku yalnızca ikik kişiyle sınırlıdır.

İki ayrı, birbirinden bağımsız bireyi önce tanıştırıp, bir araya getiren, sonra da bütünleştiren, tamamlayan, "bir" kılan bu bağdır. Bu abğ, hem toplumdan önce, hem de sonradır.

E. Durkheim kollektif hareketlilik durumlarını incelerken şunları yazar: "Bunlara maruz kalan insan, kendisine yabancı güçlerin egemenliği altında olduğu izlenimine kapılarak, hakim olmadığı güçlerin kendisini yönlendirdiği, (...) varoluşunun özgün akışından farklı bir dünyaya sürüklendiği duygusunu taşır. Burada yaşam sadece yoğun değil, nitelik bakımından da daha farklıdır. (...) Birey kendisine ilgisizleşip kendisini unutur, tamamen ortak amaçların hizmetine sunar. (...) Bu güçler amaçsızca, öylesine yayılmak için yayılma ihtiyacı duyarlar. (...) Böyle durumlarda, bu yücelmiş yaşam öylesine yoğun ve özgün bir şekilde yaşanır ki, neredeyse bilincin tamamını kapsayıp bencil ve basit uğraşlara pek fırsat tanımaz."

Durkheim bu satırları yazarken, kastettiği aşk ya da âşık olma hali değil, Fransız Devrimi gibi büyük devrimci olaylardır. Bu da aşkın, en büyük devrim ve devrimci olduğunun göstergesidir!

Doğuş durumundaki aşk, insanı kendini aşmaya, daha fazla koşmaya, daha fazla parlamaya zorlar. Nietzsche'nin "İyiliğin ve Kötülüğün Ötesinde"ki aforizmasında dediği gibi: "İnsanlar daha çok aydınlanmak için değil, daha çok parlamak için ışığa koşarlar!"

Aşk iki ayrı insanı, ilişki içinde aydınlatır. Ancak, o iki insan daha çok parlamak için ışığa koşarlar.

Aşk ortaya çıkarken, inancın, coşkunun ve yaratılığın bir yüzü de ortaya çıkar. Osho'nun dediği gibi: "Eğer bir atomda bile bu kadar enerji varsa, bir de insanı düşün. İnsan içindeki bu küçük bilinç alevine ne demeli? Eğer bir gün bu küçük alev parlarsa, kesinlikle sonsuz bir enerji ve ışık kaynağı olur. Buda'nın ya da Hz. İsa'nın yaşadığı da buydu.

Herkes sonsuz kudrete sahiptir çünkü herkes sonsuz derecede kutsaldır. Herkes güçlüdür çünkü herkesin kökü Tanrı'ya, varoluşun kaynağına dayanır. Bunu unutma.

İnsan zihni bunu unutmaya meyillidir. Unuttuğun zaman da gücünden düşüyorsun. Zayıf olduğun zaman ise güçlü olmak için bazı suni yollar peşinde koşmaya çalışıyorsun. Milyonlarca insanın yaptığı bu. Para peşinde koşuyorsun. Aslında neyin peşindesin? Kudret peşindesin, kuvvet peşindesin. Prestij ya da siyasi otorite peşine düşüyorsun. Aslında neyi arıyorsun? Güç ve iktidar arıyorsun. Aslında güç, her zaman seni köşe başında bekliyor. Sen yanlış yerde arıyorsun." [3]

İnsan yanlış yerlerde dolanırken, aşk, hem bizi geçer, hem de bizden geçer!

Belki de aşkın bacakları hiç yoktur, o olsa olsa bir pegasus gibi uçar. Bu nedenle kurşundan hızlı, elmastan sert, sudan yumuşaktır...

O mumdaki titreyen alev değildir, büyük bir yangındır. Kötülüğü, yanlışlığı, sapkınlığı kısaca yabani otları öldürüp yerine pırıl pırıl bir bahar ve yeşeren toprak vermek için. Böylece "bir ateşin konunda uyuyurken" geçer sizi...

Siz dumana tanım ararken, o çoktan yangınlardan geçmiştir. O şarkıda dediği gibi, "bir yangının külünü yeniden yakıp" geçer! İçinizdeki ağaçların yaprakları dirilirken, o çoktan ormanlar yaratmış, sizi çınarların serin gölgesindeki kulubesine davet etmiştir bile...

O bir damlayla yetinmez, istediğiniz an sizi bir okyanusa bırakır. Serin su başlarında dinlenirken, sizi hayat pınarının başına götürür. Yanınızda da sudan yayılan huzur, dinginlik, saf enerji ve bir arp sesi...

O okyanusa varır, siz de gölde kalmayasınız diye okyanusa bırakır içinizdeki bir damlayı. Böylece ummana karışırsınız.

Siz Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı'ndayken, o çoktan göğe çıkar. Ama sizi de bir otobüse bindirip, daha önce hiç çıkmadığınız bir zirveye çıkartır. Hayatı ve varolmanın keyfini, muhteşem manzaradan izlemeniz ve yaşamanız için...

Aldığınız her nefesin kutsallığını ve attığınız her adımın amacını hatırlatmak için!...

Siz ilk satırı yazarken, onun tarihler boyunca destanlar yazması bundandır.

Ama aşk, tıpkı Tanrı gibi, size nefesinizden bile yakındır. O ışık ve sevgi, o büyük ruh, o büyük enerji, o saf mutluluk ve iyilik, size kendinizden bile yakındır. Yaptığınız tüm kötülükler, hatalar ve çirkinlikler bile onu sizden uzaklaştıramaz!

Şunu unutmayın: Kendi benliğinizi unutamıyorsanız, o zaman "öteki" olamıyorsunuz demektir. Eğer kendi bilinciniz devredeyse, sadece "öteki" olmaya çalışıyor gibi yapıyorsunuzdur.

Benliğinizi hatırladığınız zamanlarda Tanrı'yı ve aşkı unutursunuz...

Ancak benliğiniz unuttuğunuz zaman, Tanrı'yı ve aşkı hatırlarsınız!

Keşifçe:
[*] Abdülkadişr Budak, "Aşk Beni Geçer", Can Yay.
[1] Francesco Alberoni, "Aşk Kapıyı Çalınca", Literatür Yay. Ağustos 2006.
[2] Edgar Morin, "Aşk, Şiir, Bilgelik", Om Yay.,
[3] Osho, "Yaratıcılık", Ganj Kitap, 2005.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..